Erdoğan için son çare savaş mı?

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye’de yapılan tüm kamuoyu araştırmaları Erdoğan’ın ve AKP’nin artık tükendiğini ortaya koyuyor. CHP, İYİP ve HDP ile diğer muhalif partilerin oy oranları, AKP-MHP ittifakından (Cumhur İttifakı – Cİ) daya yüksek oya ulaştı. Evet, Türkiye prosedürel bir demokrasi. Yani seçimler düzenli olarak yapılıyor. Fakat demokrasi sadece seçimlerden ibaret değil. Anayasal temelde, güçler ayrılığına dayanan, temel hak ve özgürlüklerin hem yasal güvencede olduğu, hem de uygulandığı bir ortam olmaksızın, prosedürel demokrasi (seçimler) bir işe yaramaz. Dünyada Türkiye gibi birçok rejim var. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Rusya ve Belarus gibi Türkiye ile beraber Avrupa’nın periferisinde olan iki rejime baktığınızda da seçimlerin prosedürel biçimde yapıldığı vakalarla karşılaşıyorsunuz. Fakat seçimlerden her seferinde Putin ve Lukaşenko galip çıkmayı biliyor. Bunun çeşitli nedenleri var ve bu yazının konusu bunları incelemek değil. Ama birincil nedeni, demokrasinin prosedürel (seçimsel) boyutunu anlamlı kılacak siyasal rekabet ortamının bu vakalarda bulunmamasıdır. Türkiye, rejimsel olarak bu aşamadadır.

Erdoğan halk desteğini yitirdi. Fakat hibrit rejimlerde – henüz tam teşekküllü otoriter rejim olmamış, fakat birçok otoriter rejim özelliğini bünyesinde barındıran politik sistemlerde – serbest seçimlerle iktidar değişiklikleri nadiren gerçekleşiyor. Erdoğan seçimlerle gider mi? Seçimleri kaybettiğini kabul eder mi? Bu soruyu spekülatif alana girmeden yanıtlamak olanaksız. Bunun da nedeni, rejimin çoktan öngörülemez hale gelmiş olması zaten. Yani sistem işleyen bir hukuk devletinde olması gereken düzenliliğe sahip değil. Başka bir ifadeyle, kurumsallaşmış ve öngörülebilir bir politik sistemle karşı karşıya değiliz.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Peki, ne olabilir? Rejim için en mantıklı senaryo nedir? Erdoğan iktidarını kaybetmemek için neler yapabilir?

Birinci senaryo, seçimleri masa başında kazanmayı denemektir. Biliyoruz ki bu rejimin seçimleri manipüle etme olanağı mevcut. Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) elinde bulunduruyor. Medyayı kontrol ediyor. Özellikle haber ajanslarına hâkim. Bu konuda Samanyolu ve Doğan Haber Ajansını ekarte etti ve Anadolu Ajansı üzerinden seçim sonuçlarını duyurma tekelini elde etti. Harika bir manipülasyon fırsatıdır bu. Yani seçim sonuçlarını masa başında belirleyebilecek imkân ve kabiliyete sahip. Fakat mesele bu kadar basit değil.

İkinci senaryo seçimlerin ertelenmesidir. Erdoğan seçimleri ertelemeyi deneyebilir. Seçimlerin ertelenmesi – hele de ucu açık olarak yapılabilirse – bu momentum Erdoğan’a iktidarını daha fazla konsolide etme imkanını sağlar. Bu sayede zamana yayarak baskıyı arttırabilir. Muhalefet üzerinde kalıcı zarar vermek için gereken hareket sahasını elde edebilir.

Fakat sorun şu: Her iki senaryonun da Erdoğan ve ekibi için ciddi riskleri var. Eğer muhalefet manipüle edilen seçimlerin sonuçlarını tanımazsa, bunun üzerine halk sokaklara çıkar ve kitlesel gösterilere ve protestolara başlarsa, bu Erdoğan’ı iktidardan eden bir sürece evrilebilir. Eğer Erdoğan ikinci senaryoya yönelirse, yani seçimleri ertelemeye çalışırsa da benzer bir risk söz konusu olur. Yani muhalefet bunu kabullenmez. Her iki senaryo da bence Sarayın korkulu rüyasıdır. Ancak şunu unutmamak gerekiyor. Eğer seçimler özgür ve adil biçimde gerçekleşirse, Erdoğan’ın artık başkanlığa devam etme olasılığı, devam edememe olasılığından çok daha zayıf.

Peki, bu durum karşısında Erdoğan ne yapacak? Onu açısından en mantıklı hamle ne olur? Bunu analiz etmek için öncelikle tarihsel gelişime bakmak lazım. Çünkü yakın tarihte Erdoğan’ın bu tür stres ortamlarında ne tür taktikler izlediğine dair elimizde bazı örnekler var. Mesela Haziran 2015 ve Kasım 2015 seçimleri. Bu iki seçim arası dönemde Türkiye’de bir anda terör olayları patlak verdi. Birçok elim hadise yaşandı, birçok insan hayatını kaybetti ya da yaralandı. Bir kaos ortamı oluştu. Bu dönem AKP yöneticileri – mesela Ahmet Davutoğlu – terör olaylarının patlama yapması ile AKP’nin oylarının artması arasında korelasyon kurdu. Aslında 17 Aralık 2013 sonrası internete düşen tapelerde Davutoğlu ve Fidan’ın ne tür kumpas planları üzerinde konuştukları, devletin nelere “kadir” olduğunu göstermesi bakımından oldukça öğretici ve ufuk açıcıydı! Yine 15 Temmuz 2016 kontrollü darbe kalkışmasının nasıl Erdoğan’ın “Reichstag yangını” olarak, bir tür güç manivelası olarak kullanıldığını gördük. Bu sayede Erdoğan bugünkü rejimi kurdu ve konsolide etmeyi başardı. Yüz binlerce muhalifi etkisiz hale getirdi ve emsali görülmemiş bir takibat politikası uyguladı – bu süreç hala devam ediyor. 15 Temmuz sonrası KHK rejimi ile ülkeyi yönetti. Daha doğrusu istediği sistemi seri adımlarla kurdu ve bu arada yelkenlerini 15 Temmuz’un rüzgârıyla doldurdu ve muhalefeti de Yenikapı’da kendi dümen suyuna sokmayı başardı.

Şimdi yeni bir manipülatif hamleye ihtiyacı var. Üstelik bu kez bu hamlenin daha öncekilerden çok daha dudak uçuklatan ve geniş kalibrede bir hamle olması gerekiyor. Öyle ki, ekonomik çöküşü de, hukukun ve dolayısıyla devletin iflas etmiş olduğunun da unutturulması mümkün olabilsin! Muhalefeti kendi etrafında birleşmeye mecbur bırakacak bir satranç hamlesine ihtiyacı var. Öyle bir gerekçe üretmesi lazım ki, kimse seçim meçim düşünmesin. Bu ne olabilir?

Bu tür rejimlerin sıklıkla uyguladıkları yöntem, siyaseti güvenlikleştirmedir. Bir diğer ifadeyle, yapay bir güvenlik sorunu üretip, bu sorunun arkasına saklanarak, siyaseten menfaat sağlama, siyasal rekabetten kaçma, iktidarını bir süre daha devam ettirme, bu hamlenin temelini oluşturur. Cİ bu tür bir hamleyle daha sıkı kenetlenir. Bu hamle sonrası, Erdoğan kendisini eleştirenleri çok kolay şekilde vatana ihanetle suçlayabilir. Bu hamleden sonra istediği gibi sansür, sosyal medya erişiminin kontrolü veya engellenmesi, daha kitlesel tutuklamalar, tasfiyeler, daha bariz bir kadrolaşma vs. gerçekleştirilebilir. Bu yolla parlamentonun kendi istediği şekilde hareket etmesi sağlanır. Ve hepsinden önemlisi, bu tür bir “hayati mesele” esnasında seçimlerin “ülke düze çıkana kadar” ertelenmesi halka kabul ettirilebilir. Büyük bir güvenlik sorunu yaşandığına inanan halk, Erdoğan’ın seçimleri ertelemesine razı olur. Ya da bu ortamda baskın (ve manipüle edilebilecek) bir seçimle iktidarını uzatmayı da deneyebilir.

O halde can alıcı soruyu soralım:

Erdoğan’a bu bahaneyi ne verebilir? Ben bunun savaş olabileceğini düşünüyorum. Planlı ve kontrollü – özellikle de dar çerçeveli ve düşük yoğunluklu – bir savaşın Erdoğan tarafından bir güç manivelası ya da kaldıracı olarak kullanılabileceğini ihtimal hesaplarına dâhil etmek gerektiğine inanıyorum.

Bir sonraki yazıda, bu savaş senaryosunun muhtemel özelliklerini çözümlemeye çalışacağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Suriye iç savaşında da bunlara tuzak kurmuşlardı. Size suriyede namaz kıldıracağız diyerek türkler üzerinden küdistanı kurmuşlardı. Şimdilerde suriye anayasası bir türlü hal olmuyor, türk anayasası gibi. Yoksa bu iki anayasa birbirini mi beklemektedir? İki ülkede de anayasa rafta bekliyor. Saddam kuveyti işgal ederken nasıl keklendiğini keşke anlatabilseydi. Şimdi keklenme sırası çok zor durumdaki, son nefesinde şeytanın son hilesine maruz kalacak birinde. “Şunu yaparsan seni kurtarabilirim, yoksa işin bitti” diyerek kurbanının kurtulmak için can havliyle sığındığı şeytandan medet umması gibi. Dış güçlerin “bunu da yapar mı?” diye şaşkınlıkla tartıştığı konu ‘konttollü savaş’. Daha önce aldatıldıkları gibi, yani türkler üzerinden kürdistanın kurulması gibi, bu sefer de aldatılmaktadır. Aslında bu bir aldanma değil. Burada kendi çıkarı için milleti kumar masasına yatırmakta, belki bu sayede kurtulurum kumarını oynamaktadır. Kumar masasına yatırılanlara “oh olsun” demek isterdim ama onlara benzemek istemediğimden demeyeceğim. Evet şeytan emevi cami meselesi gibi dürtüklüyor. “Hadi yap, bak sonu kötü olacak, yaptın yaptın yoksa sende gidersin, petrol ticareti de gider” diye fısıldayıp duruyor. “Hadi, geç olacak, harekete geçmelisin, yapabilirsin” diye gaza getirmeye çalışıyor. Buradaki tuzak suriye tuzağı ile aynı. Suriyede 6 ayda türkiye kaybettiği topraklar ile topraklarını genişletecekti, bir osmanlı olacaktı. Fatih gibi bir kumandan olacaktı. Bu hayallerle yola çıktılar ama şeytana uymuşlardı ve şeytan sınırın dibinde kürdistanı kurmuştu. Demek ki içerden birilerin yardımıyla kürdistan kuruldu. Şimdi sandıktan kazanma vaadiyle şeytan planın ikinci aşamasına geçişmektedir. Bunları kuzey suriyeye hem de abd nin olduğu bölgeye sokacak. Yalnız bu tuzağın işlemesi için türk askerinin yanında mutlaka cihatçı bulunması gerekiyor. Yani dünya medyası bunu haber yaparken şöyle yapması gerekmektedir “cihatçılar ve cihatçıların yanındaki türk askeri” şeklinde. Şeytan yutulacak lokmayı çok küçük göstermektedir, şeytana uyanlara. “Bakın çok küçük bir toprak parçası, siz iki günde burayı alırsınız, menbiçte cuma namazı kılarsınız” diye fısıldamaktadır. Dünya öyle bir şekle girmiş gösteriliyor ki sanki “al, al ne olacak ki, çok da önemli değil” diyen bir insan suretinde gözlerine görünmektedir. Saddam istihbaratı da saddama kuveyti aynı böyle göstermişti. “Dünya bu işgale sıcak bakıyor” diye göstermişti tek adama. Oltaya solucan takarsın da balığın oltaya düşmesini beklersin ya, önce solucanı verirsin, arkasından balıkla birlikte solucanı geri alırsın.
    Kuzey suriye işgal edildiğinde kürtlere denilecek ki kobanedeki gibi cihatçılar yani ışid sizi yok etmeye çalışıyor. Türk ordusu da cihatçıların yanında savaşıyor diyecekler. Pkk rejimi daha bir kürtler nezdinde onay kazanacak, pkk rejimi kurtuluş savaşı veriyor gözükecek. Bu işgal ile kuzey suriye-güneydoğu sınırı ortadan kalkacak. Duygusal birlik ile birlikte sanki kurtuluş savaşı sadece kuzey suriyede değil , bütün kürdistanda oluyormuş gibi bir duygu birlikteliği olacak. Bu duygu birlikteliğini oluşturan ana itici güç cihatçılar olacak. O yüzden türklere cihatçıları işgalde kullanması fısıldanacak. Cihatçılar yanında türk askeri varlığı ile kürtlerde otomatikman türklere karşı duygusal kopuş yaşanacak. Cihatçı denilince akla türk gelecek, türk denilince akla cihatçı gelecek. Bunun adını cihatçı olarak kullanmayacakları kesin, yani cihatçı demeyecekler, ışid diyecekler. İşte burası pkk nın kürtler nezdinde legalite kazanmasının en büyük vurucu kısmı olacak. Işid işgaline karşı savaşan kahraman pkk rejimi olacak ve dünyada böyle görecek. Peki türkün yeri ne olacak? Şeytanın fısıldadığı gibi türkün yerini ışidin yanında gösterecekler dünyaya. Sırf bu oyunları oynamak için orduyu tasfiye ettiler. Meclisi tasfiye ettiler. Yargıyı tasfiye ettiler. Eğer ırakta ordu olsaydı, abd işgalinde savaşırdı, aynı buradaki gibi kukla, terbiye edilmiş bir ordu vardı. Meclis, yargı olsaydı yani güçler ayrılığı olsaydı şeytan saddama kuveyte gir diye fısıldasaydı bile bunu saddam bunu gerçekleştiremezdi ve ırakta 1 milyon insan ölmezdi. Tecavüzler olmazdı. Hayret ediyorum namusuna ‘düşkün’ bir ‘millet’ nasıl hukuku bu kadar kolay bir kişiye teslim edebiliyor. Biz adamın yanına giremiyoruz ama şeytan bu sistemde gücü elde ediyor, bir kapıdan hemde açılmadan geçmesi yeter. Her yere girip çıkabiliyor ama meclis bir soruya cevap alamıyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin