ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
15 Temmuz günü Rus stratejist Aleksandr Dugin’in Ankara’da bulunmasının tesadüf olduğuna inananlardansanız, bu yazıyı okumayı hemen bırakabilirsiniz. Türk ordusunda darbe girişiminin ardından tutuklanan general ve amirallerin – neredeyse tüm toplamın yüzde ellisi – Erdoğan’ın “FETÖ” olarak adlandırdığı Gülenciler tarafından kontrol edildiğine inanacak kadar safsanız, muhtemelen yazıyı okurken birkaç kez bırakıp bırakmamak arasında tereddüt yaşayacaksınız. Benim tavsiyem, bırakmayın ve sonuna kadar okuyun.
AVRASYACILIĞIN SINIRLARI
Aleksandr Dugin, Rus devlet başkanı Vladimir Putin’in danışmanı ve Rus güvenlik ve dış politikasının önde gelen mimarlarından biridir. Avrasyacı jeopolitik stratejinin yaşayan en önemli temsilcisi ve teorisyeni olan Dugin, Rusya’nın Atlantikçiler (yani ABD ve NATO) tarafından çevrelendiğini ileri sürer. Bu bakımdan Rusya için Soğuk Savaş 1991’de sona ermemiştir. NATO ve AB genişlemesine baktığınızda, eski Sovyet toprağı olan Baltık cumhuriyetlerinin ve Varşova Paktı eski üyesi olan doğu Avrupa ülkelerinin bugün NATO ve AB üyesi olduklarını görürüz. Rusya bu durumun kendisi için güvenlik başta olmak üzere, ciddi riskler barındırdığını düşünüyor. Bu nedenle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO ve AB üyeliklerine karşı çıktı. Gürcistan’ı 2008’de Osetya bahanesiyle askeri müdahalede bulunarak cezalandırdı. 2014’te ise Ukrayna toprağı olan Kırım’ı işgal ve ilhak ederek Ukrayna’yı fiilen ikiye böldü, doğu Ukrayna’da yoğun olarak bulunan Rus kökenli Ukrayna vatandaşlarını silahlandırarak destekledi.
Rusya eski Sovyet topraklarını – Kafkasya, Orta Asya, Ukrayna, Belarus gibi – arka bahçesi olarak algılıyor. Ortadoğu’ya ise Atlantikçiler (ABD ile müttefik olanlar) ve Atlantikçi olmayanlar olarak bakıyor. Atlantikçileri ABD’den uzaklaştırma, ABD ile işbirliği yapmayan ülkelerle ise stratejik ortaklıklar kurma stratejisini izliyor. Ortadoğu’ya – başta Suriye olmak üzere – bakışını bu bağlamda okumak gerekiyor.
HEM NATO ÜYESİ, HEM RUSYA YANLISI OLUNUR MU?
Gelelim Türkiye’ye. Türkiye 250 yıldır yüzünü Batı’ya dönmüş, Pazar ekonomisi ve çoğulcu liberal demokratik sistemi ilkesel olarak benimsemiş, Batı savunma ve askeri politikalarında tam entegre konumda olan, ekonomik olarak Gümrük Birliği çerçevesinde oldukça sıkı şekilde AB ortak pazarına dahil olmuş ve tam üyelik müzakereleri yapmaya hak kazanmış bir ülke. Türk dış politikasının – gerçekçi nedenlerle – seçtiği temel Batı yöneliminin en önemli gerekçesi, 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler’in Türkiye’den toprak ve askeri üs talebi olmuştu. Türkiye kendi başına kuzeydeki büyük komşunun tehdidine karşı koyacak güce sahip olmadığı için, tıpkı diğer Batı Avrupalı ülkeler gibi Truman Doktrini ve Marshall Planı’na dâhil edildi, sonrasında ise NATO güvenlik şemsiyesine girdi. Bu yolla toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruyabildi. Kime karşı? Sovyet (Rus) yayılmacılığına karşı! Aslında Sovyetler, Rus Çarlığı’nın devamı olarak okunabilecek bir strateji izlediler. Karadeniz’den Akdeniz’e geçişte güzergâh olan Türkiye’nin kontrol dışında olması, Rus stratejik çıkarları bakımından büyük zafiyet olarak algılana geldi. Türkiye’nin NATO üyesi olması, Sovyetler için neyse Rusya için de aynı anlama geliyor.
2000’lerin başında Rusya NATO’yu Karadeniz’e sokmamak için Türkiye’ye çok baskı yaptı. Gerek yüksek lisans danışmanlığını yaptığın yüksek rütbeli Denizcilerden, gerekse de Harp Akademileri’nde ders verirken özel olarak görüştüğüm askerlerden edindiğim izlenim, Deniz Kuvvetleri’nde NATO’yu Karadeniz’e sokmamak konusunda genel bir eğilimin olduğuydu. Bu tespit, 2008 Gürcistan’a yönelik Rus askeri müdahalesinden itibaren özel bir anlam kazandı. Türkiye o krizde ABD gemilerinin Karadeniz’e girişine engel oldu. NATO üyesi be ABD müttefiki olmasına karşın Türkiye zımnen Rusya’nın yanında yer aldı.
RUSYA’NIN TSK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Bu dönemlerden beri Rusya, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde görmezden gelinemeyecek bir etkiye sahip. Hatta daha gerilerde, 28 Şubat’çılar arasında bile, Türkiye’nin ABD dışı aktörlerle, özellikle Rusya ile işbirliğini, Türkiye’nin bölgesel çıkarları için gerekli gören bir irade daima TSK içerisinde göze çarpmaktaydı. Fakat 2000’li yıllarda, Rus Avrasyacı düşüncesi TSK içerisinde – ve dışarısındaki birtakım sivil çevrelerde – yuvalandı ve yayıldı. Dugin, Avrasyacılığın Türkiye’de güçlenmesinde kendi rolü olduğunu bizzat itiraf ediyor ve “operasyonel kararlarda Avrasyacıların giderek önem kazandığını” vurguluyor. 15 Temmuz’da tutuklanan general ve amiralleri Atlantikçilerin ve küreselcilerin müttefikleri olarak niteliyor. Atlantikçilerin darbe kalkışmasının failleri olarak nitelendiriyor ve bu grubun bertaraf edilmesinin Erdoğan için olduğu kadar Rusya’nın çıkarları için de çok olumlu bir gelişme olduğunu söylüyor.
Dugin’e göre TSK’da hala Atlantikçi (NATO ve Batı ittifakı yanlısı) bir potansiyel var ve bu Erdoğan ile Rusya bakımından dikkate alınması gerek bir durum. Erdoğan’ın tüm siyasi gücü kendi elinde toplamasını (yasama-yürütme-yargı ile tüm devlet aparatı) bu bağlamda çok gerekli olarak değerlendiren Dugin, Erdoğan’ın başında olduğu hâlihazırdaki “vatanseverler koalisyonunun” devamının önemine dikkat çekiyor.
DUGİN’E GÖRE ERDOĞAN’IN İHTİYACI
Dugin, Erdoğan’ın yönetsel güce sahip olmakla beraber, ideolojik gücü elinde bulundurmadığını ifade ediyor. Sürdürülebilirlik bakımından “yeni bir paradigmanın” (bunu Avrasyacılık olarak algıladığını bilmem vurgulamaya gerek var mı?) devlete eklemlenmesi gerektiğini belirten Dugin, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek ile olan bağlara dikkat çekerek, Perinçek’in Rus savaş uçağının düşürülmesi sonrası dönemde üstlendiği rolün, Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesindeki etkisinin altını çiziyor. Rus jetinin düşürülmesinin tamamıyla iki ülke arasındaki ilişkilerin sabote edilmesine yönelik bir girişim olduğunu ifade eden Dugin, bu doğrultudaki istihbaratı Erdoğan’a Avrasyacıların ilettiğini – yani muhtemelen Perinçek ekibinin girişimde bulunduğunu – söylüyor.
Rusya, Türkiye’yi ABD ve NATO’dan kopartabilmek için açıkça Türkiye’de operasyon yapıyor ve bu operasyonda Perinçek grubu ile TSK’daki Avrasyacıları kullanıyor. Dugin her fırsatta ABD’nin Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalıştığını, Irak’ın kuzeyinde ve Suriye’de Kürtlere destek verdiğini, Rusya’nın ise Türkiye’nin toprak bütünlüğünü garanti ettiğini belirtiyor. 15 Temmuz’un da ABD tarafından planlandığını ve Atlantikçi subaylarca (NATO’cularca) tatbik edildiğini iddia ediyor. Rusya Erdoğan’a ABD’nin Türkiye bakımından ‘ana tehdit’ olduğunu empoze ediyor. Rusya zaten ABD’yi ana tehdit olarak algıladığını gizlemiyor, aksine tüm stratejisini bu algı üzerine inşa etmiş bulunuyor. Avrasyacı Rus stratejisinin Türkiye’yi NATO ile ABD ortaklıktan kopartma hedefinin inanılmaz büyük getirilerini görmemiz gerekiyor. Rusya için Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya açılan bir güzergâhın elde edilmesi demek olur bu ki Rusya Çarlık döneminde de Sovyetler Birliği döneminde de böylesi büyük bir stratejik kazanım elde edememişti.
15 TEMMUZ SONRASI…
15 Temmuz sonrası ABD ve Batı’dan uzaklaşma ve Rusya’ya yanaşmayı bu açıdan değerlendirmekte yarar olduğu kanısındayım. Türkiye bu dış politik eksen kaymasından ve yeni yönelimden ne elde edecek? Daha da önemlisi, artılar ve eksiler hesaplandığında, Rusya yöneliminin içerdiği riskler nelerdir? Bunlar hesaplanıyor mu?
Tabi ki bu soruları Erdoğan ve ekibine sormuyorum. Çünkü onların Batı’dan kopuş dışında siyasi varlıklarını devam ettirme şansları yok. ABD’deki Reza Zarrab davasında Zarrab’ın suçunu kabul etmesi, itirafçı olduğunun önemli bir göstergesi olarak okundu. Davaya Erdoğan’ın ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’ın sanık olarak dâhil edilmesi, devlet bankası olan Halkbank’ın bir numaralı dava konusu haline helmesi ve Erdoğan adının sekiz kere iddianamede geçiyor olması çok önemli. Türkiye’de yargıya darbe ile sahte olduğu öne sürülen tapelerin ABD mahkemesince orijinal ve delil olarak kabul edilmesi değerlendirildiğinde, Erdoğan ve ekibi ABD ve Batı ile yapay bir gerilim üzerinden köprüleri tümüyle atmayı, Türkiye kamuoyundan Zarrab davasının sonuçlarını gizlemeyi amaçladığı anlaşılıyor.
İç siyasette de sivil darbe sonrası süreklilik kazanan insan hakları ihlalleri, işkenceler, sistematik kötü muamele ve hukuksuzluk, Batı sisteminde kalındığı sürece daima Erdoğan’a baş ağrısı olacak. Bu nedenle, Erdoğan ve ekibinin Rusya’ya yanaşma kararında Türkiye’nin menfaatlerini değil, kendi bekalarını düşündükleri meydanda. Benim sorum, TSK’daki Avrasyacı gruba yönelik bu nedenle. Bu grup acaba cidden Rusya’nın Türkiye’ye “iyi niyetle” yaklaştığını mı düşünüyor? NATO’dan ve ABD’den uzaklaşmanın stratejik maliyetini hesaplıyorlar mı? Rusya ile stratejik ortaklığın Türkiye’ye güvenlik ve savunma politikaları bakımından nasıl bir maliyeti olacak? Batı’dan uzaklaşmanın Türkiye’nin ticari ilişkilerine nasıl bir etkisi olacak?
Evet, görüldüğü üzere Dugin’in 15 Temmuz gecesi Ankara’da olması oldukça tuhaf ve düşündürücü. Bu darbe girişiminin kontrollü olduğunu Ana Muhalefet lideri başta, birçok kişi söylüyor. Ancak kontrolün kimde olduğu hususunda yeteri kadar beyin jimnastiği yapılmadı. Darbe girişimini Allah’ın lütfu olarak algılayan yalnızca Erdoğan değil. Darbe sonrası TSK’da kilit konumlara gelen ve kontrolü ele geçiren Avrasyacı derin yapı ve sivil ayağı bir taraftan, Putin’in Rusya’sı diğer taraftan, bu kalkışma sonrası yaşanan sürecin diğer – belki de esas – kazananları. Erdoğan – Avrasyacılar ve Rusya üçgeni içerisinde 15 Temmuz kalkışmasını ve sonrasında Türkiye’de olup bitenleri yeni bir okuma ile detaylarıyla analiz etmek durumundayız.
Sn. ÇAMAN,
Sondakini baştan ifade etmem gerekirse 15 Temmuz, 27 Mayıs’a benziyor. Yani Devrim niteliğinde bir darbe…15 Temmuz’u şahsen cunta darbesi (girişim değil) olarak nitelendirmek istiyorum. Dikkat ederseniz, darbe sonrası Balyoz ağırlıklı olmak üzere belirli subaylar hemen belirli görevlere atanmış, ayrıca, Rusya, D. Perinçek grubu, Balyozcular, bazı Ergenekon (Ergenekon’un sadece bir kısmı yani) eskileri darbe (devrim de diyebiliriz) sürecinde aktif görev almışlardır. Nedense hepsi darbeyi biliyor ama önlemiyor, yol veriyor. Tabi ki öyle değil, kendileri (cunta) planlayıp, pişirdiler ve uyguladılar. Arka planda Rusya’dan başka İngiltere de var. İngiliz Büyükelçisi herhalde açıktan Cemaati darbecilikle suçlayan tek kişi dünyada…Darbe ile suçlanan subaylar aslında, kendilerini “Avrasyacı” olarak tanıtanların tasfiye etmek istedikleri kişilerdi. Darbeyi engellemeye çalışanlar ise – mesela Eskişehir Garnizon Komutanı ve o meşhur 5 pilot – işkence dahil her türlü şekilde tasfiye edilmişler ve darbecilikle suçlanmaktalar. Elbette, taktik darbeye kanarak – M. Fynn 🙂 gibi – bizim çocuklar darbe yapıyor diye atlayan bazı aklıevvel Batıcı subaylar olmuştur. Darbeden üzüldüğüm Hv. K.K.’nın askerleri ve talebeleri boğaz köprüsüne gönderip kurban etmesi ve Kuvvet Komutanlarının cuntacılarla anlaşması. Ki onların sonradan tasfiye edileceğini söyledim ve öyle de oldu. Zira, askerini satan başkasını da satar…Darbenin siyasi ayağına girmeme gerek yok sanırım. Kanaatim darbeyi planlayan ve uygulayanlar kesinlikle Batıcılar (Atlantikçi) değildir. Amaçları ise: 1- Başat dini grup(ları) tasfiye etmek 2- Başkanlık sistemini getirmek 3- Orduyla Suriye’ye müdaha etmek (ki bence darbenin temel askeri sebebi buydu) 4- ve sonrasını Rusya’ya sormak lazım, herhalde boşuna desteklemedi darbeyi… Bir not daha: Bana, 2015 yılı Ekim veya Kasım ayında, Devlette büyük bir tasfiye yapılacağı, bu tasfiyenin ise Mart-Nisan gibi planlandığını MHP kaynağından bilgi olarak bana verilmişti. Ben bunu terörden dolayı OHAL ilan edilerek bazı kamu görevlilerinin tasfiye edileceği şeklinde algılamıştım, ayrıntısını sormamıştım. Belki de başta sadece OHAL düşünülmüştü…Darbeden bana bahsedilmemişti veya ben anlayamamıştım, ancak 100binler tasfiye edilecek denmişti. Bu yorumu Sn. Çaman’a ulaştırın ltf.
Sayın hocam,peki bundan sonra yine bir darbe kalkışması olur mu¿ Olursa sonuç ne gibi tehlikeleri doğurur? Saygılar…..
Benci siz fazlasıynan komplo teorilerine kendinizi kaptırıyorsunuz kirli TCcok önemli bir devletse batı Stratejistleri neden uyuyorlar TCbatının pençesinde değilmi komplo düşünçesiynen TCnin okumuşuynan ümmüsinin arasında pek fark yok aslında benim hayretime giden şey Arabların Türklerin karekter olarak Kürtlerden farkları yok neden onlar devlet kuruyorlarda neden kürtler koruyamiyorlar misal kürtler devlet olma fırsatı yakalamişken bir birini satarak devlet olma fırsatı ahirete kaldı arablar ve türkler kendi elleriynen sahib oldukları devleti yok etme gayreti içindeler siz yazarken en iyisi içerdeki yönetiçilerin maymunmu domuzmu köpekmi faremi yılanmı tilkimi koyunmu keçimi vs vs onun tespitiynen biraz kafa yorsanız
Bu yazılarınızı ingilizce olarak batı ülkelerinin prestijli gazeteleri aracılığı ile daha geniş bir coğrafyada geniş kitlelere okutmak lazım