HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Türkiye, “dönülmez akşamın ufkuna” doğru yol alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim tarihi için “73 yıl sonra aynı gün” diyerek 14 Mayıs 2023’ü işaret etti. Bu son nabız yoklaması. Tepkilere göre karar alınacak. Erdoğan, 15 Mayıs’a kalmadan kendisine bu kararı aldıranları “Fitöcü” ilan edecek.
M. Ahmet Karabay yazılarını takip edenler, 14 Mayıs tarihini sık sık okudu. Son 5-6 aydan bu yana hep, “14 Mayıs’ta yapılacak seçimler” ifadesini kullandım. Alıntılar yapmak yerine farklı yazılarıma link verdim. Erdoğan’ı yakından tanıyanlar için bu tarih sürpriz değildi.
Bu seçim tarihini belirleyen de MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Salı günü partisinin grup toplantısında, “Uzlaşarak Türkiye’yi birlikte seçime taşıyalım, mayıs ayı içinde bu işi bitirelim” dedi.
Bahçeli, “Mayıs’ta seçime gidelim” derken eski kabalığı gitmiş bir şekilde kuzu postuna bürünmüş nezaketli bir siyasetçi gibiydi. Bu çağrıyı yapmaya özen gösterdiğine dikkat çekerek konuya devam edelim.
Seçim Mayıs ayında yapılacaksa, seçim kararı almak için muhalefetin desteğine ihtiyaç var. Zira seçim kararının alınması için 360 oy gerekiyor, AK Parti ve MHP’nin oyları, bu kararı almaya yeterli gelmiyor.
O zaman geriye Cumhurbaşkanının seçim kararı alması şıkkı kalıyor: Yani Meclis’i feshetmesi.
Peki Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçilme öncesinde Anayasa değişikliği sırasında, muhalefetin “cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisi veriliyor” dediğinde Erdoğan neler demişti?
“Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi yok. Yalan. O dönem geçmişte kaldı. Bu dönemde böyle bir şey söz konusu olmuyor. Bu yeni düzenlemeyle beraber, cumhurbaşkanı böyle bir fesih yetkisine sahip olmadığı gibi, eğer ülke bir erken seçime gitme durumundaysa, erken seçime gitme kararını Parlamento alır.”
Erdoğan’ın halkı inandırmak için metinde yer alan ifadeleri bile nasıl çarpıtarak halka yansıttığını göstermek açısından bu videoyu izledikten sonra konumuza dönelim.
ESKİ KANUNLA SEÇİME GİDİLECEK
Seçim 14 Mayıs’ta yapılacaksa, 6 Nisan 2022’de Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliklerin uygulanması mümkün olmayacak. Seçim takvimi demek, sandığa gidilen günden ibaret değil. Seçim kararının resmileştiği tarihten, oyların sayımına kadar olan toplam süreci kapsıyor. Bu da en az iki ay demek.
Seçim takvimi Mart ayı ortasından başlayacak. Yasa değişikliğinin üzerinden bir yıldan daha az zaman geçtiği için eski kurallara göre sandığa gidilecek. Yani seçimde ülke barajı yine yüzde 10 olacak, ittifak içindeki partilere baraj söz konusu olmayacak.
Bir diğer nokta, seçimin fesih yoluyla yapılması durumunda, Erdoğan’ın yeniden adaylığı söz konusu olamayacak. Yasada yer alan “bir kimse en fazla iki kez aday olabilir” hükmünün ortadan kalkması için “üçüncü kez aday olabilme ancak TBMM tarafından seçimlerin yenilenmesi halinde mümkündür” ilkesi yerine getirilmemiş olacak.
Erdoğan, üçüncü kez aday olacaksa bu hüküm nasıl uygulanacak? İngiliz Yazar George Orwell’ın 1984 romanında belirttiği gibi, “Hiçbir şey yasadışı değildi. Çünkü yasa diye bir şey yoktu” hükmü mü geçerli olacak?
Pratiğe bakarsanız böyle olmasının önünde bir engel yok. Devletin faaliyetine izin verdiği bir bankaya para yatırmanın terör eylemi olduğuna inanıp da, bir kişinin üçüncü kez aday olamayacağını iddia etmek hayli trajik bir durum olsa gerek.
1950’DE NASIL BİR ATMOSFERDE SEÇİME GİDİLDİ?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rus lider Stalin’in, Türkiye üzerindeki taleplerini durduran Batı dünyası, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye, “Bizim tarafta olacaksan ülkende çok partili yönetime geçeceksin” dedi. Tek Parti lideri, 1946 çirkinliğinden sonra kurtuluşun serbest seçimlerden geçtiğini görünce 14 Mayıs 1950’de sandığı ortaya koydu.
Seçim öncesinde İnönü ve CHP yönetimi, kendilerine o kadar güveniyorlardı ki, muhalefetteki DP’nin çoğunluk seçim sisteminin adaletsizliklerinin düzeltilmesi yolundaki çağrılarına kulak tıkadı. Çoğunluk sistemi, DP’ye hayat hakkı tanımamak üzerine kurulmuştu.
Kaldı ki meydanlarda CHP yönetimini haklı çıkaracak görüntüler vardı. İnönü’nün gittiği mitingler, Celal Bayar ve Menderes’in katıldığı mitinglerden daha kalabalıktı.
9 Mayıs 1950’de İnönü, Taksim Meydanı’nda kürsüye çıktığında, sayıları yüzbinleri bulan insan kalabalığına hitap etti.
İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olan Fahrettin Kerim Gökay, eliyle kalabalığı işaret edip İstanbul’un CHP’li olduğunu göstermek için “İşte Paşam İstanbul” diyerek bu güvenin hangi boyutta olduğunu ortaya koydu.
İktidarı yeniden kazanacaklarına emin olan CHP yönetimi, en fazla DP’nin Meclis’teki sandalye sayısının bir miktar artmasını bekliyorlardı. Menfaatlerinin bozulmasını istemeyenler, CHP mitinglerinin en ateşli slogan atanları olarak görülüyordu.
Sağcıların pek sevdiği Peyami Safa, 8 Mayıs 1950 tarihli CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesinde, neden CHP’ye oy verilmesi gerektiğini yedi ana başlık altında toplayarak yazdı.
Yazının temeli iktidarın değişmesi halinde “ülkenin milli birliği ve uygunluğunun” bozulacağı gerekçesi üzerine oturtuluyordu. Muhalefete oy vermenin, iç ve dış düşmanlara fırsat oluşturacağı vurgulanıyordu.
İkinci vurgulanan nokta ise iktidara gelmek isteyenlerin çok “toy”, henüz ne yapacakları belli olmayan bir grup siyasetçi oldukları ve aslında onlara oy vermenin kumardan başka bir şey olmayacağı idi. Bundan dolayı devleti yönetmek için tecrübesi sabit olan deneyimli kadroların seçilmesi gerektiğinin altı çiziliyordu.
Her iki nokta da bugün AK Parti iktidarının, kendilerine oy verilmesi için ortaya koydukları argümanlara ne kadar benziyor.
(Meraklısına bir not daha. “İşte Paşam İstanbul” diyen vali Fahrettin Kerim Gökay DP’ye geçti, yazar Peyami Safa da daha sonraki yıllarda DP’lilerin en sevdiği isimlerinden oldu.)
14 Mayıs akşamı sandıklar açılmaya başlandığı andan itibaren tablo CHP açısından hayal kırıklığına dönüştü. 63 ilin (o zaman il sayısı 63 idi) 44’ünde DP seçimleri tam listeyle kazandı.
487 milletvekilliğinin 416’sını DP, 69’unu CHP aldı. Millet Partisi ve bağımsızlar da birer milletvekili kazandı. (Seçim sistemine göre bir kişi birden fazla yerde aday olabiliyordu. Her ikisinde birden kazanmışsa birini tercih ediyordu. DP 416 sandalye kazandığı halde, mükerrer kazanımlardan dolayı Meclis’e 403 milletvekili gönderebildi. Bağımsızların bir kısmı da DP listelerinden de aday gösterildiği için DP’yi tercih etti.)
Ancak seçimlerde DP ile CHP arasında oy bakımından büyük uçurum yoktu.
DP 4 milyon 241 bin – yüzde 53
CHP 3 milyon 165 bin – yüzde 39
14 MAYIS 1950-14 MAYIS 2023 SEÇİMLERİ
AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, insanlar üzerinde etkili olabilecek her şeyi araç olarak kullanan bir siyasetçi. Zafer için her yol mübah diyen gerçek bir Makyavelist. Bu seçimlerde de kazanacak yöntem her neyse ona başvuracağına ilişkin şüphe yok.
Halk, ülkenin tek parti baskısından kurtulmak için bir fırsat aradığı (1946 seçimlerindeki açık oy gizli sayım çirkinliğini hatırlayın) eşit ve adil şartlarda yapılan bir propaganda döneminden sonra gidilen sandıkta CHP’yi iktidardan alaşağı etti ve ülkeyi DP kadrolarına teslim etti.
Erdoğan, kendisini Adnan Menderes’e, partisini de Demokrat Parti’ye benzetmeyi çok seviyor. Ancak, 14 Mayıs, epey farklı şeyler ifade ediyor. Bundan dolayı Erdoğan fena halde yanılıyor olmalı.
🔺 O dönemde 12 yıllık, kimine göre 27 yıllık Tek Parti iktidarı vardı, bugün 21 yıllık bir tek parti iktidarı var.
🔺 DP, “Yeter söz milletindir” dedi, bugün muhalefet ittifakının adı “Millet İttifakı”.
🔺 14 Mayıs 1950, Tek Parti döneminin sonu, 14 Mayıs 2023 Tek Adam rejiminin sonu.
🔺 O gün çoğulcu muhalefet Tek Parti’yi iktidardan indirdi, bugün de çoğulcu muhalefet, devletleşmiş Tek Adam’ı devirmek istiyor.
🔺 Menderes’in partisinin adını taşıyan Demokrat Parti, bugün Millet İttifakı içinde yer alıyor.
🔺 Menderes’i idama götüren 27 Mayıs darbesinin radyo anonsçusu dönemin “kudretli Albayı” Alparslan Türkeş’in partisi MHP, muhalefetin değil iktidarın ortağı.
🔺 Son olarak 13 milyon oyu olan Z kuşağının (1997-2005) oy kullanacağı seçimlerde 73 yıllık bir hafızaya başvurmak pek akıl karı olmasa gerek.
Bütün bu yanlış adımlardan dolayı istediği sonucu alamayacağını gören/anlayan Erdoğan, kampanya sorumlusunu yakında “Fitöcü” ilan ederse şaşırmayın.
Türkiye tarihinin en kritik 114’üncü günündeyiz.
Bence RTE, Cumhurbaşkanı adayı değil milletvekili adayı olacak. Şu anda amacı TBMM’de çoğunluğu yakalamak. O yüzden CHP’ye ve altılı masanın küçük üyelerine saldırırken İYİ Parti’yi ve SP’yi bunların dışında tutuyor. Peki milletvekili olup ne yapacak? Tabii ki halife olacak. 2023’ten itibaren Türkiye şaha kalkarken laik düzenden gelen bir makam tarafından değil yetkisini özünde şeriattan alan (!) bir makam tarafından yönetilmesi gerekir. 1924 Hilafet yasasına göre kaldırılmayıp TBMM’nin şahs-ı manevisine dercedilen Hilafet makamı, siyasal İslam hırsızlarının bir ideali olarak yeniden hayata geçirilmek isteniyor. Bu da Meclis’te yapılması gereken ve muhtemelen sadece üyelerin (vekil) aday olabileceği bir oylama ile gerçekleşebilir ancak. RTE, işte o gün orada olmak isteyecektir. Çünkü asıl amacı, bilmem kaçıncı kere aday olabilme, seçim, sandık, demokrasi vb. saçmalıkları (!) tamamen devre dışı bırakmak, Cumhurbaşkanlığı yetkilerinden daha güçlü yetkilerle halife olmak, en önemlisi bu sayede ömür boyu hem koltuğu garantilemek hem de kendi ve ailesi için dokunulmazlık zırhı kazanmak. İran’da Ayetullah derler, burada Tayyibullah derler olur biter. CHP (hatta belki Kilicdaroğlu) Cumhurbaşkanlığı’nı, Akşener başbakanlık koltuğunu alır. -Bu arada çoktan Parlamenter sisteme geçilmiştir zaten.- Böylece herkes istediği koltuğa oturur ve seçmenini mutlu etmiş olur. Düzenin gerçek işletme sahibi derin devlet de hem herkesi mutlu etmiş hem de böylece düzenini sürdürmüş olur. İşte bunlar hep Ortadoğu usulü demokrasi şeysinin nimetleri…