Enflasyonun izini sürmek: Para, bankalar ve değer kaybı

YORUM | AHMET KURUCAN 

Bugünkü yazıda fikri takip yapacak ve geçen hafta yayınlanan enflasyon konusundaki okuyucu yorumlarından bazılarına birlikte göz atacağız.

İlki “Bugün para dediğimiz şeyin hiçbir aslı karşılığı yoktur. Merkez bankaları teorikte istediği kadar para basabilir ve sizin anlaştığınız değer pula dönüşebilir. Daha da etkilisi ve tahmin edilemez olanı ise bankaların sahip olduğu kaydi para yaratma yetkisi. Bankalar verdikleri kredileri teminat gösterip tekrar tekrar kredi verebilir (ABD’de 10 katına kadar). Yani yoktan para yaratabilir. Faizlerin oranına bu para yaratma miktarı değişir. Faizler çoksa daha az kredi verebileceği için daha az yaratabilir, faizler az ise daha çok yaratabilir. Dolayısıyla herhangi bir para birimine sabit bir mal muamelesi yapmak uygun olmaz.”

Konunun uzmanlarının takdir edeceği gibi bu çok önemli bir tespit ve günümüz dünyasının bir gerçeği. Yaratma tabiri de doğru bir tabir burada. Zira para basmaktan söz etmiyoruz, bankaya bir dolar para yatırdığınızda onun 10 katını bir bilgisayar tuşuna basarak bankanın rezervi 10 dolardır deme hakkından bahsediyoruz. Bu bütünüyle hukuki bir işlem ve tabii ki merkez bankalarının denetimi altında. Literatürdeki adı da “Fractional Reserve Banking.” Tercümesi “Kısmi Rezerv Bankacılık.” Bir şey daha ilave edeyim; başında İslam ismi ya da sıfatı  olan bankalar da aynı şeyi yapıyor. Yani kasalarında var olan paranın on katını varmış gibi piyasada kaydi işlem yapabiliyorlar.

Bu gerçek üzerinden hareket edersek kaydi paranın olmadığı, paraların aynı zamanda zati değerinin de olduğu zamanlarda üretilen içtihatlarla, verilen hükümlerle günümüzde yol alamayız. Bunun idraki içindeyim. Onun içindir ki aslında yapılması gerekli olan şey Efendimiz (sas) dönemindeki paranın mahiyeti ve fonksiyonunu yeniden incelemektir. Zira ekonomik hayatla alakalı söylenegelen hemen her hadis, yapılagelen her uygulama o dönem şartlarındaki paranın mahiyeti ve fonksiyonu üzerine kurulu.

Kaldı ki mesele sadece para da değil, üst başlığını ‘trampa ekonomisi’ diye ifade edebileceğim dönemin alış veriş modellerini de  bilmek zorundayız. Allah Resulünün (sas) yaş hurma ile kuru hurmanın değiştirilmesine getirmiş olduğu yasağın trampa ekonomisinden para ekonomisine geçiş diye uzmanlarının yapmış oldukları yorumlar bugünümüzü şekillendirme adına çok hayatidir. Kredi bunlardan bir diğeri. ‘Ribe’n nesie’ dediğimiz zamana tekabül eden fazlalık ile ‘ribe’l fadl’ dediğimiz miktara tekabül eden fazlalık meseleleri ya da karz-ı hasen veya küçük miktarlarda sadece tüketime yönelik kredi ile sanayi devrimi sonrası daha yoğunluklu olarak gördüğümüz üretim kredileri günümüz dünyasının gerçekleri ışığında yeniden ele alınmak ve yorumlanmak zorundadır. Daha kapsayıcı bir ifade ile dile getirecek olursam nüzul döneminin sosyo-ekonomik ve kültürel hayatını bilmeden ne o ayet ve hadisleri anlayabilir, ne onlardan üretilen hükümlere mana verebilir ne de onları merkeze koyarak bugünümüzü şekillendirebiliriz.

Yalnız bunlar uzmanlık alanı İslam ticaret hukuku olan bir İlahiyatçının tek başına yapabileceği şeyler değildir. Eğer yapılacaksa bunun günümüz ekonomik sistemini hem teorisi hem de pratiği ile çok iyi bilen bir iktisatçı ile birlikte yapılması şart. Arabayı yokuşa sürmüyorum. İpe un sermiyorum. Bir heyet kurulmalı, onlar çalışmalı vs. demiyorum. Keşke öyle olsa ama kollektif çalışma nedense bizim dünyada çok olmuyor. Onun için neresinden başlanırsa kâr düşüncesiyle ticaret hukukuna vakıf bir İlahiyatçı ile modern dönem iktisat teori ve pratiklerine vakıf bir iktisatçı bu çalışmayı yapmalı, ortaya somut bir ürün koymalıdır. Hiç şüphesiz bu çalışma mutlak doğruluk iddiası içinde bulunmayacaktır. Sadece ortaya somut bir metin ya da model konacak, karşılıklı müzakerelere ve tartışmalara zemin hazırlayacaktır.

İkincisi: Türkiye’de enflasyonu hesaplayan kurumların farklı rakamlar vermesi. TÜİK gibi resmi kurumlar enflasyon oranını artık sağır sultanın bile duyduğu harici ve dahili sebeplerle düşük gösteriyor. İşin garibi bağımsız sivil kuruluşların ilan ettikleri enflasyon oranı ile TÜİK’in rakamları arasında iki katına kadar yükselen farkın olması. Bu bilinen gerçek üzerinden okuyucumuz: “O yüzden illa ki şu kurumun açıkladığı olsun diye hocalar tarafından bir hüküm kurulamaz” diyor ki bu düşünceye sonuna kadar katılıyorum. Dikkat ederseniz düşünceye dedim, itiraza demedim. Zira ben önceki yazımda da illa bir kurumun açıkladığı enflasyon rakamları demedim. Mesela “şu kurumun” diyerek ucunu açık bıraktım. Zira burada esas olan adaletsizliğe, haksız kazanca sebebiyet vermemek, aldanmamak ve aldatmamak, zarar etmemek ve zarar vermemektir. Merkezde bu niyet olunca, yukarıda kaydetmeye çalıştığım gerçekler de bilinince taraflar orada da yazdığım gibi “te’vil ve tefsire imkanı olmayacak” bir biçimde neyi esas alacaklarını baştan belirtecekler. İşin aslı şu üç-beş cümlelik ilave açıklamayı ilk yazıda metne ilave edebilirdim ve etmeliydim. Benim hatam. Özür dilerim.

Üçüncüsü: o yazımda enflasyonu merkeze koymuş ve alacağın tahsilinde paranın değer kaybının ödenmesini anlaşmaya ilave yolu önermiştim. Okuyucumuz paranın değer kaybını başka ekonomik göstergelerle de belirlenebileceğini ve enflasyon yerine anlaşmaya bunların ismen konulabileceğini öneriyor. Evet bu da doğru. Maksadî yaklaşım zaten bunu gerektirir. Yeter ki taraflar bu hususta anlaşsın. Benim de katıldığım okuyucumuzun söylediği şu: “Borç veren kişi esasında bir “opportunity cost”, yani fırsat maliyeti tercihi yapmaktadır ve yapabilmelidir. Şöyle ki, o parayı borç vermek yerine altın, ev, arsa, hisse senedi ya da herhangi bir mal alabilir. Vade sonunda bunların her birinin farklı değerlemesi olacaktır. Dolayısıyla borç verirken bunların birisi ya da bir kaçının değerlemesine göre vade sonunda paramı alırım diyebilir (nihai rakam başta belli değil). Yani illa ki bir enflasyon tanımı olmak zorunda da değil.”

Bir de “Vay enflasyondu, yok para değer kaybetmişti. Böyle bir şey yok İslam’da… İslam’da yok vade farkı, yok enflasyon farkı diye kavramlar yok. Bunların tamamı sonradan yapılan delili dayanağı olmayan uydurmalar. Mesele aslında bu kadar basit” diyen okuyucumuz var. Bazen sükut uzun bir konuşmadan daha beliğdir diyor ve buna noktayı koyuyorum.

Son bir okuyucu kaldı. O da “Banka diye bir gerçek var, kendimizi buna uydurmak zorunda mıyız? Nerede kaldı kendi dünyamızı inşa ve ihya etme sevdası?” diyerek İslami değerlere göre yeni bir ekonomik sistem kurmak mecburiyetindeyiz diyen okuyucumuza. Buna müstakil bir yazı ile cevap vereceğim nasip olursa.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. Çok müşkül gösterilen bir konunun;
    olabildiğince net, garazsız ve ilmi biçimde ve fakat avamın da anlayacağı üslupla, derinlikli bir ehil tarafından ifadesi olmuş, Ahmet Hocamızın yazısı.

    Pusulamızın ibresinin, ilim enaniyetiyle ya da başka saiklerle manipülatif biçimde saptırılmasına çalışılan böylesi ifritten bir dönemde, düşünceyi yerli yerine oturtan yaklaşımından dolayı Ahmet Kurucam Hocamıza duacıyız.

    Kendileri ve böylesi ehiller olmasalar, sebepler planında, biz de skolastik tarzda yobazlaştırılmak istenirken, direnemeyebilirdik. Önünde ilahiyatçı dr ve veya prof ünvanı görünen ve bizim zannettiğimiz çerçevede yazıp çizen bir kısım bağnazların oyuncağı olabilirdik.

    Allah muhafaza buyursun, Allah emeğinizi ve gayretinizi artırsın Ahmet Hocam.

  2. kıymetli Korucan hoca.
    Ne kadar işin uzmanını bulmuş olmanızda tatmin edici Para sistemi açıklanamaz.

    Paranın yönetimini bana verin, kanunları kim yaparsa yapsın. Mayer Amschel Rothschild 1700 yıllar.
    Bu cümleden hareketle düşünelim.

    Şuan kurulmuş olan Para sistemi çökertiliyor.
    Yeni Parasistemi yine kurucuları, kaymak takımı. Faşizmin digitalleşmiş halini getiriyorlar.
    CBDCs kısaltılmış adı. lütfen araştırılsın.
    Dünya ekonomik forumu başkanı.Klaus schwab, Yoval Harari isimler araştırılsın.
    İnsanlık ciddi tehlikede. Aşı, bioloji Mühendislik. Yapayzeka
    Bir iki yıl sonra çok farklı şeyler, yazıyor konuşuyor olacağız.
    Bugünden yakın geleceği konuşalım yazalım.
    Selamlar

  3. Yazısına yapılan yorumlari dikkatli bir şekilde okuyan yazar son iki paragrafa alıntılanan ifadelerin aynı kişiye ait olduğunu görebilirdi.

    Bir köşe yazısını açıklanmamış mesleki veya bilimsel terminolojilerle doldurmak ne anlam ifade eder? Böyle bir yazının okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı öne sürülebilir mi?

    Rasulullah(sav)’in takas etmeyi yasakladığı şey sadece kuru ve yaş hurma mıdır yoksa kaliteli hurmanın bir ölçeğine mukabil düşük kaliteli bir hurmanin üç ölçeğini [burada ölçek yerine sâ yazılsa nasıl olurdu diye de düşünmek lazım, sâ bir ağırlık ölçeğidir] takas etmek gibi uygulamalar da mı yasaklanmistir? Bu durumu misal olarak 18 ayar altın ile 24 ayar altını doğrudan takas etme yaklaşımı ile kıyas edebilir misiniz?

    Örnekler çoğaltilir, ilgili diğer konulara da geçilebilir ama en temelde sorun olunca diğer başlıklara atlamanın bir anlamı olmaz.

    Enflasyon kavramının tarihini incelemek, İslam dünyasınin bu kavramla ne zaman, nerede ve kimler aracılığıyla karşılaştığını incelemek yerine, günümüzde var olan tüketim, sermaye arttırımı ve büyüme temelleri üzerine oturtulmuş, işsizlik ve enflasyon kavramlarının asla ve kat’a sıfırlanmaması gereken kapital düzenin sürdürülemez oluşunu dünyanın her yerinden İslam’la hiç alakası bile olmayan onlarca bilim insanı dahi ifade ediyorlar iken, tüketim ekonomisinden sürdürülebilir üretim ekonomisine geçişle ilgili teoriler üretiliyor iken, halen var olan kapital sistemin hayatın gerçeği olduğu “önkabulüne” sahip bir insan sükut etmenin hakikati ortaya koyacağı kanatinde ise lafı fazla uzatmanın bir anlamı yok. Akıl sahiplerinin sadece ben mi Kur’an ve Sünnet’e uyacağım, yoksa Kur’an ve Sünnet mi bana uyacak diye düşünmeleri bile yeterli. Kur’an ve Sünnet’e yaklaşımda nüzul toplumu ve günümüz toplumu şeklinde vahye dayalı hiçbir kaynağı olmayan heva ürünü bir anlayışa karşı Abdullah İbni Ömer’in(ra), Ma‘bed el-Cü­henî hakkında başka bir konuyla alakalı olarak demiş olduğu gibi, “Ben sizden teberri ettim, siz de benden berisiniz” der ve sükut ederim.

    Rabbim talep eden herkesi ölçüsü de yoldaki yegane ışığı da Kur’an ve Sünnet olan, sıratı müstakim üzerine hidayet ettiği kullarından eylesin. Aklı vahyin önüne değil, vahyi aklın önüne alan ve akıl melekesine lügat anlamıyla da ilişkili olacak şekilde sadece vahye bağlandığı ve vahiyden kopmadigi sürece ehemmiyet veren insanlardan olmayı nasip etsin.

    • Mevcut kapital sistemi kabul etmediğinizde kiminle hangi parayı kullanarak alışveriş yapacak, ne ile borç vereceksiniz? Dağ başına çıkıp kendi kendinize bir hayat yaşamıyorsanız yaptığınız her alışverişte mevcut kapitalist sisteme ayak uyduruyor, onu kabullenmiş oluyorsunuz. Sistem içinde yaşadığınız ve değişmediği sürece mevcut kapitalist sistem hayatın bir gerçeği. Önerdiğiniz alternatif davranış nedir anlamadım doğrusu.

      Ayrıca, mevcut kapitalist sistemin sürdürülemez olduğunu söyleyen bahsettiğiniz çevreler kapitalist olmayan başka bir düzen mi öneriyorlar yoksa mevcut kapitalist sisteme değişiklikler yaparak yeni bir kapitalist sistem mi oluşturmayı teklif ediyorlar?

      Benim bildiğim, mal edinme özgürlüğü, serbest piyasa vb kavramlar açısından işleyiş olarak İslam da özünde kapitalist bir sistemi öngörüyor. Ancak kapitalist sistemde motivasyon kar etmek iken İslam çeşitli prensiplerle kısıtlamalar koyuyor.

      • “Mevcut kapital sistemi kabul etmediğinizde kiminle hangi parayı kullanarak alışveriş yapacak, ne ile borç vereceksiniz?”

        İslam’da zaruret durumlarında uygulanan yaklaşım tarzı vardır. Bir yerde bir iş yapıyorsunuz. Bunun karşılığında emeğinizin veya anlaşmanızın karşılığını orada geçer olan veya üzerinde anlaşılan para biriminden alırsınız. Bu parayı günlük ihtiyaç, ev araba, mal mülk vesair harcamalarda alım satım işlerinde kullanırsınız. Para karsiliksiz basılmıştır, kapital sistemin olmazsa olmaz bir enstrümanidir, zaruret sınırlarını asmadigi sürece bir muslumani bu doğrudan etkilemez, zira bu elinde olmayan ve degistiremeyecegi bir durumdur. Müslüman için önemli olan kendi sistemini ikame edene kadar zaruret sınırlarını asmadan hayatini idame ettirmektir. Sınırları aşıp kapital sistemi hayatın değiştirilemez gerçeği görmeye başlayınca, bu işin varacağı tek yer bankaların verdiği faiz ile İslam’da haram olan faiz aynı değildire çıkar. Kurulu ekonomik sistemi inceleyip her kavramın nasıl birbiri ile iç içe ve bağlantılı olduğunu görürseniz burada ifade etmeye çalıştığım hususu daha iyi anlayabilirsiniz. Kaldıraç denilen hayali arttırım bu sistemin olmazsa olmaz bir enstrümani. Bir müslüman zaruret sınırlarını aştıktan sonra kapital sistemin tüm enstrümanlarini kabul etmemesi için önünde hiçbir engel kalmaz.

        “Ayrıca, mevcut kapitalist sistemin sürdürülemez olduğunu söyleyen bahsettiğiniz çevreler kapitalist olmayan başka bir düzen mi öneriyorlar yoksa mevcut kapitalist sisteme değişiklikler yaparak yeni bir kapitalist sistem mi oluşturmayı teklif ediyorlar?”

        Kapitalizm karşısında teori geliştirmek yıllardır olan bir durum. Özel mülkiyeti tamamen yok sayan komünizm gibi uç teoriler de sosyal adalet teorileri de tepki olarak geliştirilen kuramlar. Kapitalizmin temelinde tüketimin arz ve talep dengesinin sonsuza kadar büyüyerek devam etmesi vardır. Kaynaklar ve imkanlar en baştan sınırsız kabul edilmiştir. Buna karşın tüketimi merkeze değil üreticiliği merkeze alan, durgunluğu ekonomik ölüm olarak görmeyen teoriler de var. Araştırabilirsiniz.

        Önerdiğim şey ise kendisine müslümanım diyen insanların Kur’an ve Sünnet’te olan uygulamaları asla değiştirilemez olarak kabul edip bunun üzerine kendi dünyalarını bina etmeleridir. Bu şu anda bazılarınca ütopik olarak algılanabilir ama bir müslüman bunu amaç ve gaye edinmedikce nasıl bir müslümandir, dahası müslüman mıdır, herkes kendi sorgulayıp kendi cevabını verse daha iyi olur. Haddi zatında bir insan ayetle veya sahih hadisle sabit bir uygulamayi bu devirde asla ugulanamaz ve zamanı geçmiş olarak görüyorsa eğer, Allah’ın(CC) hükümlerini değiştirmenin ne anlama geldiği ile ilgili ayetleri lütfen açıp tekrar okusun, sonra aynaya bakıp neye iman ettiğine karar versin. Kısa yoldan turnusol kullanmak isteyenler hırsızlıgin hükmüne baksalar kafi. Ben Kur’an ve Sünnet’i bila kaydu şart değiştirilemez tek hakikat mi kabul edeceğim, yoksa bazı şeyler ayetle sabit, Rasulullah(sav) ve Ashabı(rac) tarafından, takip edenler tarafından yıllarca uygulanmış olsalar bile bu devirde asla uygulanamaz hayata geçirilemez, onlar ayet olsalar bile o devirde kaldı mi diyeceğim. (“haşa ve kella” nefsim adına bu ikincisi olmaktan Allah’a (CC) sığınırım)

        Şu anda müslüman mustazaftir, zayıf durumdadır. Müslüman Allah’a(CC) ve Rasulullah’a(sav) tabi olup günü ve zamanı geldiğinde yeniden Asr-ı Saadette olduğu gibi devlet olamayacağı inancında ise aynaya bir daha bakıp kendisini sorgulamasında fayda vardır. O vakte kadar kendine Kuran ve Sünnet’in çizdiği sınırlar içerisinde yaşamaya gayret etmek yapması gereken şey değilse nedir diye herkesin düşünmesi gerekir.

        “İslam da özünde kapitalist bir sistemi öngörüyor.”

        İslam kapitalizmi öngöremez zira kendi kuralları vardır. Günümüz kapitalizminin ne kadarlık bir mazisi var ki İslam kapitalizmi öngörüsün. Ikisi birbirinden tamamen bağımsız. İslam’da fiyatlar serbestce belirlenir ama sınırlar da vardır. Karaborsa yapamazsın. Zekat vermek zorundasın. Kapitalizmin ise sınırları yoktur ve acımasızdır. Bunun en carpici ve uç örneklerden birini görmek için SMA ilaçlarına bakmak yeterlidir, zira maliyeti “100$” bile tutmayacak bir şeyi size milyon katına satmayı meşru kılar kapitalizm. Corona aşısının patentini çağrılara rağmen açık kaynak yapmayan üç bes adamı milyarder yapar. Halen laboratuvarda çalışan bir hekim olarak ilk planda gozume batan örnekler bunlar. Daha yüzlercesi bulunabilir. İslam ise buna mukabil sosyal olarak insanı sınırlayan birçok kural barındırır. Liberalizmin kucağında yetişmis kapitalizmin bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar mottosu ile uzaktan yakından alakası yoktur. İslam, insanın kölesine bile kendi giydiğini giydirmeyi, kendi yediğini yedirmeyi şart kosmustur. Kapitalizm ile İslam’ın uzaktan yakından alakası olmadığını anlamak isteyen herkes, bir köşe yazısı okumak yerine biraz hadis biraz siyer okuma zahmetine katlansin lütfen. Bazı şeyler bir iki satırla anlatilamaz ve anlaşılamaz, resmin bütününü görmek için kitap okumak gerekir.

        KHK oncesi ve sonrasında yıllarca işyeri hekimliği yapmış, madenlerde, döküm fabrikalarinda, plastik fabrikalarında çalışmış, oralardaki insanların halini bizatihi görmüş, onlarla aynı sofrayı paylaşmış, muayenelerini yapmış, yaşadıkları kazalara şahit olmuş bir insan olarak, bu devirde şu anda da bulunduğum pozisyonda bir çalışan olmak mı, yoksa Hz. Ömer’in(ra), Abdullah İbn-i Ömer’in (ra) , Ebu Zer Gifari’nin(ra) kölesi olmak mı daha avantajlı diye bakınca şahsen o devirde bir köle olmayı bu devirde işçi olmaya yeğlerim. Zira İslamdaki köle kavramı ve köle hukuku bile günümüz kapitalizminin işçilik kavramından çoğu durumda daha merhametli ve adaletlidir.

        Hayatında hiç zorlu islerde çalışmamıs veya o ortamları bizatihi müsahade etmemiş, yazdıklarımı ütopik, fantastik veya romantik bulan insanlar lütfen yazdıklarımı görmezden gelsin ve pas geçsinler. Rica ediyorum.

  4. Çok şükür ki, hakikati bulmak ve günümüz müslümanlarını dualite ile çağ dışı olmak ikileminden kurtarmaya matuf çaba gösteren ve ehil bir hocamız var. Çok keskin fikirlerin olabildiği bu mecrada hocamız günümüz müslümanlarına bir yol açabilmek adına bu keskin fikirlere karşı boynunu uzatıyor.

    Evet, günümüzde ya her ibadeti tastamam yapmayı arayıp iş ekonomiye gelince “ne yapalım sistem bu” diyerek düzene uyma dualitesine düşüyoruz. Ya da hayata dair gerçekleri göz ardı edip eski ve çok farklı bir dönemdeki ekonomiye dair, o dönemden sonra yapılmış nass seviyesinde kesinliği olmayan değerlendirmeleri nass gibi kabul ederek çağın gerisinde kalıyoruz. Sonra da cebimize uymayınca türlü tevillerle bir yola getirmeye çalışıyoruz.

    Esasında kıymetli hocamızın bu konuda müstakil bir eser yazmasını arzu ediyorum. Malum köşe yazılarının kitlesi daha az ve sitede görünürlüğü bile sadece bir gün. YouTube yayınları da çok kıymetli tabii ki. Ama hem geçmiş çalışmaları, bunlardaki fikirleri bir araya getirecek, hem bunları günümüze göre değerlendirecek, hem de gelecek olası çalışmalara referans olacak bir kitap harika olur.
    Tabii ki kitap olgunlaşıncaya kadar bir yazı serisine hayır demeyiz 🙂

    Hocamıza saygılarımla.

  5. Değerli Hocam,

    bu güzel yazı için teşekkür ederim.. Bir şeyin adının “FAİZ” olması, onun gerçekten Faiz olduğu anlamını çıkarmamalı.

    Örneğin, Yeniden değerleme oranı, muhasebe dünyasının altın oranı gibidir. Devlet, bu oranı uygulayarak, pek çok alacağını, ceza ve borçlarını evalüe eder, yeni duruma adapte eder. Bu bir örnek. Adına yeniden değerleme oranı denmesi de aslında son derece mantıklı, zira bu anlaşıldığı anlamda bir FAİZ değil.

    Bazı değerlemeler ENFLASYON DEĞERLEMESİ denilen bir tür yöntemle yapılır, mesela burada da kimse buna FAİZ demez.

    Nihayetinde, yazınızda bahsi geçen ENFLASYON, aslında bir tür FAİZ dir de.

    Bizi tanımlar yanıltmamalı. Enflasyon için genel tabir, fiyatlar genel düzeyde oluşan sürekli artıştır denir ama az bilimini yapanlar ardından ekler, enflasyon bir tür transferdir de denir.

    Şimdi TRANSFER sözünü görünce aklımıza gelmez birşey sanılsa da aksine bildiğimiz basbayağı bir FAİZ dir bu.

    Tabi, konuya mevzu FAİZ konusu bağlamında bunlar.

    Yoksa, enflasyonun, faizin, yeniden değerlemenin, enflasyon düzenlemesinin.. vb nin hep ayrı bir tanımı ve bağlamları var, nüansları var.

    Enflasyon da bir çeşit FAİZ dir konu bağlamında dedim. Adının enflasyon olmasının bir önemi yok. Borçlunun lehine, alacaklının aleyhine oluşan bir çeşit TRANSFER olduğunu zaten biliyoruz, kesin bir durum da, bu durum da bizi kendiliğinden “zımni faiz” e götürüyor. Enflasyon güncellemeleri hatta bu yönüyle bir çeşit, FAİZ ETKİSİNİN SIFIRLANMASI.. ameliyesi dahi olabilir. Yani, faiz istenerek, aslında FAİZ in kendisini kaldırmış dahi olabiliriz.

    Tabi bu teknik bir konu. Hangi şartlarda olacağı, hangi oranlarda olacağı, belirlenme yöntemleri vb ayrıntılara gebe.

    Esas olan, HAK kavramının yerini bulması.

    Sözleşme serbestiyeti ilkesi var hukukta. Bu İslam hukukunda da var ki, taraflar, (belirli istisnalar, ilkeler aykırı olmamak şartıyla) aralarında istediği gibi sözleşme yapabilirler. Şartlarını istedikleri gibi belirleyebilirler.

    Nitekim, konuya böyle bakan biri de, ozaman tabiki, öyleyse, o zaman serbest bir şekilde İRADELERİ ile kurulan bir sözleşme de, sonradan oluşan şartlar nedeniyle, örneğin ENFLASYON, FARK istenemez diyebilir.

    Dikkat ettiniz mi, burada FARK kavramını bilerek kullandım, faiz dersek buna, diğer anlamda, normal getirinin dışında reel getiriyi de kast ettiğim anlamla karışmış olur. Oysa, mevzu değerin kaybedilmemesi.

    Meseleye burada,Riskin paylaştırılması, cephesinden bakmak gerek.

    O nedenle, bir fiyat farkı talep edilmesi, (enflasyon değişimi oranı, yahut başka göstergeler, endeksler) taraflardan birinin riskini karşılıyor, rahat ettiriyor, diğerininkisini karşılamıyorsa, bu durum da da bir çeşit nispetsizlik oluşur.

    Risklerin ortak üstlenilmesi esas olmalı.

    Örneğin, 2001 krizinde, bankalar kredileri geri çekince, ki sözleşme gereğince buna hakları vardı, o krizinde etkisiyle, firmalar kredileri ödeyemediler, iflaslar, icralar başladı.

    Böyle bir durumda, konu GABİN olarak değerlendirildi ve bankaların kendi zararlarını tazmin etmesinin , taraflar arasında, EDİMİN İFASINDA NİSPETLİZLİĞE sebebiyet vereceği gerekçesiyle, borçluların geri çağrılan kredilerin yüksek faizlerle ödenmesini HAK ihlali olarak gördü.

    Bu çok yerinde bir karardı örneğin.

    Sizde belirttiğiniz üzere, Gabin, taraflardan birinin, borçlu/alacaklı, hafif düşüncesi, hiffetsizliği, mükayaza hali nedeniyle, sözleşmede bazı hususları öngörememesi.

    Yani, olağanüstü dönem şartlarında, GABİN ŞARTLARI uygulanmalı.

    Ancak, Gabin adı üstünde olağanüstü dönemlere özgü.

    Ancak, ENflasyonist ortamlar, bir politika sonucudur, yani enflasyon bilerek çıkartılır, bir öngörülmeyen şey değildir. Merkez bankalarının amacı budur zaten, ay ay yıl yıl çok iyi bilebilirler. İşleri budur. Bir öngörülemezlik değildir bu.

    Burada esas olan soru da burada kilitleniyor.. Bunu vatandaşın bilmeli mi, bildiğinin varsayılması mı.

    Konu sanırım biraz da bu minvalde gitmeli.

    Enflasyonun bir çeşit kader olduğu ülkelerde, vade ödemeleri kısa ise, ve GABİN şartlarını gerektirecek önemli ekonomik şartlar oluşmamış ise, sözleşmede belirlenen tutarın aynen ödenmesi esas olmalı, eğer bir şart konulmamışsa sözleşmeye. Anlaşmaya sadık kalınmalı görüşüm.

    Ancak, GABİN şartları oluşmuş ise, o zaman zararın paylaşılması adına, enflasyon oranları, yahut başka bir ADİL GÖSTERGE esas alınabilir, endeksleme esas alınabilir.

    Burada kritik olan şey, GABİN şartlarını hangi kritik seviyede ele almalıyız, ne gabine girer, ne girmez hususu.

    ve nihayetinde aslolan riskin paylaşılması..

    Burada esas olan mesela, alacaklı ve borçlu tarafların, bunu İRADELERİYLE kabul edip etmemesidir.

    Buda bizi daha önceki yazınızda belirttiğiniz GABİN e götürüyor. Örneğin, 2001 krizi olduğunda, sözleşme de var olan maddelere istinaden, kredileri hem

    Enflasyonist ortamda, şartların bir şekilde yine borçlu ile alacaklı arasında gerçekleşmesidir.

    G

  6. Tesekkurler, bilgi dolu bir yazi olmus. Merak ettigim konu su;
    Paranin deger kaybini onlemek icin opportunity cost uygulamasinin dogru olabilecegini belirtmissiniz. Olayi bir de tersten dusunelim, eger uzerinde anlasilan meta’nin degeri duserse, borc veren daha dusuk miktari almayi kabul etmeli mi (ki etmesi gerekiyor diye dusunuyorum). Diyelim ki, borc veren parasini bir yil sonraki emlak fiyatlari uzerinden veriyor ama yil icerisinde emlak fiyatleri %20 deger kaybi yasiyor ama borsa %10 deger kazaniyor. Bu durumda borc veren, miktari %20 dusuk kabul etmeli midir? Aksi takdirde, olay opportunity cost’dan ziyade firsatcilik/tefecilik eksenine kayiyor. Nihayetinde hangi meta’i referans alirsaniz alin, baska bir meta daha fazla deger kazanip/kaybedebilir.

  7. 1-Haksiz kazancin Esas Adi günümüzde Finanz sektörüdür. Reel Ekonominin önüne gectigi ülkeler var:
    ABD %60 Finans %40 Reel
    Almanya %30 Finanz %70 Reel

    Finans sektörü Bati ülkelerinin elinde, dolayisiyla sömürgeciligin sekil degistirmis Hallerinnen bir türü.

    2-ENAK a göre mi TÜIK e gore mi Enflasyon farkinda anlasma yapacak Borclu-Alacakli? Ayrica Almanyada da var Enflasyon.
    Diyelim o yil %5 Enflasyon var Almanyada. 10.000€ Borc verdigimde 10.500€ mu isteyecegiz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin