YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Her şeyden önce şunu açıklamakla başlayayım: şaka yapmaya çalışmıyorum. Bunu açıklamak zorunda olmak, yani Erdoğan’ın görevden alınıp alınmamasının tartışılamıyor olması bile başlı başına Türkiye rejiminin genel karakteri hakkında çok şey söylüyor aslında. Bu hipotetik soruyu da bu yüzden soruyorum zaten. Yoksa Erdoğan’ın görevde kalması da, görevinden nasıl ayrılacağı da şu an için bir tartışma konusu değil. Çünkü herkes Türkiye’deki gerçekleri biliyor. Türkiye’de bugün en büyük sorunlardan biri, gücün sınırlandırılması!
Bu soru, ABD başkanı Trump’ın azil sürecine ilişkin haberleri takip ederken aklıma geldi. Biliyorsunuz, Trump Ukrayna başkanı Zelensky ile yaptığı telefon görüşmelerinde Ukrayna’da iş yapan ABD eski başkan yardımcısı, 2020 ABD başkanlık seçimi başkan adaylarından Joe Biden’ın oğlu üzerinde baskı kurmak için girişimde bulunmakla suçlanıyor. Yani başkanlık otoritesini kendi siyasi kariyeri için kullanmakla itham ediliyor. Bu yönde güçlü bulgular var. ABD politik sistemine göre, başkanın bunu yapması azledilmesine yol açabilir. Tabi suçun olduğunu düşünmek ve bunu araştırmak başka bir şey, suçun olduğunu tespit edip yaptırımda bulunmak – azletmek – başka bir şeydir. Fakat konu bu değil zaten. Esas mesele, sistemin işleyip işlemediği! Hatta bundan daha öte, bir sistemin var olup olmadığı. ABD’de, tıpkı diğer liberal anayasal demokratik rejimlerde olduğu gibi, siyasi karar alıcılar yasaların üstünde değil. Yasalar, sade vatandaş için olduğu kadar siyasal karar alıcılar için de bağlayıcı. Hukukun üstünlüğü pratikte bu değil mi zaten? Bir diğer önemli konu, başkanın kontrolünde olan yürütme erkinin yargı ve yasama erklerini kontrol edemiyor olması. Bu nedenle, Trump hakkında azil süreci yasama düzeyinde gerçekleşiyor. Dahası, Trump’ın aldığı birçok karar, yargı organı – bağımsız mahkemeler – tarafından birçok kez durduruldu. Kısacası ABD’de sistem var ve işliyor. Yol kazalarında sistem devreye giriyor ve oluşan hasarı tamir ediyor.
Erdoğan, Trump’la karıştırılamayacak kadar daha fazla güce sahip. Gücünün ana kaynağı, yasalardan bağımsız olması. Bir başka ifadeyle, Erdoğan’ın gücü sınırlandırılmış değil. Kim Erdoğan’ın gücünü sınırlandırabilir ki? 17 Aralık’ta esasen 1982 anayasasının öngördüğü ve yasalara uygun bir prosedür uygulandı. Yolsuzluğa bulaşmış siyasal iktidar soruşturuldu. Yargı süreci başladı. Elde onlarca somut kanıt, yüzlerce ses kaydı, binlerce önemli belge, fotoğraf, rapor vardı. Yolsuzluk gerçekti. Fakat Erdoğan ve AKP hükümeti, emniyet ve yargı süreçlerini baskılayarak, sivil bir darbe niteliğinde bir operasyonla işlemekte olan yargı sürecini akamete uğratmayı ve ortadan kaldırmayı başardı. Soruşturmayı yürüten emniyet mensupları görevden el çektirildi, sonra başka yerlere sürüldü, son olarak görevden alındı, sonra da hapse atıldı! Adli süreci yürütmekte olan yargıç ve savcıların da başına aynı şey geldi. Erdoğan ve suça bulaşmış bir avuç siyasetçi ve onların emrinde hareket eden kamu görevlisi, anayasal sistemi raydan çıkardılar. Böylece anayasa ve yasalarla gücü sınırlandırılmış yürütmeyi diğer erklerin (yasama ve yargının) üzerine çıkardılar. Güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü sonlandırıldı. Hukuk dışı ve hukuk üstü bir yürütme erki meydana geldi. Erdoğan yasaların üzerinde, yasaların kapsama alanı dışında, gücü sınırlandırılmamış bir otoriter oldu. Kiminle ittifak yaptığı ve kimin arkasında olduğundan bağımsız olarak, nesnel ve yalın açıklama budur.
Bu nedenle yukarıdaki soru Türkiye’de bir şaka olarak algılanıyor. Masumiyet karinesine vurgu yapan sanıklara “burası Amerika mı lan!” diyenlerin siyasal sisteminde bunu yadırgamak mümkün müdür? Ahmet Altan’ın avukatının alamadığı mahkeme kararını rejimin propaganda aygıtı paçavraların alabilmesi gibi, bu tür şeyler de Türkiye normali haline geldi. Oysa ortada ciddi suçlara bulaşmış, üzerine ant içtiği (yemin ettiği) anayasanın canına okumuş, onu her fırsatta ihlal etmiş, delik deşik etmiş bir liderlik var. Hesap vermek durumunda olmayan, örtülü bir bütçeyle istediğini harcamaları yapabilen, ülkede hiçbir otonom kurum bırakmayan, tabi olduğu anayasal çerçevenin tümden dışında hareket eden bir başkan var. İronik biçimde kendisine “reis” deniliyor zaten; hem de karşısında olanlarca değil, onu destekleyenlerce!
Başkan Trump’ın tabi olduğu yasal çerçeve ortadan kalkmadı. Zaten kalksa, ABD’de hiç kimse bir şey olmamışçasına hayatına devam etmez, inanın. Anayasal devlet mimarisinin dışına taşan bir güç genişlemesi, devletin ortadan kalkmasını tetikler. Hitler rejimi dahi, en hukuksuz ve acımasız politikalarını yasaları değiştirdikten sonra uyguladı. Nürnberg ırk kanunları olmaksızın Yahudi takibatına girişmediler. Çünkü faşist de olsa, NAZİ rejimi hukuk bilinci yüksek bir halkın hukuk dışılığı kabullenmeyeceğini biliyordu. 2019 Türkiyesi, anayasası olmayan bir ülke. Bu ülkede siyasal iktidar bir nevi “ferman” modeliyle ülkeyi idare ediyor. 2016’da başlayan Olağanüstü Hal rejimi, yasal olarak sonlandırılmış gibi de görünse, esasında fiilen hala devam etmiyor mu? Artık keyfi tutuklamaların haber değeri bile yok. ABD’de her gün Trump hakkında eleştirel binlerce yazı, haber, video, yorum yapılıyor. Onlarca yargı kararı çıkıyor. Parlamenter denetim mekanizması saat gibi işliyor. Parlamento huzurunda aktif personel olan büyükelçiler veya üst seviyeden bürokratlar hesap ve ifade veriyor. Oysa Türkiye’de parlamenter denetim ne yasal düzeyde ne de fiilen mümkün artık. ABD medyası ve basını alabildiğine özgür, anayasal ve yasal haklarının koruması altında görevini yapıyor. Oysa Türkiye medyası ve basını el koyulan medya kuruluşları ve hapse tıkılan gazeteciler dışında, finansal kontrol ve oto sansür gibi mekanizmalarla dize getirilmiş ve susturulmuş – ya da evcilleştirilmiş! – durumda.
Bu ortamda Erdoğan’ın hesap verebilmesi bile mümkün değil. Kaldı ki esasında kendi anayasasını ortadan kaldıran, siyasal sisteminin üzerinden buldozerle geçen, halkına karşı ağır silah kullanma emrini veren, kendi ülkesinin ordusunun general-amiral kadrosunun yüzde ellisine terörist yaftası vurum onları tasfiye eden, hâkimini-savcısını-polisini görevden alabilen hatta içeri attırabilen bir despot, azledilebilir mi? Esasında bırakın azli falan, Erdoğan’ın yerine birisinin geçip geçmeyeceği bile tartışmalı bugün! Seçimlerin prosedürel nitelik taşıdığı bir ülkede, başkan seçimle değişebilir mi? Doğal süreç dışında bir liderlik değişimi olmayan yerlere diktatörlük denir. Ortadoğu ve Avrasya, bu tür diktatoryal ve otoriter rejimlerle dolu. Kimi hibrit, kimi komple otoriter olan bu rejimlerin en büyük problemi, liderliğin değişmemesi. Hukukun üzerinde olan liderler, muhalefete de medyaya da, düşünce ve ifade hürriyetine de kapı aralamaz. Güçlerinin konsolide olmasının hukukun dışında olmaları olduğunu bilirler. Erdoğan, hukukun dışındadır, hukukun üzerindedir. Trump hukukun dışında da üzerinde de değildir. Liderlerin karakter veya heveslerinden daha çok, sistemlerin yapıları ve dayanıklılıklarıdır önemli olan. Türkiye’de Erdoğan sistemi yıktı. Trump, ABD’de sisteme karşı olsa da, sistemin işleyişini engelleyemiyor. Zarar verebiliyor mu sisteme? Mutlaka verebiliyor. Ama sistem, başkandan çok daha üstte, daha güçlü, daha konsolide ve yerleşik. Türkiye’de sistem, zarar verilme aşamasını çok gerilerde bıraktı. Hukukla bağını koparmış bir rejimin denetlenmesi ve kontrol edilmesi mümkün değildir. Erdoğan bu rejimin hiyerarşik zirvesidir. Denetim dışı, kontrol dışı, hesap verme yükümlülüğü olmayan, yasal olarak gücü sınırlandırılmamış bir liderdir.
ABD gibi ülkelerde – her türlü soruna karşın – vatandaşların hak ve hukukun olması, bundandır. Türkiye gibi ülkelerde vatandaşın ceberut bir devlet önünde boyun eğmesinin nedeni de budur. En temel problem, siyasi gücün sınırlandırılması.