YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Uyuşturucu ticaretinde Türkiye tam rezil olma durumu yaşıyor. Özal döneminde satın alınan ve 2016 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti devlet yöneticileri tarafından kullanılan bir uçağa, Brezilya polisi tarafından yapılan baskında 1304 kg kokain ele geçirildi. Latin Amerika’da bu yıl içinde Türkiye’nin adının karıştığı bu üçüncü olaydı. Hatırlayacaksınız Sedat Peker uluslararası uyuşturucu trafiğini eski Başbakanlardan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırımın yönettiğini söylemiş, bahsettiği zamanlarda Erkan Yıldırım’ın o ülkelerde olduğu sonradan ortaya çıkmıştı.
İliklerine kadar, boğazlarına kadar suça, hem de uluslararası suça batmış AKP hükümeti, artık sahiplerinin de taşıyamadığı ağır bir yük haline geldi. Bütün bunların üstüne bir de Recep T. Erdoğan’ın saklanamayan sağlık sorunları eklenince artık herkes sesli sesli Erdoğan sonrasının hesaplarını yapıyor.
Recep sonrası Türkiye’nin başına kimin geleceğinde iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin belirleyici olacağını düşünüyorum. İç dinamiklerin hiçbir etkisi olmaz demiyorum elbette ancak engellenemez bir şekilde ortaya çıkan, talep ve isteklerini herkese kabul ettiren bir toplumsal hareketlilik maalesef yok. Yani özgürlük, hukuk, adalet, insanca yaşam, AB standartlarında bir demokrasi beklentisi gibi cümleler muhalefetin de ağzında hiç dolaşmıyor.
Bu yüzden Erdoğan sonrasında yönetime kimin geleceği, Türkiye’nin nasıl bir ülkeye dönüşeceği konusuna dış konjonktürün belirleyici olacağı kanaatindeyim.
Oysa bir yerde zulüm, baskı istibdat varsa özgürlüğü, adaleti, hukuku en az adaletsizlik ve zulüm kadar yüksek sesle dillendirecek bir de muhalefetin olması gerekirdi. Ama Türkiye’de öyle bir muhalif hareket yok, AKP’nin bir an önce iktidardan gitmesini isteyen muhalif odakların ağzında bu söylemlerin hiç birisi yok.
Muhalifler iktidarın kendisine talipler, ancak buna talip olurken ezilmiş kitlelere daha çok demokrasi, daha çok adalet gibi şeyler vaat etmiyorlar. Aslında onlar da Recep’in kullandığı gibi bir iktidar beklentisindeler. Eline sopayı alacaklar ve kendilerinden başka herkesi o sopayla hizaya getirecekler.
Bu tarz bir muhalifçilikle ülkede iktidar olmak mümkün değil. Oysa başta ana muhalefet olmak üzere, bütün muhalif çevrelerin demokrasi destanı yazabilecekleri bir zaman yaşıyoruz. Onlar bu destanı yazmak yerine zalim iktidarın kuyruğu olmayı tercih etti. Saray terminolojisiyle konuşan, onun çizdiği sınırların dışına çıkmayan bir zalim yancısı olmaktan öteye gitmediler. Dünyanın en kötü yönetilen ülkesinde, yönetimi iktidardan düşürebilecek bu kadar mesele varken, dünyanın en berbat, en kepaze muhalefeti olmayı başardılar. Toplumsal muhalefetin neredeyse tamamı ülkede heyecan uyandıracak, dünyanın ilgisini çekebilecek bir ülkü birliği, bir amaç birliği oluşturmayı akıllarına bile getirmediler. Bu yüzden yeni dönemin iktidarı belirlenirken bunların inisiyatif sahibi olabileceklerini, hiç sanmıyorum.
Erdoğan sonrasına yine 15 Temmuz rejiminden talipliler var. Bununla ilgili en çok beklentisi olanlar Hulusi Akar, Hakan Fidan ve Süleyman Soylu. Üçü de 15 Temmuz rejiminin kurucu sac ayakları oldukları için bunlardan birinin iktidar olması rejimin aynıyla devam etmesi anlamına gelir.
Türkiye’de Erdoğan sonrası iktidara kim gelir sorusunun kesin cevabı, uluslararası dünya kime göz kırpıyorsa o iktidar olacaktır. Ve 15 Temmuz rejiminin devam edip etmeyeceğine de yine uluslararası düzenin karar vereceği kanaatindeyim. Bu rejimin onların bilgisi ve oluru olmadan kurulması mümkün değildi, nitekim varlığını devam ettirmesi de onların oluruyla oldu ve onların düdüğü çalacağı zamana kadar da devam edecek. Böyle bilmekte fayda var.
Sayın yazar, topu taca atıyorsunz. Uuslararası dünyayı suçlayarak bir yere varamazsınız. Bu tavrınızla asıl problemi ıskalıyorsunuz. Ayrıca bu yaklaşımınız komplo teorisi kokuyor.
1. Bir defa uluslararası dünya tek bir bütün değil. Batı dünyası var, Rusya´sı yar, Çin´i vs. var. Rusya´nın, Çin´in dünyada demokrasinin yayılması gibi bir derdi olmayabilir. Aynı şeyin Batı için geçerli olacağını sanmıyorum. Bir ülkenin halkında demokrasi talebi yoksa Batı ne yapsın? Adamların birinci önceliği istikrar. Yani: Istikrar bozulmasın, bize mülteci gelmesin, düzenimiz bozulmasın. Bu da meşrudur.
2. Türkiye´de asıl üzerinde durulması gereken halkın demokrasi talebinin olmadığıdır. Ancak halk demek de sorunu yeterince somutlaştırmamak demektir. Bu iktidarın arkasında muhafazakar, dindar, sağcı, milliyetçi çevreler bulunuyor. Dolayısı ile sorulması gereken, bu kesimlerin neden demokrasi talebinin olmadığıdır. Bu kesimlerin değerleri nelerdir? Önceliği nedir? Öncelikleri arasında demokrasi, herkesin eşit bir biçimde yaşaması talebi neden gelişmemiştir?
3. Muhafazakar çevreler ile ilgili tespit ve eleştirilere hizmet hareketi de dahildir. Bugün hizmeti eleştirmek yersiz olabilir. İnsanlar zulüm altında. Burada amaç hizmeti eleştirmek değil. Ama bu iktidarın zulmünü desteği ile mümkün kılan muhafazakar çevreler eleştirilirken hizmet elitlerinin de biraz da olsa kendi geçmişine bakmasında yarar var. Bugün haklı olarak demokrasi diyorsunuz. Ancak hizmetin de önceliği AKP iktidarının zulmüne kadar demokrasi filan değildi bence. Örneğin: Bugün Orta Asya ülkeleri, Azerbaycan demokrasi değil. Ama hizmet çevrelerinde ben bugüne kadar bu ülkelerle ilgili tek bir eleştiri duymadım bunca yıl boyunca. Eğer bir ülkede okul açılabiliyorsa gerisinin pek bir önemi yoktu.
4. Bu açıdan bakınca aslında herkesin farklı öncelikleri, farklı çıkarları var. Bu önceliklerin arasında demokrasi yok. Bu gibi değerler ancak demokrasi kaybolunca ve zulüm kendi grubuna yönelince hatırlanıyor. Bu konuda aydınlatıcı örneklerden biri de Avrupa Birliği´ne yaklaşımdır. Eskiden laikler AB derdi, muhafazakarlar karşı çıkardı. Sonra muhafazakarlar AB değerlerinin kendilerine yarayacağını anladı, AB demeye başladı. Bu sefer de laikler milliyetçilik-ulusalcılık adına AB´ye karşı çıkmaya başladı. Şimdi İslamcılar iktidarlarını sağlamlaştırınca AB söylemine ihtiyaçları kalmadı.
Lafı çok uzattım, özetleyeyim: Muhafazakar, dini değerler niye demokrasi talebi üretemiyor, bunu irdelemek lazım. Hatta bırakın demokrasiyi, asgari insanlık standartları neden sağlanamıyor, dindarların „vicdanı“ nasıl zulmün destekçisi olabiliyor, bunu sorgulamak lazım. Problemin kaynağı orasıdır, uluslararası dünya değil.
Ismail beyin yorumuna katılmakla beraber, yazarın haklı olduğu yer şuki en büyük dış etgenin ABD’nin çıkarları oldolduğunu unutmamak gerek.