M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Türkiye hızlı değişimleri yaşıyor. Sosyolojinin bize öğrettiği bir şey var. Hızlı değişimler toplumlarda patlamaları beraberinde getirir. 22 yıllık AK Parti iktidarı, hızla Türkiye’yi “Arab-ı müsta’ribe” olmaya sürüklüyor. Ülkenin başındaki lider de toplumu ‘Araplaştırma’ kulvarına sokmada Arap liderlerine bile nal toplatıyor.
Gelin önce iki az bilinen kavrama bakalım.
Arab-ı âribe ve Arab-ı Müsta’ribe diye kullanılan iki kavram var.
Arab-ı âribe, “Arap ırkına mensup” anlamında saf Araplar için kullanılan bir kavram. Arap soy bilimiyle uğraşan jenealoglar, Arapları temelde iki köke ayırarak yukarıda saydığım iki başlık altında topluyorlar. Eski Ahit’te geçtiği gibi Kahtan neslinden gelenleri saf/ari ya da gerçek Arap anlamında Arab-ı âribe diye tanımlıyorlar. Kahtanî diye adlandırılan bu Araplar, Arap Yarımadası’nın güneyinde özellikle de Yemen bölgesinde yer alıyor.
Sonradan Araplaşanlar da Arab-ı müsta’ribe diye adlandırılıyor. Bunlar da Arap Yarımadası’nın kuzeyinde yaşıyorlar. Arap bilimi literatüründe Hicaz bölgesi bu kategoride yer aldığı için Hz. Muhammed de sonradan Araplaşanlardan kabul edilir. Kimileri, Adnanî olarak bilinen Hz. Muhammed’e “sonradan Araplaşmayı” layık görmeyip “gerçek Arap” olduğuna ilişkin yapılan hayli çalışmalar var.
KUZEY AFRİKA HALKLARININ ARAPLAŞMASI
Gerçek Araplar, Arap Yarımadası’nın kuzeyini bile “sonradan Araplaşanlar” olarak gördüğüne göre, “Kendilerini Arap sayan Mısır, Libya, Fas ve Tunus gibi ülkelerde yaşayanların Araplığı nereye oturtulur varın siz düşünün” demeyip bir iki kelam etmekte fayda var.
Mısır, Hz. Ömer döneminde, Bizans İmparatorluğu sınırları içinde iken 636’da Amr bin Âs komutasında alındı. Bizans’ın baskıcı rejiminden bıkan yerli Kıpti halk, gelen Arapları, kurtarıcı gibi gördüler. Sonraları, kurtarıcılarına o kadar kaptırdılar ki kendilerini Arap kabul etmeye başladılar. Müslümanlığı kabul etmeyip kendini Arap saymayanlar dışlandı ve “Kıpti” kelimesi bir aşağılama ve dışlama ifadesine dönüştürüldü. Suyunun suyu Arap olan Mısır, 1964 ve 1976 yıllarında iki dönem Arap Birliği başkanlığı yaptı.
Libya, Fas, Tunus gibi ülkelerde de durum farklı değil. Onlar da İslam yönetimine girdikten sonra Tuareg, Amaizgh ya da Berberi olduklarını unutup kendilerini Arap kabul ettiler.
Selçukluların Abbasi İmparatorluğu ile girift yapısı, o dönemde Türklerde İslamlaşmanın güçlenmesiyle birlikte Kuzey Afrika ülkelerinin Araplaşma sürecine benzer bir dönüşümü beraberinde getirdi.
Türklerin Müslümanlığı öğrendiği Fars ve Arapların etkinliği, dil ve kültür bakımından hızla artırdı. Devlet kademelerinde bu iki dilden başka geçerli dil kalmamaya başladı. Bu bir süre sonra bunun tabana yayılması muhtemelen kaçınılmaz olacaktı.
TÜRKLERİ, ARAPLAŞMAKTAN KARAMANOĞLU MEHMET BEY KURTARDI
Osmanlı aşıklarının “tu kaka” yaptıkları Karamoğlu hükümdarı Mehmet Bey’in 1277’deki fermanı olmasaydı, biz bugün Arapça konuşuyor ve muhtemelen kendimizi Mısırlılar, Libyalılar ya da Suriyeliler gibi Arap sayacaktık. Bütün bunları anlatmamın sebebi, AK Parti iktidarı ile birlikte Türkiye’de dindarlaşma adı altında yeniden hızlı bir Araplaşma kampanyası başlatıldı.
Bazı dini gruplar, bu Araplaştırmanın kılık kıyafet işini üstlenmiş, bazıları işin mantalite tarafını, bazıları da bütün bunların hayata geçirilmesinin jandarmalığına soyunmuş gibi çabalıyor. Bunun önüne geçmek isteyen kesimlerin ise ellerinde karşı koyabilecek ciddi bir argümanları bulunmuyor. Dağınık ve kendine güvensiz bir şekilde karşı koymaya çalışıyorlar.
FİLİSTİN KONUSU, BİZDEKİ ARAB-I MÜSTA’RİBELERİN KENDİNİ İSPAT ARACINA DÖNÜŞTÜ
Filistin’de Siyonist rejimin sürdürdüğü soykırım, Türkiye’deki Arab-ı müsta’ribenin öncülüğünü yapanların iki ayrı tavır takınmalarına neden oldu. İçeride farklı, Batı dünyasına karşı iki yüzü olan bir politika.
AK Parti iktidarı, içeride Filistin davasının öncülüğünü kimseye kaptırmayan bir kampanya yürütüyor. Filistin konusunda söze ilişkin her ne varsa ortaya saçıyorlar. Protesto yapmış görünmek için kafe basmak, kola dökmek, deterjan boykot etmek hatta meydanlara doluşup bağrışmaya bile öncülük ediyorlar.
İsrail’in petrolü, Bakü-Ceyhan Boru Hattı’ndan akarken, ülkenin enerji üretiminin önemli bir bölümünü Zorlu Enerji karşılarken, MÜSİAD üyesi İÇDAŞ, İsrail ile ticaretini reeksport olarak sürdürürken, AK Parti gençliği, zeka seviyelerini sorgulatacak eylem peşinde.
Daha önce onlarcası yapılan konforlu eylemi bu kez AK Parti Gaziantep Gençlik Kolları yaptı. Sanko Park’taki Starbucks’ın koltuklarını yarım saat boyunca oturup “yer kapatma eylemi” yaparak Filistinli kardeşlerine katkıda bulundu.
TÜRK DONANMASI, İSRAİL’İ KORUMA TATBİKATINDA
İçeride İsrail düşmanlığı empoze etmeyi varlıklarının nedeni sayan AK Parti yönetimi ise dışarıda bambaşka bir tavır sergiliyor. NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olmasıyla övünen Türkiye, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 5 uçakla katıldığı toplantısında sonuç bildirgesine tek cümle ile İsrail hakkında bir ifade kullandıramadı.
Hadi, koydurmak istedi Batılı ülkelerin ağırlıkta olduğu yapı içinde etkin olamadı diye iyi niyetli düşünelim. Şimdi ise kamuoyundan gizlenen bir deniz tatbikatına katıldığımız ortaya çıktı.
Detaylarını bilmeyenler için bir iki cümleyle özetlemeye çalışayım. ABD, İsrail’i muhtemel bir İran veya Hizbullah saldırısından korumak amacıyla Yunanistan ve İtalya’nın güneyindeki savaş gemilerini geçtiğimiz aylarda Doğu Akdeniz’e yönlendirdi.
Türk ve ABD deniz kuvvetlerine ait amfibik hücum gemileri, Doğu Akdeniz’de “bölgedeki saldırganlığı caydırıp istikrarı sağlamak amacıyla” ortak tatbikat yaptı. USS Wasp ve USS Oakhill gemileri, TCG Anadolu ve TCG Gökova’nın yer aldığı tatbikatı icra etti.
Her tatbikatı, kamuoyuna gururla sunan Milli Savunma Bakanlığı, bu İsrail’i koruma tatbikatı ile ilgili tek cümle etmedi. 14 Ağustos’ta icra edilen tatbikat, ABD yayın organlarında yer aldıktan sonra bize yansıdı.
DİKTATÖR ARAP LİDERİN YAPTIĞINI YAPIYOR
Yıllar önce Arap liderleriyle ilgili bazı tavırları yansıtılırdı. Arap diktatörler, Batılı liderlere gittiklerinde, “Bakın benim ülkemin insanı köktendinci. Eğer bana sahip çıkmazsanız benim yerine başkası geçerse bu toplumu kontrol edemez. Benim ülkem, dünyanın başına sorun yumağına dönüşür.” yolunda ifadeler kullanırlardı.
Aynı liderler, ülkelerinde ise “Bu Batılı ülkeler yok mu? Bunların hepsi bizim yok olmamız için çalışıyor. Eğer ben gidecek olursam, bu Batılılar bizim ülkemizi paramparça edecekler. Onun için birlik ve beraberlik içinde olmalıyız.” yolunda sözler sarf ederek toplumlarını ikna etmeye çalışırlardı.
Bizim Beştepe Sarayı’nın mukimi de anlaşılan dünkü Arap diktatörlerinin yöntemini kendi varlığını sürdürme zemini olarak görüyor. Bir taraftan Arab-ı müsta’ribe girişimi, bir tarafta Batılı ülkelerle işbirliği nasıl uyuşuyor, kafanız mı karıştı? O zaman taht oyunlarını sil baştan gözden geçirmek gerekiyor.