Ana Sayfa HABER Erdoğan yargısı varken BM Kararı da ne oluyormuş!

Erdoğan yargısı varken BM Kararı da ne oluyormuş!

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Yargı bağımsızlığının kalmadığı, AB İlerleme Raporlarına da yansıdığı üzere yargı mensuplarının yürütmenin ağır baskısı altında bulunduğu Türkiye’de, yürütmenin istek veya çıkarları hilafına karar veren yargıçlar sürgün edilme, ihraç ve tutuklanma gibi tehditlerle karşı karşıya kalıyor.

Böyle bir ortamda; yargılamayı yapan ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay üzerinde bir baskı unsuru oluşturmadığını, yargının yürütmeden tamamen bağımsız bir şekilde karar verdiğini söyleyebilmek imkânsızdır.

Mülkün, yani devletin temeli olan adaletin ayakta kalması için de yargı üzerindeki idari ve siyasi baskıların kalkması gerekiyor. Bu da aşamalı olarak dayatmaların ortadan kalkması ile mümkün. Yoksa YSK’nın kararında, ya da muhalif kesimler aleyhine yapılan yargılamalardaki vicdanları yaralayan kararların devamı kaçınılmazdır.

BM’nin son İsmet Özçelik Türkiye kararında da bunun satır başlarını görmek mümkün…

Malezya’dan adam kaçırma ile ilgili BM’ye başvurulmuş ve BM İnsan Hakları Komitesi 28 Mayıs 2019 tarihinde 2980-2017 sayılı İsmet Özçelik ve Turgay Karaman / Türkiye kararı ile Erdoğan rejiminin insan hakları ihlallerini hükme bağlamış ve Gülen Cemaati’ne yönelik tutuklamaların keyfi olduğunu kaydetmişti.

“BM DE NE OLUYOR!?”

Birleşmiş Milletler’in bu kararı Türkiye’deki binlerce tutuklu ve KHK mağdurunu doğrudan ilgilendirmesi açısından mağdurlar için bir umut ışığı, Erdoğan rejimi için de “pandoranın kutusunun açılması” olmuştu… (Daha tafsilatlı bilgi için, bu karar ve getirisine dair kaleme aldığımız BM ve AİHM Kararları: Şimdi ne olacak, nereye, nasıl başvurmalı? başlıklı yazımıza bakılabilir.)

Ve bu karar sonrasında, Türkiye’de halen rehin tutulan iki insanın (İsmet Özçelik ve Turgay Karaman) duruşmaları görüldü yakın zaman önce.

İlk duruşma Ankara’da Turgay Karaman’ın idi ve yargılama sonunda kendisine 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi! Kamuoyuna yansıdığı kadar öğreniyoruz ki Karaman’ın avukatı, savunma sırasında BM’nin kararına uyulması gerektiğini ısrarla belirtmesine rağmen mahkeme başkanı, “Bu siyasi bir karar” diye geçiştimiş!… Duruşmada, avukatın savunmayı kısa tutması için baskı yapılırken konuşması sürekli kesilmiş. Mahkeme heyeti, BM kararını hiçe saymalarını de şöyle açıklamış:

“Karar bize bildirilmedi, 180 günlük süreyle alakalı da herhangi bir bilgimiz yok.”

Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde de (İsmet Özçelik’in duruşması vardı. Yine aynı kör döğüşü ortam!..

Perşembe günkü duruşmada Özçelik’in avukatı ısrarla BM kararını hatırlatarak müvekkilinin serbest bırakılmasını talep ettiğinde, mahkeme başkanının sözleri hayret verecek şekilde:

“BM’nin kararı da ne oluyormuş! BM’nin bizim yargılama ile ne alakası var!”

AİHM’i uygulamayan, kendi AYM kararlarını hiçe sayan Erdoğan yargısında yeni bir aşama bu:

“BM’nin kararı da ne oluyormuş!”

“Sanığın tutukluluğun devamına denilen yargılamada bir sonraki duruşma günü olarak 4 Temmuz verilmiş…

Özçelik ailesinden Suat Özçelik’e ulaşıp mahkeme ve yargılama sürecine dair duygu ve düşüncelerini aldım… Mahkemeden adalet beklentisini sordum; ümidini kaybetmemiş durumda: “Hakimlerin kendilerini daha sonra çok sıkıntılı duruma düşürecek bir karar vermeyeceğini düşünüyor ve tavsiye ediyorum. Bugün güç sahibi olanlar yarın gittiklerinde verdikleri kararlar aleyhlerine işleyecek ve belki de toplumun içine çıkamayacakları durumlar ortaya çıkacaktır. Uluslararası sözleşmeler yargı için bir tavsiye hükmünde olsa da aslında üst mahkemece verilmiş bir karar gibidir. Bu karara uymalarını salıklıyorum.”

Siyasilerin konjonktüre göre çok hızlı karar değiştirip “Bana mı sordunuz?” deyip işin içinden sıyrılabileceğini hatırlatan Özçelik, yargı mensuplarının ileride kendilerini mahkum ettirecek kararlara imza atmayacağını umuyor hala…

BAĞIMSIZ, ADİL KARARLAR HALEN MÜMKÜN MÜ?

BM, kararında ByLock vb gerekçelerle insanlara ceza verilemeyeceğini vurguluyordu…

Peki, bu yönde karar verebilecek bir mahkeme, bir hakim var mıdır?

Örnek durumlara bir bakalım. (Türk yargısının “mal bulmuş mağribi gibi” atladığı ByLock uygulaması örneğinden hareketle gidelim.)

“ByLock isimli iletişim programını kullanmak”, Türk Yargısı tarafından BM Uluslararası Ceza Mahkemeleri yargıcı Aydın Sefa Akay ile birlikte on binlerce insanın tutuklanmasına ve “terör örgütü üyeliği” suçundan ceza almasına gerekçe yapılmıştı. ByLock isimli iletişim programı konusunda henüz hiçbir mahkeme kararı bulunmadığı bir aşamada HS(Y)K Başkanvekili Mehmet Yılmaz 05.10.2016 tarihli açıklamasında; “ByLock örgütün iletişim yazılımı ve bizim en güçlü delilimiz.” diyerek, HS(Y)K’nın ByLock deliline karşı görüşünü açıklamıştı. Siyasi iktidar adına dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da benzer açıklamaları mevcut. (Bu lafın, bu talimatın üstüne kim ne yapabilir ki?! 5 bin kadar yargı mensubunun “talimatları tam uygulamayabileceği” kaygısı ile ihraç edildiği bir ortamda hem de…)

Nitekim bu açıklamadan kısa bir süre önce Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi 20.09.2016 tarihli kararı ile, ByLock kaydı olduğu için hakkında “FETÖ/PDY” üyeliği suçundan dava açılan bir şüpheli hakkındaki iddianamenin iadesine karar vermişti.

Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi de 04.04.2017 tarihli kararı ile Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin bir sanık hakkındaki ByLock kullandığı iddiasıyla MİT raporuna dayanarak verdiği mahkumiyet hükmünün bozulmasına karar vermişti. Bozma kararı gerekçesinde özetle

“… Sanığın ByLock kullandığına ilişkin MİT’in raporundan başka delil bulunmadığı ve başkaca somut delillerin de araştırılması gerektiği” belirtilmişti.

Ardından Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 20.04.2017 tarihli kararı ile “mesaj içerikleri belli olmayan ByLock kaydına dayanılarak terör örgütü üyeliğinden hüküm kurulamayacağını” belirterek Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen bu yöndeki mahkumiyet kararını bozmuştu.

Böylesi hassas kararlar veren mahkemelere ve yargıçlarına neler olduğunu tahmin edersiniz!

Belirtilen bu kararlardan sonra;

– Antalya ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanları bu görevlerinden alınarak talepleri olmadığı halde farklı illere hakim olarak atanmış,

– Gaziantep istinaf mahkemesi üye hakimi de aynı şekilde sürgün edilmiş ve

– Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri hakkında inceleme başlatılmıştı.

– Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin kararına muhalif kalan, yani Bylock’u delil sayan üye hakim ise terfi ettirilerek Daire Başkanı yapılmıştır.

Bu kararlardan sonra hiçbir mahkeme tarafından ByLock’un delil sayılamayacağı veya ByLock kullanmanın terör örgütü üyeliği suçunu oluşturmayacağı konusunda karar verilmemiştir. Bu olaylar HSK’nın hakimler üzerindeki otoritesini ve de hâkimlerin bağımsızlıklarını kaybettiğinin açık göstergesidir.

ULUSLARARASI MAHKEMELERİ TANIMAMAK!

AİHM, BM vs Türkiye’deki insan hakları ihlallerine dair kararlar veriyor; Türkiye’yi “demokratik hukuk devleti” olmanın gereğine çağrıda bulunuyor… Türkiye’de yönetimi elinde bulunduranlar ise işi ağırdan aldırıyor, hatta bu kararları uygulamayabiliyorlar.

Temmuz 2017 tarihinde Büyükada’da workshop için toplanan ve aralarında Peter Frank Steudtner gibi Alman insan hakları savunucuları ile Amnesty International yetkililerinin de bulunduğu 11 insan hakları savunucusu, “15 Temmuz darbe girişiminin devamını organize etmek, casus, ajan ve terörist olmakla” suçlanarak tutuklanmışltı. (Peter Frank Steudtner, sorguda, 15 Temmuz 2016 sonrası rutin haline gelen yöntemlerin kendisine de uygulandığını şu şekilde ifade etmiştir: 

“I was detained and not informed of my rights all day. I was subjected to an informal, threatening 1.5 hour interrogation” (@andrewegardner, 24 Ekim 2017). 

Steudtner, hakkındaki delilleri ise, “Some of the evidences against me is fabricated, the rest is unrelated to the charges: none of it links me to terrorism” şeklinde değerlendirmişti. (@DAlhuisenJJ, 25 Ekim 2017). Bu değerlendirme, aslında 15 Temmuz 2016 sonrası yapılan tutuklama ve yargılamaların büyük çoğunluğunda kullanılan delillerin niteliğini de özetlemektedir.)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Büyükada’da toplantı yaptıkları için gözaltına alınan insan hakları savunucuları hakkında, 8 Temmuz 2017 tarihinde, “Onlar adeta 15 Temmuz’un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdir. Gelen istihbarat üzerine gözaltına alınmıştır. Buradan bir yargı süreci başlayabilir.” açıklamasını yapmıştı.

Haklarında açılan ceza davasının ilk duruşmasında Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25.10.2017 tarihinde serbest bırakılmışlar, bu karardan bir gün sonra, Alman medyasında, “Büyükada davasındaki tutukluların, Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı gizli görüşme sonucu serbest kaldıkları” yazılmıştı. (“Fall Peter Steudtner: Altkanzler Schröder vermittelte bei Erdogan“ (@spiegel.de – Oct 26, 2017) – “Peter Steudtner’in tahliye edilmesinde Almanya eski başbakanlarından Schröder’in arabuluculuk yaptığı ortaya çıktı” (p.dw.com/p/2mXRL @dw_turkce) – “Steudtners Haftentlassung: Schröder soll vermitteit haben“ (tagesschau.de/ausland/steudt…#Steudtner #Turkey – @tagesschau – Oct 26, 2017).)

Bu haber de Alman Hükümeti tarafından doğrulanmıştı. (“#Turkey – German gov’t confirms that ex chancellor Gerhard Schröder made a deal with Erdogan to free Peter Steudtner – what was the price?” (@NordhausenFrank – Oct 26, 2017 – 11:51 AM).)

Yine Almanya vatandaşı gazeteciler Deniz Yücel ve Meşale Tolu hakkında Türkiye’de tutuklama kararı verilmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Deniz Yücel’in tutuklanmasından sonra “O gazeteci değil; o terörist…” şeklinde açıklamalar yapmıştı. (@NecdatG – 2:35 – Feb 16, 2018)

Başbakan Binali Yıldırım 15.02.2018 tarihinde Alman Başbakanı Merkel ile yaptıkları görüşme sonrası yaptığı açıklamada; “Hukuk devleti kuralları içinde gereği yapılacaktır; bize düşen mahkemenin önünü açmaktır. … Umut ederim kısa sürede duruşması yapılır ve bir sonuç elde edilir” demişti. (@sputnik_TR – 5:39 PM – Feb 15, 2018)

Bu demeçten bir gün sonra, 16.02.2018 tarihinde Deniz Yücel hakkında iddianame hazırlandığı açıklanmış ve akabinde de Deniz Yücel hakkında tahliye kararı verildiği belirtilmişti. (@AACanli – 16/02/2018 – 14:07; @AACanli – 16/02/2018 – 14:08)

Deniz Yücel aynı gün akşam saatlerinde Alman Hükümeti’nin 14.02.2018 tarihinde (tahliye kararından 2 gün önce) kiraladığı özel bir uçakla Almanya’ya gitmişti. (@cumhuriyetgzt – 7:24 PM – Feb 16, 2018;  @dw_turkce – 11:20 AM – Feb 21, 2018– ; @BirGun_Gazetesi – 3:43 – 21 Feb 2018.)

Almanya Başbakanı Merkel 07.09.2018 tarihinde yaptığı açıklamada gazeteci Deniz Yücel ve Meşale Tolu’nun tahliye edilmelerine atıfta bulunarak;

“Israrlı konuşma sayesinde Türkiye’deki bazı Almanya vatandaşlarının serbest kalmasını sağladıklarını” dile getirmişti.

AMERİKALI PASTÖR HALA HAFIZALARDA!..

Amerikalı Pastör Andrew Brunson darbe girişiminin ardından gözaltına alınarak 09.12.2016’da tutuklanmıştı. Brunson hakkında ‘FETÖ’ye ve PKK’ya üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek’ ve ‘casusluk’ suçlarından toplamda 35 yıl hapis cezası istenmiş, İzmir’de görülen davada 12.10.2018 tarihli duruşmada “suç örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verilerek tahliye edilmişti.

Brunson da, tıpkı Deniz Yücel gibi mahkemenin ne yönde karar vereceğinin bilinmediği duruşma öncesinde hazırlanan uçakla tahliye kararının ardından Almanya’ya gitmişti. Brunson’un tutuklanması Türkiye ile ABD arasında diplomatik ve ekonomik kriz yaşanmasına neden olurken Türkiye ile ABD hükümeti arasında Brunson’un tahliyesi konusunda görüşmeler yapıldığı iddia edilmişti.

Tahliye kararı verilmeden bir gün önce NBC televizyonu “Türkiye ile ABD ‘gizli’ anlaşma yaptı, Brunson serbest kalacak” şeklinde haber yapmıştı. Bronson’un serbest bırakılmasından sonra ABD Başkanı Donald Trump 07.02.2019 tarihli konuşmasında; “Geçen Ekim ayında, Türkiye ile Rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılması konusunda anlaşmaya vardık. O şimdi özgür ve bu sabah bize katılıyor. Andrew nerede?  Uzun süre oradaydı, sonra ben oraya gidip “onu bırakmak zorundasınız, onu bıraksanız iyi edersiniz” dedim. Ve seni serbest bıraktılar.” şeklinde açıklamada bulunarak Brunson’un ABD Hükümetinin baskıları sonucu tahliye edildiğini ifade etmişti.

TÜRK YARGISI AYRIM NOKTASINDA!

Bütün bu olaylar, Türkiye’de hakimlerin bağımsız olmadığını, tutuklama, tutukluluğun devamı ve tahliye kararlarının verilmesinde yürütmenin baskısı altında veya talimatına istinaden karar verdiklerini göstermektedir.

Ülkedeki mahkemeleri olduğu kadar uluslararası mahkemelerin ve kurumların kararlarını da dikkate almayan ülke yönetimi, yeri geldiğinde yabancı devletlerin ve siyasilerin baskılarına ve hatta talimatlarına göre hareket etme görüntüsü ile ülkeyi adeta kabile devleti konumuna düşürmektedirler.

Ülkesini seven, temsil ettiği makamlara az da olsa saygısı olan yargı mensuplarının bu gidişata kendi imkanları ölçüsünde dur demelerinin vakti geldi de geçiyor da… Siyasilerden bu yönde bir sağduyu beklemek hayalcilik olur gibi…

Kurdun dişi kamaştı bir kere!.. Onlar, yargıdan tam azade olmanın tadını aldılar bir kere ve kendi imkanları ile bundan vazgeçecek gibi gözükmüyorlar.

Bu manzarada Perinçek ekranlarda “Hukuk siyasetin köpeğidir” diyebiliyor pervasızca!

Verdiği cesur ve hakkaniyetli kararlarıyla bu ithamı çürütecek yargı mensuplarının varlığından ümidimizi halen kesmedik… Özellikle de BM, AİHM kararlarından sonra başta ByLock olmak üzere bir takım mesnetsiz deliller üzerinden yürüyen yargılamalarda gereken çıkışı yapacaklarını umuyoruz, adalet bekleyen geniş bir kesim olarak…

Bu, mağdurların adalet ihtiyacını karşılamanın da ötesinde Türk yargısının onurunu kurtarma fırsatı olması açısından da tarihi bir öneme sahip.

HENÜZ YORUM YOK