Ünlü Reichstag Yangını oyunuyla muhalefeti sindirip, parlamentodan geçirdiği yetki kararnamesi ile yürütmenin yanında yasamayı da ele geçiren Adolf Hitler, buna rağmen tatmin olmamıştı. O tüm yetkilerin kendisinde toplandığı sınırsız iktidar sahibi,mutlak ve tartışmasız lider olmak istiyordu.
Beklediği fırsatı mevcut cumhurbaşkanın ölümü sunacaktı. 2 Ağustos 1934’te Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümü üzerine Hitler, şansölyelik ve cumhurbaşkanlığı makamlarını birleştirerek Führer (lider) makamını ihdas edip referanduma götürdü. Meclis yangını sonrası elde ettiği yetkiler ile tüm muhaliflerini zaten sindirmiş olan Hitler hiçbir pürüzle karşılaşmadan etkili bir propaganda yürüttü.
“Tek millet, tek devlet, tek lider, büyük Almanya” sloganları eşliğinde narkozlanan Alman halkı, yüzde doksan gibi yüksek bir oranla Hitler’in Führer olmasına onay verdi.
Alman halkı tüm yetkileri Hitler’e devrederken mutlu, mürefeh bir Almanya hayaline inanmıştı… Oysa asıl kabus ondan sonra başladı… 1945’te II. Dünya Savaşı Almanya’nın hezimeti ile bittiğinde geriye milyonlarca can kaybı ve harap olmuş bir ülkenin enkazından tüten siyah, acı bir duman kalacaktı..
Diktatör ve ona destek veren halkların kaderi önce coşku ve ümitle başlar, sonra tükenmişlik, acı, keder ve gözyaşı ile film biter…
***
Bu filmi daha önce seyrettik
Erdoğan cumhurbaşkanlığı makamına çıkarken farklı olacağını köşke kapanmayacağını defaatle deklare etmişti. Fakat kimse seçilmiş bir başbakanı rencide ederek makamından alaşağı edeceğini hayal edememişti. Mayıs 2016’da düşük profilli bir başbakan atayarak yürütmeyi tamamen kendi kontrolüne alan Erdoğan, bununla da tatmin olmadı. “Allahın lutfu” 15 Temmuz darbe tiyatrosundan hemen sonra Meclis’ten geçirdiği OHAL yasası ile yasama yetkisini de tamamen ele geçirdi. Artık istediği kişinin görevine son veriyor, istediği şirkete el koyuyor, istediği devlet kuruluşunu fona devredebiliyor.
Dörtte biri ihraç edilmiş yargının geriye kalanı adeta emirber nefer olmuş. Hitler’in yargıçları gibi “Reis” olsa bu konuda ne karar verirdi kıvamında bir yargı düzeni.
Yasama, yargı ve yürütmeyi tamamen kontrolu altına alan Erdoğan daha ne isteyebilir ki? O eşsiz lider olmak istiyor. Reis’liğine anayasal güvence istiyor. Belki de yapmak istediği rejim değişikliğinin zamanın geldiğine inanıyor, onu yapmak istiyor…
30 Ocak 2014 tarihindeki ziyaretinde Erdoğan ve heyetinin İran’ın dini lideri Hamaney karşısında ki tek sıra, süklüm püklüm, kemal-i edep ile oturuşunu görünce; İran İslam Devrimi günleri aklıma geldi ve hiç şaşırmadım…
1979 yılındaki İran İslam devriminin, siyasal İslamcı komşu ve akrabalarımda nasıl bir heyecan dalgası oluşturduğunu dün gibi hatırlıyorum. Humeyni hayranlığı tavan yapmıştı. O adeta yenilmezleri yenen bir Herkül, İslam’ın temel rükunlarını vaz eden kutsal bir kişilik, ulaşılmaz bir efsane gibiydi İslamcıların gözünde. Şah’a karşı birlikte yola çıktığı devrimin diğer bileşenleri solcu ve liberalleri ekarte edişi bile onun ulaşılmaz siyasi dehasına bağlanıyordu.
“Allahu Ekber Humeyni Rehber” İran’daki devrimcilerle birlikte bizdeki siyasal İslamcıların da yeni sloganı olmuştu. Kitapları ücretsiz olarak elden ele dolaşıyor. Kendilerine hakikatı anlatmaya çalışan olursa Amerikancı olmakla, büyük şeytanı desteklenmekle suçlanıyordu. Humeyni’nin İran islam devrimi o dönem gençlerimizi adeta büyülemiş gibiydi…
Bu heyecanlı gençlerin kimisi zamanla bu hayranlığını kısmen realize etti, kimisi tüm kalbiyle bağlılığını devam ettirirken yeni rejimden öğrendiği takiye anlayışı sayesinde duygularını saklamayı başardı.
O günün siyasal İslamcı, Humeyni hayranı, İran meftunu gençleri gün geldi iktidar oldu. Önemli mevkilerde söz sahibi oldu, kritik bürokrasinin zirvelerine kadar çıktı. Erdoğan’ın taktisyen ekibinde yerini almayı başardı. Kum şehrini; öldüğünde oraya gömülmeyi vasiyet edecek kadar kutsayan,Tebriz’i Mekke-Medine ile eşdeğer tutanlar elbetteki dini lider Hamaney’in huzurunda heyecanlanacak, kemal-i edeple süklüm püklüm oturacaklardı…
***
Erdoğan’ın iktidarı boyunca yaptığı icraatları Humeyni devriminin zamana yayılmış ağır çekim hali gibi, toplumu yavaşça, uyuşturarak esir almaya devam ediyor. Erdoğan ile Humeyni arasındaki tek fark, zaman aralığı ve giydikleri kıyafettir. Dikkatli bir şekilde incelendiğinde; Erdoğan ve ekibinin İran İslam devrimini zamana yayarak birebir kopyalayıp, aynı paralelde hareket ettiği açıkça görülecektir.
Erdoğan’ın getirmek istediği sistemi anlamak için İran devrimini hatırlamakta yarar var.
Şah döneminde İran Ortadoğu’nun süper gücüydü. Büyük bir uçak filosu ve dışarıda özel eğitilmiş pilotlarıyla hava kuvvetlerinin gücü dünyada 5. sıradaydı.
Fakat toplumun değişik kesimleri farklı nedenlerle Şah’a karşı ciddi tepki içindeydi. Mollalar ve etkisindeki geniş halk yığınları modernleşme hareketlerine tepkiliydi. Solcu kesim Amerikan yanlısı politikalarına, orta ölçekteki esnaf ülkenin büyük şirketlere açılmasına ve kazanç kaybından dolayı Şah’a karşıydı. Devrim yaklaştığında, Amerika’nın CIA eliyle yoğun şekilde desteklediği Şah, halk desteğini tamamen kaybetmişti.
İran Devrimi Humeyni’nin etkisindeki mollaların öncülüğündeki, solcular ve liberallerin birlikte hareket etmesiyle gerçekleşmiştir. Devrimden hemen sonra gücü eline geçiren Humeyni ve mollaları devrimde ortak hareket ettikleri solcu ve liberalleri acımasızca saf dışı bıraktılar. Devrimden hemen sonra Devrim muhafızları ordusunu kuran Humeyni kendisine tam biat etmeyecek herkesi ihanetle, Allah’a karşı savaşmakla suçladı. Ordunun icini tamamen boşaltarak gücü devrim muhafızlarında topladı.
Devrimin başarıya ulaşmasında silah depolarını halka açarak önemli katkı sağlayan çoğu solcu pilotların tamamına yakını ya idam edildi ya da tutuklandı.
Solcu ve liberallerden kaçamayanlar göstermelik mahkemelerde tek celsede idama mahkum edildi.
Devrimden hemen sonra eski başbakan ve hava kuvvetleri komutanı da dahil çok sayıda üst düzey görevli avukat dahi atanmadan tek celsede idama mahkum edilerek kısa süre içerisinde infaz edildiler. Binlerce idamda imzası bulunan Humeyni’nin yakın talebesi Sadık Halhali hem hakim, hem savcı hem cellatlık yapmaktan zevk alıyordu. “Sorun değil hata yaptıysak cennete giderler”sözleriyle hastalıklı ruh halini itiraf etmişti. Halhali’nin kararlarında ve pervasızlığında hastalıklı ruh halinin yanında Humeyni’nin sonsuz desteği ve korumasının etkisi vardı.
Bir yandan cinayetler işlenirken diğer yandan kültür devrimi bahanesiyle tüm üniversiteler tasfiye edildi,binlerce öğretim görevlisi ve kamu çalışanı işinden atılarak saf dışı bırakıldı. İdamdan ve tutuklanmaktan kurtulanların kendini şanslı saydığı bir atmosfer içinde tüm kurumların içi boşaltıldı. Boşalan yerlere mollalar ve devrime bağlı milisler yerleştirildi.
İmkanı olan ve fırsatını bulan yetişmiş tüm elit kadrolar ve sermaye sahipleri yurt dışına kaçtı. Geriye kalanlar ya idam edildi ya da tutuklandı. Halkın büyük desteğini alarak Cumhurbaşkanı seçilen liberal Beni Sadr Fransa’ya kaçarak canın zor kurtardı.
İran-Irak savaşının hemen bitiminde 1988 tarihinde bizzat Humeyni’nin emri ile çoğu solcu binlerce tutuklu ve hükümlü infaz edildi.
Yurt dışına kaçabilen önder seviyesindeki muhaliflerin bir kısmı gittikleri Avrupa ülkelerinde İran’ın diplomatik pasaportlu ölüm komandolarının hedefi olmaktan kurtulamadı.
İran devrimi ve cinayetleri uzun bir konu olduğundan çok ayrıntısına girmeyeceğim.
İran’da yoğun baskıyla ve kısa sürede devrim gerçekleştiği için tüm bunlar kısa bir zaman diliminde gerçekleşmişti.
AKP’nin iktidara gelişinden itibaren ittifaklarını ve icraatlarını bir bütünlük içinde düşününce İran İslam devrimini ağır çekim yaşadığımızı çok daha iyi anlıyoruz…
İlk iktidar yıllarında kabinedeki sol kökenli ve liberal bakanlar aklıma geliyor mesela.
Ak silahlanma, Ak milisler, silahlı SADAT’ı düşünmeden edemiyorum.
15 Temmuz kontrollu darbe girişiminde öldürülen vatandaşların ne cins silahla ve kim tarafından vurulduğunun, neden otopsi raporlarıyla ortaya konulamadığını sorguluyorum.
Darbeyle ilgisi olmayan binlerce yetenekli pilot ve subayın tasfiyesi, tutuklanması, şüpheli ölümleri geliyor aklıma.
Üniversitelerden ve kamu görevinden ihraç edilen yüz binlerce çalışan var. Hepsinin ortak paydası Erdoğan’a biat etmeme ihtimali.
Yavaş yavaş ağır adımlarla, narkozlana narkozlana bir devrim sürecinden geçiyoruz. Görüntüde takım elbiseli Erdoğan, gerçekte ise cübbesi, keskin, haşin sert bakışlarıyla Humeyni’nin rehberliğinde İran olmaya doğru yol alıyoruz.