Enflasyon, paranın değer kaybı ve faiz

YORUM | AHMET KURUCAN

İkisi de merhum oldu. Babamın yakın arkadaşıydı. Terzi dükkanı vardı, sonra inşaat sektörünün gidişatını gördüğü için inşaat malzemeleri satan bir dükkan açtı. Liseli yıllarım. Enflasyon had safhada. Bir ay önce raflara koyduğunuz bir malı sattığınız fiyata toptancıdan geri alamıyorsunuz. Bu durumda kar etme bir tarafa zarar ediyorsunuz. Hocaların ise: “Peşin ile vadeli satış arasında fiyat farkı haramdır, enflasyon farkının alacağa ilave edilmesi haramdır, akit esnasında enflasyonist ortamdan dolayı paranın değer kaybının alacağa ilave edileceğini şart koşmak haramdır, akitlerde alacaklı ya da borçlu taraflardan birine tek taraflı fayda sağlayan her şey haramdır” vs. hükümlerini peşpeşe sıraladığı zamanlar o zamanlar. Ama bunların hiçbiri alacaklının zararını kapatmaya yetmiyor. 

Şöyle yapmıştı o merhum; açık hesap veresiye sattığı mala: “Şu an satış fiyatı bu ama borcunu ödemeye geldiğinde o gün bu malın satış fiyatı kaç lira ise onu alırım” diyor ve alacak defterine para yerine sattığı malın adını yazıyor. Bugünkü gibi hatırımda, çiçeği burnunda İlahiyat talebesi olduğum o yıllarda her Tavşanlı’ya gidişimde ‘Bu caiz mi?” diye bana sorulurdu.

Şimdi dikkat; kimden fetva almıştı o merhum Ağabey? Hiç kimseden? Buna caiz diyecek birisini olsa da bulamazsın o zaman. Hele bizim 10 bin nüfuslu mutaassıp bir din anlayışına sahip olan hocalarımız arasında. 14 asır öncesinin sosyo-ekonomik şartları altında İ. Azam’ın, İ. Ebu Yusuf’un görüşlerini tercüme kitaplardan okuyarak cevap veriyorlardı zira. Keşke doğru tercihte bulunsalardı. Müfta bih görüşe baksalardı. Zira İ. Ebu Yusuf, borçlanılan para birimi değer kaybederse o borç zati değeri olan ve değer kaybı yaşamayan gümüşe endekslenebileceğini söyler. Buradan hareketle kıyas-ı içtihadiler yapabilir ve alacaklının zararını kapatacak farklı hükümler üretebilirlerdi. Heyhat!

Sorum cevapsız kalmasın. Kimden cevaz almıştı? Hiç kimseden. Kendi aklından, vicdanından, hayatın inkar edilemez gerçeklerinden, öyle devam ettiği takdirde her geçen gün sermayesinin tükenişinden. Meşhur deyimle ifade edeyim; hayat boşluk kaldırmaz. Siz değişen ve gelişen şartlar altında mevcut hükümleri yenilemezseniz, değişen arka plan şartlarını merkeze koyup hukuki görüşlerinizi güncellemezseniz, insanlar doğan o boşluğu kapatırlar. Nitekim hem dün hem bugün hem de yarın kapattıkları ve kapatacakları gibi.

Uzun bir giriş oldu. Olsun. Dejavu yaşıyor güzel ülkem şu anda. 40-50 yıl öncesi, resmetmeye çalıştığım ve benim bizatihi yaşadığım bu manzara şu anda tekrar ediyor. Ve bu eksende bana ulaşan soruların da ardı arkası kesilmiyor. Hak vermemek elde değil. İmanlı insanlar, ticari kazançlarının helal olmasını istiyorlar. Onun için hem menfaatlerini koruyacak hem de vicdanlarını rahatlatacak bir arayış içindeler. Sorulan soruların amacı bu.

Akademik bir dergide makale yazmıyorum. Günlük bir gazetede biraz da dili sadeleştirilmiş bir üslup ile değerlendirmeler kaleme alıyorum. Aksi takdirde artık bu köşenin müdavimlerinin bildiği tarzda Kur’an, sünnet, gelenek diye başlayıp çok uzun bir yazı dizisi kaleme alabilirim. Usul ve fürua ait teknik tabirler kullanabilirim. Ama Adem Yavuz Arslan kızıyor bana. “Pehlivan tefrikalarına dönüyor yazıların” diyor. Ben de hak veriyorum ona. Bir zamanların Tercüman gazetesinde yer alan Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Koca Yusuf, Çolak Mümin pehlivanların tefrikalarını dükkanımızdan karşısında yer alan Efkar Hasan’ın kahvesinde her gün okurdum ben, dedem ve arkadaşlarına. Bu defa söz veriyorum, pehlivan tefrikasına dönmeyecek. Gerektiği ölçüde geleneğe atıfta bulunup ve yer yer de teknik terimler kullanma şartıyla bir yazıda bitirecek ve cevap vereceğim bu soruya.

1-Herkesin bildiği gibi enflasyon paranın değer kaybı, alım gücünün düşmesi, mal ve satın alınabilir hizmetlerin yükselmesi demek. 

2-Enflasyonun yol açmış olduğu sosyal, ekonomik, ahlaki sorunlarla baş etmek için bugünkü ekonomik sistem faizi çözüm yollarından biri olarak kullanmaktadır.

3-Borca diyelim ki % 5 oranda ilave edilen faizin enflasyon oranının altında ya da üstünde olması tartışmanın ana konusunu oluşturmaktadır.

4-Gelenekte mesele dört ayrı şekilde ele alınmıştır.

a-Akdin yapıldığı tarih itibariyle enflasyon/paranın değer kaybı hiç konuşulmaz. Ödeme zamanı geldiğinde değer kaybı gerçekleştiyse zarar eden taraf bu farkı isteyebilir.

b-Hayır, farkı isteyemez. Zira bu reel faizdir. Ama bir taraftan da zarar inkar kabul edilemez bir gerçektir; öyleyse taraflar sulh yoluyla zararı aralarında paylaşmalıdır.

c-Enflasyon tahakkuk ettiği an alacaklıya akdi tek başına fesih hakkı tanınabilir.

d-Değer kaybı istenemez, borç misliyle yani aynı miktar ödenir. Zira para misli maldır.

Yazıyı detaylara boğmayacağım dediğim için kısaca geçtim ama şunu söylemeden edemem; 4 mezhepte hakim olan genel görüş misliyle yani borcun tahakkuk ettiği anda anlaşılan miktarın ödenmesidir. A,b,c diye kaydettiğim ilk üç görüş ise mezhepler içinde bazı alimlerin istisnai görüşleri olarak kayda geçmiştir.

5-Pekala bu dört içtihadı dönemin fukahası paranın değer kaybı ve fazlalık faizi dediğimiz ribe’l fadl anlayışına göre belirlemiş ve tercihler yapmış. Şimdi biz bu dört görüşten birini tercih etmek zorunda mıyız? Başka bir yol bulamaz mıyız? İslam hukuku bu konuda bütün yolları günümüz insanına kapatmış, yeni arayışlar içine girmesin mi demektedir?

Bu sorunun cevabı açık, seçik ve net; hayır. Aksi halde bu hukukun kendini inkar etmesi olur. Müntesiplerini dünde yaşamaya mecbur bırakması anlamına gelir böyle bir şey. Kaldı ki adı üzerinde içtihadi, beşeri ve üretilmiş görüşlerdir bunlar. Bugünün reel gerçeklerine bağlı olarak günümüz hukukçuları, ekonomistleri ve kanun yapıcıları bir araya gelerek başka bir çözüm yolu rahatlıkla bulabilirler hatta bulmak zorundalar. Zira yukarıda zikrettiğimiz dört görüş hem kendi mecrasında akıp giden ticaretin akışına kısmen ters hem de tarafların çıkarlarını karşılıklı olarak gözeten unsurları korumuyor. Belki b ve c şıkkındaki tarafların zararı paylaşması veya akdi fesh etmesi bundan istisna tutulabilir ama o da ticaretin akışını engelleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Pekala ne yapılabilir? Ne teklif ediyorsun diyebilirsiniz. Öncelikle enflasyonist bir ortamda yaşıyoruz ve borcun ödeme zamanına gelinceye kadar da enflasyon oranını tahmin etmek imkansız. Bu durumda akdin başında ödeme zamanı geldiğinde enflasyon miktarı fazlalığın borca ilave edileceği şart koşulamaz mı? Neden olmasın? Konu adalet ise, haksız kazancı önlemek ise, aldanmama ve aldatmama ise, zarara uğramama ve zarar vermeme ise gerçekten neden olmasın? Kaldı ki enflasyon nispetindeki fazlalık sadece paranın yani alacağın değer kaybını karşılayacağı için ribe’l fadl dediğimiz reel faize de girilmemiş olacak.

Evet, günümüz dünyasında kaleme alınan ve İslam ekonomisi çalışan bazı akademisyenlerden bazıları aynen bu teklifi yapmaktadırlar ki bu satırların yazarı da bu görüşe katılmaktadır. Bazıları ise “Bu şart akde ilave edilebilir ama borçlu bu fazlalığı vermeye zorlanamaz’ demiştir ki bunun sebebi reel fazlalık ve bu fazlalığın faiz olma endişesidir. İyi ama zararın muhakkak olduğu bu durumda alacaklı aleyhine tahakkuk eden zarar nasıl tazmin edilecek? Sıra buna gelince sükut. Şekil şartları ağır basıyor bu zihniyette. Gâî yaklaşım sergileyemiyorlar. Maksada bakmıyor ve bakamıyorlar. Halbuki sorun bu ve bu tercih verili soruna çözüm olmuyor. 

6-Sonuç itibariyle aynı noktada birleşmesine rağmen bir önceki maddeden farklı bir durum daha var; o da günümüz ticaret dünyasında borcun zamanında ödenmemesi. Yaygın bir adet bu. Bu verili durum da ödeme zamanında enflasyon farkının alınacağı şartını akde koymanın lehine bir delildir. Ayrıca klasik fıkıh kitaplarımızda alacaklının alacağını zamanında tahsil etme adına gerekli gayreti göstermesi, borçlunun da borcunu ödeyebilecek imkana sahip olduğu halde ödememesi durumunda alacaklının muhtemel bir gelirden olduğu düşüncesiyle bilirkişi raporuyla o hayali gelir bile alacağa ilave edilebilir içtihatları vardır.

7-Buraya kadar yazdığımız maddeler doğrultusunda ‘Akdin imzalanması esnasında ortaya konacak enflasyon oranı borca ilave edilir’ gibi şartlar İslam hukukunda garar ve cehalet dediğimiz çerçeve içine girmez mi sorusu akla gelebilir? Evet, girebilir ve muhtemel alıcı ile satıcı arasında anlaşmazlığa da sebebiyet verebilir. Onun için başlangıçta paranın değer kaybının tahakkuku durumunda neyin ölçü alınacağı baştan çok net bir şekilde belli edilmelidir. ‘Şu kurumun söz gelimi tüketici fiyatlarını baz alarak açıkladığı enflasyon rakamlarına göre’ denilip te’vil ve tefsire imkanı olmayacak netlikte bir cümle ile kayda geçirilmelidir.

8-Akit esnasında TL üzerinden yapılan bir borçlanmanın enflasyondan etkilenmeyen veya öngörülebilir şekilde etkilenen  altın veya döviz üzerinden yani bir başka para birimi ile ödenmesi kararlaştırılabilir mi? Evet yapılabilir.

İkinci soru; ödeme zamanında altın veya döviz ile borç ödenirken enflasyon farkı da ayrıca talep edilebilir, alacağa ilave edilebilir mi? Benim şahsi kanaatim hayır. Neden? Başlangıçta TL üzerinden yapılan alışverişin döviz veya altın ile ödenmesi zaten TL’nin değer kaybından kaçmak için yapılan bir işlemdir. Ama ilerleyen zamanlarda borçlu aleyhine gelişen bir durum oldu ve alacaklı için evdeki hesap çarşıya uymadı ise, altın ve dövizin değerinde alacaklı aleyhine gelişmeler oldu ise bu durumda borçluya ikinci bir yük yüklemenin doğru olmadığına inanıyorum. Onun için ya baştan TL üzerinden enflasyon oranı miktarınca fazlalık ana borca ilave edilir demeli ya da altın ve döviz ile tahsil edilir deyip anlaşma kapatılmalıdır. Bununla beraber borçlu olan taraf bunu kabullenir ve enflasyon farkını verirse ona da bir şey demem.

9-Vadeli alışverişlerde enflasyon farkı talep edilmemelidir. Satım esnasında peşin ile vadeli fiyat farkını ödeme şartlarına göre belirleme satıcının sorumluluğu altındadır ve satıcı bu farkı muhtemel enflasyonu da nazara alarak belirler. Artık bunun üzerine bir de tahminin üzerinde gerçekleştiği için enflasyon farkını talep etme alıcı ile satıcı arasında ciddi tartışmalara ve anlaşmazlıklara sebebiyet verebilir.

10-Baştan itibaren dile getirdiğimiz enflasyon oranı gabn-i fahiş/aşırı aldatma tabiriyle nitelendirilebilecek çerçevede olan alışverişler için geçerlidir. Yoksa ticari hayatın içinde tahammül edilebilecek ölçüde yani gabn-i yesir denilen küçük oranlardaki zararlar yani enflasyon bu yaklaşımların haricinde kabul edilmelidir.

Söyleyebileceklerim bu kadar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

15 YORUMLAR

  1. Hocam iyi ki bu konuya girdiniz. Bu konunun günümüze göre yorumlanması çok gerekliydi. Bazı noktaları da vurgulayabiliriz:
    – Bugün para dediğimiz şeyin hiçbir asli karşılığı yoktur. Merkez bankaları teorikte istediği kadar para basabilir ve sizin anlaştığınız değer pula dönüşebilir.
    Daha da etkilisi ve tahmin edilemez olanı ise bankaların sahip olduğu kaydi para yaratma yetkisi. Bankalar verdikleri kredileri teminat gösterip tekrar tekrar kredi verebilir (ABD’de 10 katına kadar). Yani yoktan para yaratabilir. Faizlerin oranına bu para yaratma miktarı değişir. Faizler çoksa daha az kredi verebileceği için daha az yaratabilir, faizler az ise daha çok yaratabilir.
    Dolayısıyla herhangi bir para birimine sabit bir mal muamelesi yapmak uygun olmaz.
    – Türkiye’de görüldüğü üzere enflasyonu hesaplayan kurumlar, gerçekleri değil istediği rakamı açıklayabilir. O yüzden illa ki şu kurumun açıkladığı olsun diye hocalar tarafından bir hüküm kurulamaz.
    – Borç veren kişi esasında bir “opportunity cost”, yani fırsat maliyeti tercihi yapmaktadır ve yapabilmelidir. Şöyle ki, o parayı borç vermek yerine altın, ev, arsa, hisse senedi, ya da herhangi bir mal alabilir. Vade sonunda bunların her birinin farklı değerlemesi olacaktır. Dolayısıyla borç verirken bunların birisi ya da bir kaçının değerlemesine göre vade sonunda paramı alırım diyebilir (nihai rakam başta belli değil). Yani illa ki bir enflasyon tanımı olmak zorunda da değil.

    Hocam bunlara dolaylı olarak değinmiş ama doğrudan yazdığı ikinci bir devam yazısı fena olmaz.

      • Hocam incelik gösterip cevap vermişsiniz, çok teşekkür ederim.
        Esasında bu yazı çok hızlı bir şekilde ana sayfadan kayboldu. Hem bu sebeple, hem de konunun biraz etraflıca olması sebebiyle ikinci bir yazıdan öte, müstakil bir eser yazmayı düşünürseniz çok sevinirim.

        Özellikle bizim müslümanlar hemen kestirip atan bakış açılarını çok seviyorlar. Aşağıda bazı yorumlarda var, şöyle böyle deyip iki cümlede hükmü kuruyorlar. Mesela, malı alırken ne anlaşırsanız odur, sonrasında fark isterseniz faizdir diyor hemen. Karşı taraf bugün ödese de bir sene sonra ödese de aynı parayı istemeyecektir herhalde. Peki vadeli ödemeye fazla isteyecekse neye göre isteyecek? Hem ödenecek fazlalığı baştan belirlemiş oluyor, esas bu faiz olmuyor mu? Ayrıca böyle anlaşmada iki taraftan birisi çok büyük olasılıkla zarar edecektir. Vade farkı paranın değer kaybından çok olarak gerçekleşirse alıcı, az olursa satıcı zarar edecek. Dolar, euro ile işi çözüyor. Peki bu para birimini kullanan ülkelerde enflasyon yok mu? Orada para sabit değerde mi? vesaire..

        Yani hocam, referans olacak mahiyette; belki ta paranın, bankanın, kredinin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, neden önemli olduğundan başlayan bir eser. Peygamberimiz dönemindeki faiz kavramının ne olduğunu irdeleyen, bir anlamda sebeb-i nüzulu, sebeb-i hadisi araştıran, ortaya koyan bir çalışma.
        Modern, dijital, kaydi parayı anlatan ve peygamber günlerindeki para ile karşılaştıran bir kitap. Geleneksel ve günümüze yakın zamandaki alimlerin bu konudaki yorumları ve dayanakları, ve belki de bu yorumların sizin tarafınızdan nesnel bir gözle değerlendirilirmesi. Ve daha ötesi. Bilimsel tarzda bir eser bir anlamda. Ta ki sonuçları ikna edici olsun.

        Ama tabii ki kitaba giden yolda bir yazı serisi de yazmak isterseniz hiç hayır demem. 🙂
        Saygılarımla.

        • Yeryüzünde banka diye bir gerçek var, kredi diye bir gerçek var, kurulmuş bir düzen, makro ve mikro ekonomik dengeler var, biz bunu değiştiremeyiz, buna alternatif uretemeyiz, kendi sistemimizi kuramayiz, kendimizi buna nasıl uyduracagiz diye bakan bir insan, topluluk veya toplumlar ilayi Kelimetullah sevdasından, nami celili Muhammed-i’yi(sav) üzerinde güneşin doğup battığı her yere götürme ufkundan bahsedecek olursa, bu kara mizah olmaz mı? Sürekli alışveriş yaptırmaya dayalı, arz ve talep dengesinin sürekli hareket halinde bulunmasına dayalı, büyüme olmaması durumunda ölü olarak algılanan ekonomik bir sistem kurmuş “Batı” anlayışı değiştirilemez ve kabul edilmesi gereken, ayak uydurulmasi gereken tek gerçek midir? Nerede kaldı kendi dünyamızı inşa ve ihya etme sevdası? Rasulullah(sav)’in Medine’ye hicretinden sonra devletlesme adına attığı adımlara hiç kafa yormayip, onları iktisat 001’de anlatılan makro ekonomi’den öne almayan nesilller mi taşıyacak namı celili Muhammed-i’yi (sav) güneşin doğup battığı her yere? “Haşa summe haşa” taşımak idealinden bahsedilen şey bir reklam broşürü mü? Rasulullah(sav) Medine’ye geldiğinde Yahudilerin oluşturduğu çok sağlam bir ekonomik düzen yok muydu? Onların kılık kıyafet bayram pazar çarşı alışveriş hukuk kuralları hasılı hayatın her alanına dair kurulu bir düzenleri yok muydu? Günümüzde Afrikada veya Amazonlarda karşılaşılabilenlere benzer şekilde, ilkel bir kabile mi vardı sanılıyor o dönemin Yesrib’inde? Rasulullah(sav) onların düzenine ayak mi uydurdu, yoksa yeni bir düzen yeni bir dünya mi kurdu? Ben bir müslüman olarak Rasulullah’in(sav) sünnetini inceleyip ve onu önceleyip kendimi ona uydurmaya mi çalışacağım, yoksa onu kale bile almayıp günümüz iktisat teorisine, günümüz hukuk düzenine günümüz anlayışına “haşa” Allah’ın(CC) dinini mi uydurmaya çalışacağım, işime gelecek fetvaların peşinden mi koşacağım? Bir müslümanın doğrusu Islamdir ver her şeye önce İslam gozlugunden mi bakar, yoksa İslam “haşa” insanın sürekli canı istediği gibi zamana gore işine geldiği şekilde değiştirebileceği bir araç, bir enstrüman mıdır? Rasulullah (sav)in beyan ettiği üzere Hristiyan ve Yahudilerin yolundan “Kelerin deliğine girecek kadar” adım adım gidip onların yaptığı her saptırmayı aynen uygulamak suretiyle ile Firka-i Naciyeden olunamayacagini anlamak çok mu zor hakikaten? Insanın bir seçim yapması gerekmez mi? Allah’tan(CC) ve Rasulullah(sav)’tan yana mi olacagim, yoksa dünyanın var olan kurulu düzenine pelesenk mi olacagim diye akletmesi gerekmez mi?

          • “Bir müslümanın doğrusu Islamdir ver her şeye önce İslam gozlugunden mi bakar” diyorsunuz.
            Sanırım İslamın asr-ı saadetin sonrasından beridir yaşadığı esas sorun bu. Sizin anladığınız İslam ile benim anladığım aynı değil belli ki.
            Keskin inançlar ile fikri tarafgirlikle beraber tekfire varan ayrılıklar.

            Halbuki savunduğum borç verme yöntemi İslami bir yöntem ve mevcut düzende yeri yok, keşke olsa. Banka ya da merkezi yönetim dese ki şu şu bağımsız kurumların açıkladığı değer kayıplarına göre borç vereceğim ve alacağım. Tabii ki daha sağlam bir zemine oturtulabilir. Ama bunun için öncelikle bu düşünceyi hemen reddetmeyip makul görmek ve üzerinde kafa yormak gerekir.
            Bir diğer konu da kapitalist dünya ifadesi. Evet işte tam da bu sebeple borç verme alma üzerindeki faiz referansını kaldıran, ama insanların hem dinen hem de ekonomik olarak içine sinen bir borçlanma sistemi bulmalıyız. Çünkü paranın efendileri, gerek maddi gerek politik güçleriyle bizim sabit kabul ettiğimiz paranın değeri ile oyuncak gibi oynuyorlar. Bankalar büyük firmalara, yani kapitali çok olanlara ucuz ve sınırsız kredi verirken KOBİ ve küçük esnafa gelince kırk dereden takla attırıp fahiș faizle kredi veriyorlar. Bizler bu tip engelleri öncelikle fikren kaldırmalıyız ki bu düzen bir gün değişsin.

        • Harika bir yorum olmuş “Saygıdeğer Bir Okur”. Size de teşekkürler. Aynı isteklerde beraberim.

          Ayrıca yazının hızlıca kaybolması da dikkate şayan bir husus. Bu da platformun itibarını ilgilendirir. Maslesef platformun ilk çamı değil! Gün olur, o da düzelir…

        • bir okur artık bir yazar olmalı bence 🙂 ahmet hocayla beraber bir eser yazmalısınız belki de. O kabul etmiyorsa da siz kendiniz yazın ben bir okur olurum 🙂

  2. Sonunda enflasyonu kavramini yok saymayan ve insanların sorunlarına çözüm sunan yada en azindan çözüm arayan bir yazı. Tebrikler. Devamı gelir inşallah.

  3. Uzun zamandir yazilarinizi okuyan birisi olarak soyleyeyim, sonunda konuya acik cevap veren yazi yazabilmissiniz. Onceki yazilariniz, genelde lafi evelemeden, bosa top cevirmekten ileri gitmiyordu. Bunun gibi net cevaplar olan yazilar okumak dilegiyle.

  4. A. Kurucan’i elestiren yorumlari yazmadiginizi acikca ilan edin de, bosuna yazilarini okuyup, yorum icin vaktimizi harcamayalim. Kendisi calip, kendisi soylesin.

  5. Kapitalist sistemin hakim olduğu dünyada bir müslümanin kendine Kur’an ve Sünnet’e uygun bir yol bulması çok mu zor?
    Birincisi bu konuyu bu kadar dallandirip budaklandirmanin ne anlamı var?
    Ikincisi bir müslüman neden İslam’ın esaslarina uymaya çabalamak yerine İslami kendi heva ve hevesine, işine geldigine göre uydurmaya çalışsın? Bunu yaparsa bu yaptığı dini tahrif etmekten başka ne olur ki?

    Alışveriş bir akittir, bir anlaşmadır. Benim bir malım vardır. Satılığa çıkarırım. Bu malı bir alacak çıkar. Fiyat üzerinde anlasirim. Mesele biter. Pazarlık sırasında adam ücreti şimdi mi ödeyecek sonra mi ödeyecek nasıl ödeyecek hepsini konuşurum. Alışveriş akdi tamamlanir. Eğer sonra bir ödeme söz konusu olacaksa bu alışveriş akdi değil borç akdi ile alakalı ikincil bir anlaşmadır. Peşin ödeme ile sonradan ödeme arasında alışveriş akdi açısından değişen bir şey olmaz. Pazarlık sırasında mala biçilen fiyat ne ise belirlenir, ödeme şekli de kararlaştırılır, alışveriş akdi tamamlanir. O an ödendi ise borç akdi de oluşmaz. Konu kapanır. Malın kusurlu olması, akde yalan karıştırmak vb ikincil konular ayrı olarak ele alınması gereken kavramlardır. Bunları da borç akdi gibi alışveriş akdine karistirmamak gerekir.

    Alışveriş akdinde anlasilan konusulan ücret ne ise onun üzerinde sonradan yapılan her türlü fiyat arttırma girişimi faizdir ve haramdır. Bunun kılıfı falan uydurulamaz.

    Vay enflasyondu, yok para değer kaybetmisti. Böyle bir şey yok İslam’da. Kimse kimseyi kandırmasın. Alışverişi TL ile yapmak zorunluğu da yok ayrıca. Alanya’da ev alıp satacaksin, Euro geçer. TL ile pazarlık bile yapmaz kimse. Boğazda ev alan satan adamlar dolarla işlem yapar. Başkası herhangi bir malını altın ile satar, diğeri gümüş ile. Önemli olan alışveriş sırasında ne üzere anlasildigidir, ve fiyatın o anda “hiçbir muğlak taraf bırakılmadan net şekilde belirlenmesidir”. Fiyat herhangi bir para veya emtia biriminden net bir şekilde belirlendikten sonra, ödeme zamanları da belirlenir ve borcun hukuku işler. Belirlenen para veya emtia birimini sonradan değiştirme girişimi, fiyatı arttırma girişimi, buna o para biriminin değer kaybını mazeret sunma çabaları sonucu değiştirmez. Bu tarz yaklaşımların tamamı faiz olur ve haramdir. Derdi İslam’a uymak olan bir müslüman için baştan alışverişi düzgün yapmak kadar basit bir şey varken işi bulandirmanin hiçbir anlamı yok. Okuduğunu anlayabilen herkes bu konudaki sahih hadislere bir açıp baksa, aslında meselenin ne kadar da basit ve berrak olduğunu, insanlarin işleri karmasiklastirdigini çok rahat anlayabilirler. Akdi düzgün ve net yapacaksin, muğlak ifadeler olmayacak ve akde sadık kalacaksin. TL ile yaptıysan sonradan “TL değer kaybetti enflasyon farkı isterim” gibi bir mazeret uydurmayacaksin. İslam’da yok vade farkı, yok enflasyon farkı diye kavramlar yok. Bunların tamamı sonradan yapılan delili dayanağı olmayan uydurmalar. Mesele aslında bu kadar basit.

  6. Esasında mesele insanın kapital sistemin mantığı ve argümanları ile Islama mi, ya da tam tersi İslam’ın kural ve esasları ile kapital sisteme mi baktığı meselesi. Işin özü insanın İslami, Kur’an ve Sünnet’i mi, yoksa kurulu kapital düzenin esaslarini mi değişmez temel doğru kabul ettiği. Her insan keşke bunu kendisine itiraf edebilse. Her müslüman keşke Kur’an ve Sünnet bu konuda ne diyor, Rasulullah(sav) ve Ashabı (rac) bu konulara acaba nasıl yaklaşmış diye iyice bir arastirsa, açıp okusa.

  7. Saygıdeğer Eyüp Doğan Bey’in yorum sayfalarına yazdığı dizi yorumların ortak özelliği, ilmi temelden yoksunluk ve kişisel olarak inandığı, kendince adını din koyduğu ama asıl din ile bağı kurulamayan bir modern zamanlar bağnazlığına hepimizi mahkum etme gayreti olmuş.

    Subjektif görüşlerine saygı duyuyor, bu felsefedini kendi hayatına hayat kılmasında özgür olduğunu düşünüyor ve fakat bu “din ile ilgisi olmayan kişisel kanaatine” hepimizi mahkum etme gayretine itiraz ediyorum.

    Ahmet Kurucan Hoca, tam isabetle, gittikçe saçmalanan bir konuda Hakkı haykıran alim olmuş, ilminin gereğini yapmış ve bizleri aydınlatmış. Müteşekkiriz, Allah ondan razı olsun.

    Değilse, içimden bir his, içerdeki birileri bizi topyekün olarak bazı körlerin rehberliğine mahkum mu etmek istiyor acaba diye sorgulamadan edemiyor…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin