Atatürk’ün 28 Ekim akşamı sofrasında oturanlara, “Efendiler yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” dediği rivayet olunur. Tayyip Erdoğan da Saray ahalisi ve mabeynine böyle bir cümle kurdu mu, bilmiyoruz. Ancak kendi cumhuriyetini kurduğuna dair mutabakat var. Demokrasinin tabutuna çakılan son çivi hükmündeki 675 ve 676 no’lu kanun hükmünde kararnamelerin (KHK) tam da 29 Ekim’de yayınlanması popüler ifadeyle ‘manidar’. Rövanşist bir duygunun tetiklemesi mi, Atatürk’e öykünme mi? Buna psikiyatrların ve tarihçilerin karar vermesi lazım.
Erdoğan’ın Suriye ve İran türü bir cumhuriyet kurduğu iddiası yabana atılacak cinsten değil. İlk andan itibaren ‘Allah’ın lütfu’ olarak gördüğü 15 Temmuz darbe girişimi ve “Normal zamanlarda yapamadığımız pek çok şeyi yapabiliyoruz!” diye anlattığı olağanüstü hal (OHAL), ülkeyi uçurumun kenarına getirdi. Yargının hakim savcı ayağı zaten dize getirilmişti; şimdi savunma hakkına son darbeler vuruluyor.
‘SAVUNMA HAKKI’ NEREDEYSE KALMADI
6’sı baro başkanı 200’den fazla avukatın tutuklandığı bir ortamda savunma hakkından ne kadar söz edilebilirdi zaten? “300 bin lira bile verseniz bu dosyayı alamam” diyen avukatlar biliniyor. İstanbul Barosu eski Başkanı Ümit Kocasakal’ın, “FETÖ’cüler avukat istedi vermedik. Enayi miyiz?” sözleri, kara bir leke olarak tarihe geçti. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, işkencenin ayyuka çıktığı ortamda aksini ispatlama çabasında.
Son KHK’larla ilgili suskunlukları ise tüy dikti. Baronun atadığı avukatların işkenceye tanık olmamak için ve korkudan, polis zanlıya işkence yaptığı sırada, arkalarını döndükleri son İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) raporuna yansımıştı. Hizmet Hareketi mensupları savunma hakkından zaten yararlanamıyor. Şimdi sıra solcular ve Kürtlere geldi. Yeni KHK’ların amacı onları da avukatsız bırakmak. Bir de tabi, işkence ve kötü muamelenin tespitini önlemek. HRW’nin işkence raporuna, her şeye rağmen yansıyan somut anlatımlar, AKP açısından ‘önlem alınması gereken’ bir husus çünkü.
KHK’lar, şüpheli ve sanığın avukatını seçme hakkı elinden alırken, terör suçlarıyla ilgili olarak, mahkemenin onayı olursa, sanığın 6 ay avukatıyla görüşmesine yasak getirmenin yolunu açıyor. Yine terör suçlarında, avukatla görüşme kayıt altına alınabilecek ve savunma belgelerine el konulacak. Tabi, hangimiz terörden yargılanmıyoruz ki? Bu arada, avukatsız duruşmanın yolu da açıldı. Mahkemenin üç eşit ayağından biri olan savunma olmadan yargılama yapılabilecek.
AYM HUKUKA DÖNÜŞ YOLUNU KAPATTI
CHP’nin KHK’larla ilgili başvurularını yetkisizlik nedeniyle geri çeviren Anayasa Mahkemesi (AYM), hukuka dönüşün yolunu da kapattı. Esasa girip anayasaya uygun deseydi, sonraki KHK’ları inceleme imkanı elinde kalacaktı. “Ben KHK’lara bakamam, yetkim yok!” dediğinizde yarın KHK eliyle Meclisi fesheden bir metin çıksa onu bile denetlemek mümkün olmayacak. Hatta hukukçu Kerem Altıparmak’ın dediği gibi, yarın bir gün KHK çıkarıp AYM’yi de kapatabilirler. Erdoğan’ın son dönemde hukuku hiçe sayan pervasızlığında AYM başkan ve üyelerinin katkısı azımsanamayacak ölçüde. Tarih yazacak.
MU-HA-LİF REEEK-TÖR İSTE-Mİ-YORUZ!
Yine KHK ile gelen bir ‘lütuf’la, üniversite rektörlerini Cumhurbaşkanı’nın doğrudan atayabilme imkânı doğdu. Nur topu gibi! Üniversitelerde ‘düzeni bozucu’ rektör olmasını istemedikleri için, sandık yetkisini akademisyenlerin önlerinden aldılar. Bu vesileyle ‘sandık güzellemesi’ yapanların aslında riyakâr oldukları ortaya çıktı.
Öyle ki, yeni yönetmelik YÖK’ün katkısına bile tam güvenmiyor, 1 aylık sürede önerilenlerden birinin atanmaması ve YÖK tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde Cumhurbaşkanı doğrudan seçim yapabiliyor. Bu arada ülkenin en köklü üniversitesi Boğaziçi’nin rektörlük seçimleri yapıldığı hâlde hâlâ rektörünün atanmadığını not edelim. Belki Boğaziçi’nde rektör olmak isteyenler bu yazıyı okuyup Saray’ın kapısını çalabilirler!
OKUMA FİŞLERİNDEN İSTİHBARAT FİŞLERİNE
OHAL KHK’sı ile devlet memurluğuna girmek için aranan şartlara “güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması” maddesi eklendi. Yani istihbarat fişleri yeniden kıymete bindi. Kişi, allame-i cihan olsa istihbarat havuzundaki fişler düzgün değilse memur olamayacak. Anlayacağınız, bu kış soğuklar Sovyetler Birliği’nden esiyor!
Artık her kararnamede mutat olduğu üzre, bunda da kamudan ve üniversitelerden atılanlar önemli yekün tutuyor. Eser Karakaş ve Mehmet Altan gibi demokrat hocaların ya da sol görüşlü akademisyenlerin akıbeti sürpriz değil. Giyotinin diğer cemaatlere ve Nurculara ulaşması da Erdoğan’ı tanıyanlar için şaşırtıcı olmadı. En çok dikkat çeken isim, Dicle Üniversitesi ektör yardımcısı iken “Ben Kırkıncı Cemaatine mensubum. Fetö’cüleri fişleyip polise verdim” diyerek kendini kurtarmaya çalışan Aslan Bilici. Maalesef yeterli görülmemiş…
ABSÜRDİSTANDAN MEMURİYET MANZARALARI
15 Temmuz’dan bu yana 6 binden fazla akademisyen kovuldu. Bazıları hâlâ yaş-kuru edebiyatı yapıyor. Bu arada 2’si general 39 asker; TBMM’de 3, MEB’de 31 ve AFAD’da görevli 1 kişi mesleğe iade edildiler. Nasıl bir torpil buldukları merak konusu oldu. Atılanlar deyince TBMM’de görev yapan garson ve sıvacıyı unutmamak lazım. Mala ve servis tepsisiyle nasıl darbeye iştirak ettikleri konusunda bir açıklama bekleniyor…
KÜRT MEDYASINA, BÜYÜK OPERASYON ÖNCESİ KARARTMA
Ulusal Kürt medyası bir önceki tırpanla biçilmişti. Bu defa geride kalanlar ve yerel basın susturuldu. “Süresiz olarak yayın durdurma cezası” verilen Özgür Gündem, tamamen kapatıldı. DİHA ve JİNHA gibi birçok muhabiri cezaevinde olan haber ajanslarının kapısına kilit vuruldu. 25 yıllık sanat-kültür dergisi Evrensel Kültür yok edildi. Böylelikle basın yayın organlarının tasallutu altındaki Kürtler özgürlüğüne kavuştu!
61 ilin emniyet müdürünü değiştiren kararnamedeki şahin tercihler düşünüldüğünde taşlar yerine oturuyor. Diyarbakır Belediye eş başkanları Gülten Kışanak ve Fırat Aslı’nın gözaltına alınmaları da yaklaşan fırtınanın habercisi. Günlerdir tedavi, ilaç ve ticaret yapısını altüst eden internet kesintisi sürdürülemez. Onun için kesin çözüm eli kalem tutan herkesi susturmak. Daha yeni “Güneydoğu’ya yatırım paketleri” açıklanmıştı ama “Hele bir internet gelsin, bakarız” moduna geçildi muhtemelen.
12 EYLÜL DARBECİLERİ ÖRNEK ALINMIŞ
23 Temmuz’da yayınlanan ilk kararnamede 12 Eylül darbecilerinin geçici 15. Maddesine benzer güvenceler getirilmişti: “Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” Hukuksuz iş yapacaklarını daha başından ilan etmişlerdi yani.
12 Eylül darbecilerini, yaptıkları anayasa bile koruyamamıştı, bu darbeciler de KHK’ya fazla güvenmese akıllılık eder. Zira işkence, insan hakları ve özgürlükleri kısıtlayıcı her fiil sorumlularını ömür boyu takip eder, yerel ya da uluslararası mahkemelerde her daim yargılanabilir.
Öyle bir “kara” çaldılar ki “ak”ın üstüne… Bakalım neyle temizlenecek bu leke. Görelim Mevla neyler…
Öndeki ilk altılıda en çok okuyan, en çok hukuk okuyan, hukuk profesörü olmuş, insan haklarını en çok bilen adam: AYM Başkanı Zühdü Arslan. “Mülkiye”li, “Leicester Üniversitesi’sinde” insan hakları çalışmış, açık fikirli, özgürlük yanlısı bilinen bir isim ve bugün, bütün yapılanlara, bütün hukuksuzluklara karşı bırakın sessiz kalmayı, taraftar gürünen bir duruş sergiliyor… Bütün bu zulümler karşısında suskun kalıp korkanları anlayabiliyorum ama böyle bir eğitim alan, böyle bir makamdaki kişinin, hele hele “Allah’tan korkan kuldan korkmaz” diye inandığına emin olduğum bir insanın tutumu gerçekten çok üzücü ve millet adına endişe verici. Bir de güya yiğidin harman olduğu yer Yozgat’tan…