HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Türkiye’nin en büyük sorununun temelinde neler olduğu pek çok uzman anlatıp yazdı. İnsana yansıyan boyutu ise enflasyon oldu. İktidar, temel nedeni kabul etmediği için ortaya çıkan soruna çözüm bulması imkânsız. Kullanışlı manivela bile olamayan ekonominin tepesindeki bakan ise umut süresini hep daha öteye atmakla meşgul.
AK Parti hükümeti, sebep olduğu enflasyonu çözebilmesi mümkün değil. Çözebilmek için önce sorunu kabul etmesi gerekiyor. Ancak sorunu kabul edince buna nelerin yol açtığını sorgulamak zorunda kalacak.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Sorunun temeline inildiğinde orada nelerin yattığı net bir şekilde görülecek. Gücü elinde tutanlar, bunu kaybedeceği korkusuyla temele inmeye yanaşmıyor.
Yaşananların temelinde neler mi yatıyor?
– Hukukun yok olması,
– Keyfi yönetim,
– Tek kişinin, işin önünü arkasını hesaplamadan aldığı keyfi kararlar,
– Ortak aklın yok edilmesi,
– İktisat biliminin yüzyıllardır işleyen kurallarının yok sayılması,
– İşin ehliyetsiz kadrolarla yürütülmeye kalkışılması.
Bunlara ilave etmek elbette mümkün. Ama en önemlilerini sıralamaya çalıştım.
Kur Korumalı Mevduat (KKM) ya da Dövize Endeksli Mevduat (DEM), 8-9 TL’den birkaç hafta içinde 18 TL’ye fırlayan dolar için şok etkisi yapma anlamında belki bir çözümdü.
Bu araç kullanılıp Merkez Bankası’ndan ve kamu bankalarından döviz satılarak dolar bir gecede 11 TL’ye geriletildi.
Bu esasında yeni bir enstrüman değildi. 1970’li yılların Dövize Çevrilebilir Mevduatının (DÇM) risklerini taşıdığını 21 Aralık 2021 tarihli yazımda sıralamaya çalışmıştım.
Benzeri yola ülkeyi duvara toslatan dönemin Tansu Çiller hükümeti, 5 Nisan 1994 tarihli aldığı kararlarda da benzeri yola başvurdu. Dövize olan talebi kırmak için adına “Süper Bono” denilen yüzde 400 faizli kağıt çıkarıldı.
Çok acı olmasına rağmen Çiller’in çıkardığı faizin çerçevesi belliydi. Çılgın oranda faiz veren bono bir kereliğine çıkarılmıştı. Bu adımın Hazine’ye getireceği yükün boyutları hesaplanmıştı.
Dün yapılanların daha kötü bir versiyonu bugün süresiz bir şekilde uygulamaya konuldu. KKM’deki mevduatın 667 milyar TL’ye (45 milyar dolar) çıkmasıyla övünüyorlar.
Oysa Hazine’nin sırtına kartopu etkisi yaratarak gelen bir dolarizasyon var karşımızda. Bu tablodan aklı başında ekonomi yönetimleri korkuya kapılır. Bizimkilerse övünüyor.
ASIL SORUN KAPIDA BEKLİYOR
KKM’de ilk vadenin sonunda para sahiplerine yüzde 120-125 dolayında bir faiz ödemesi yapıldı. Hatırlanacağı gibi bu enstrüman para sahiplerini, dövizdeki yükselişe karşı ve bankaların verdiği faizi teminat altına alıyor.
KKM’de enflasyon koruması yok. Toplumda hemen her kesimin güvenini kaybeden TÜİK rakamları bile üretici enflasyonunun Mart 2022’de yüzde 115 olduğunu ortaya koydu.
Gelinen noktada enflasyon karşısında parayı koruyabilen enstrüman kalmadı.
Şimdi burada bir ayırımın yapılması gerekiyor. İktidar KKM’yi para politikası gibi sunmaya başladı. Oysa bu Merkez Bankasının kullandığı enstrümanlardan birisi, para politikası değil.
Kendilerini öyle bir cendereye soktular ki KKM’den ne zaman dönüleceğine ilişkin bir takvim öngörülemiyor. Sadece para sahipleri de değil, kendileri de nasıl dönebileceklerini bilmiyorlar.
Para TL olarak hesapta bulunuyorsa da esas itibariyle dolarizasyondan kurtulma durumu söz konusu değil.
Ortada serbest kur sistemi yok; dalgalı, kontrollü bir kur rejimi var.
Hepsinin temelinde bilerek (bilmeyerek demek mümkün değil) ve kaşıyarak patlatılan enflasyon var.
Bu enflasyonun önünün nasıl alınacağı kestirilemiyor. Ülke ekonomisinin emanet edildiği Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin, damat Berat Albayrak’ı mumla aratmak için getirilen bir isim olmaktan öte yaptığı bir iş yok.
Aralık ayında fiyatlar patladığında “enflasyonun Ocak ayında pik yapacağını, sonra inişe geçeceğini” söyledi. Enflasyon asıl tırmanışını Nebati’yi yalan çıkarmak için Şubat’ta yaptı.
NEBATİ’NİN UMUDU BAZ ETKİSİNDE… YA BAZ ETKİSİ CAZ YAPARSA
Nebati, o sıralarda enflasyonun Haziran ayından itibaren inişe geçeceğini söyledi. Şimdi ise bu beklentisini Aralık 2022’ye erteledi. Şimdi ise “Aralık ayından itibaren enflasyonun nasıl düştüğünü göreceksiniz” diye umudunu baz etkisine bağlamış durumda.
Baz etkisi denilen şey, “bundan sonra bir kırılma olmazsa” şartına bağlı. Eğer ekonomide talep şartları böyle sürerse ve fiyat baskısı bugünkü gibi olursa Aralık ayında baz etkisi falan kalmaz.
Bugün itibariyle aylık enflasyon her ay yüzde 1 oranında gelse, 2022 Aralık ayında enflasyon yüzde 34 düzeyinde olur.
Yukarıdaki iyimser tablo hayata geçerse, bu durumda 2022 yılı enflasyonu yüzde 46 düzeyinde gerçekleşir.
2021 Aralık ayında enflasyon yüzde 13,6 olmuştu. Bu yıl diyelim ki Aralık ayında 5,5 olarak gerçekleşti. O zaman enflasyon yıllık bazda yüzde 13,6-5.5 = yüzde 8,1’e düşmüş olur.
Baz etkisi, enflasyonun yükseldiği dönemlerde ekonomi yönetimlerinin umudu haline geliyor. Ancak yanlış politikalar yüzünden baz etkisi bir türlü devreye giremiyor. Görüldüğü kadarıyla bu yıl da öyle olacağa benziyor.
Yıllık enflasyonun düşmesi, fiyatların ineceği anlamına gelmediği gibi yükselmeyeceği anlamı da taşımıyor.
TÜİK rakamlarıyla hesaplama yaparak gidelim:
2021 Mart ayında 55 TL olan dana eti, geçen ay 97 TL’ye çıktı. Bu yıllık yüzde 76 artış yaşandığını gösteriyor. Farz edelim ki 2023 Mart ayında dana etinin kilosu 50 TL daha artmış olup 147 TL’ye çıksın.
Bu örnekte enflasyonun yıllık bazda yüzde 25’lik bir düşüş olduğunu gösteriyor. Enflasyon yüzde 76’dan 51’e düşmüş oluyor ama etin fiyatının 97 TL’den 147 TL’ye çıkmasını engelleyemiyor.
Enflasyonun düşmesi, hızının azaldığını ifade eder. Fiyatların düştüğü anlamına asla gelmez.
Bu ülke, enflasyonun altında yatan temel sorunlara eğilip çözme yoluna gitmedikçe, bırakın enflasyonun makul seviyelere gerilemesini, inişini bile öngörülen bir sürede kestirmek hayalci bir yaklaşım olur.
Aynı şeyleri yaparak, farklı sonuçlara ulaşmak mümkün değil.