Encam-ı zalim…

Yorum | Naci Karadağ

Gürcü asıllıydı. Babası bir kundura tamircisi, annesi ise dinine bağlı çamaşır yıkayan bir kadındı. Fakirlerdi ve bunu hep bir mağduriyet malzemesi olarak kullanmayı başarmıştı.

Yoksulluk içinde geçen bir çocukluk…

Açlıktan bayıldığını anlatıyordu o zamanki arkadaşlarına.

Daha henüz onuna gelmişti ki babasını kaybetti. Annesi onu din adamı yetiştiren bir mektebe gönderdi. Ancak okulda akıllı durmadı ve tasdikname ile kovuldu. Soranlara “maddi sebepler dolayısıyla” diyordu.

Diploması var mı yok mu hala belli değildir…

Muhalif hareketlere merak saldı. Ancak asla birinci adam olamıyordu. Çünkü hem kendisinden daha kültürlü, birikimli, hem de karizma olan kişiler hep öndeydi. Hep ama hep bir ya da iki adım arkadan gelmek zorundaydı.

Kısa süreli bir hapis ve sürgün hayatı yaşadı ama nasıl olduysa oradan firar etmeyi başardı. Sonraki birkaç tutuklama denemesinden de paçayı sıyırmayı bildi. Kanuna karşı bu sağlam duruşundan dolayı kendisine bir lakap takılmıştı. Dik duruyordu ve çelik gibi sertti. Asla yumuşamıyordu.

NASIL OLUYORSA HEP EN TEPEYE YAZILIYORDU İSMİ

Katıldığı partinin yerel yönetimlerinde basamakları birer birer çıkmaya başlamıştı. Ancak tuhaf dedikodular sürekli dolaşıyordu. Başkasının seçildiği yerlerde bir anda kendi ismi liste başı oluyordu her nedense! Yaşadığı toplum çok büyük değişimler yaşarken hiçbir katkısı olmadı. Hep sıradan bir vagon olarak sonlarda takılıp kalıyordu ama bu işin rantını yemeyi öğrenmişti.

Koskoca devrimde esamisi bile okunmayacaktı ama bir şekilde katıldığı siyasi partinin genel sekreteri olmayı başarmıştı. Kendisinden çok daha güçlü ve devrimin sembolü olan isimlerin gölgesinden kurtulamıyordu.

Liderleri yaşlanmıştı ve hastaydı. O’nun ülkesi için nasıl büyük bir tehlike potansiyeli taşıdığını fark eden lideri, tüm çabalarına rağmen saf dışı bırakamadı.

Yardımcısını çağırdı ve liderliği ona teslim edeceğini söyledi.

Hem teamüller böyleydi hem de ikinci adam hak ediyordu liderliği. Devrimin her zerresinde katkısı olduğu gibi birikimli ve karizmatik bir adamdı.

Felç geçirdi lider ve öldü.

Herkes ikinci adamın lider olacağını tahmin ederken garip bir manevrayla liderlik koltuğuna oturdu.

KANLA YAZILAN BİR TARİH

Sonrası ise adeta kanla yazılan bir tarih oldu kendi toplumu için.

Önce kendine rakip olabilecek tüm isimleri birer birer saf dışı bıraktı.

Tüm popüler dilleri ve argümanları kullanıyordu bunun için.

En çok da ‘hain’ kelimesini seviyordu. Çünkü çok alıcısı vardı bu kavramın. Hain dediğiniz an akan mantık bir anda duruyor, vicdanlar kilitlenebiliyordu. O ise bunu çoktan keşfetmişti.

Dava arkadaşım, dediği isimler garip şekilde birer birer yolundan çekildiler, etrafını boşalttılar. Yalnız kaldıkça korku büyütüyordu.

“Benden nefret edilmesinde hiçbir sakınca yok. Korksunlar yeter” diyordu her seferinde.

En hâkim duygu korku ise, diğer duygular anlamsızlaşıyordu ve o bunu çok iyi biliyordu.

EKONOMİK İFLASA SEBEP OLDU

Tuhaf cinayetler, kaçırmalar, karalamalar, infazlar birbirini kovalarken diğer yandan kendinden önceki liderin tüm siyasi ve ekonomik programını değiştirmeye başlamıştı. Özgürlük vaadinin yerini ağır bir totaliter yönetim anlayışı almıştı. Halkın nefes alanı gittikçe daralıyordu ama itiraz etmeye korkuyordu toplum. İtiraz, ihanet demekti çünkü onun ülkesinde artık!

Ekonomik anlayışı iflas etti. Millet eski dönemi ararcasına perişan olmuştu. Halk isyanın eşiğine gelmişti ama öylesine çelik bir yumrukla yönetiyordu ki ülkesini, hayatını riske atamayanın sesinin çıkması mümkün değildi. Zaten çıkan sesi kimsenin duyma ihtimali de yoktu.

PARTİ İÇİ TEMİZLİĞİ HAYSİYETSİZCE YAPTI

Kendi partisi içindeki temizliği nispeten kansız ama haysiyetsizce yapıyordu. İtiraz edenin önce haysiyetini yok ediyordu ardından yokluğa mahkûm ediyordu. Yanındakilerden önemli bir isim “İnsanlık tarihinin en barbar dönemi” olduğunu itiraf etmek için çok bekledi.

Rakiplerinden bazıları şaibeli şekilde ölüyor, ordu komutanı ise kaçarak yakayı ancak kurtarabiliyordu. İstanbul’a kadar kaçtı bu komutan, hatta sonra Meksika’ya. Ancak “Dünyada size güvenli yer yok” diye kükrüyordu kendisi ve bulup öldürttü nihayetinde oralarda da.

İstihbarat ve polis teşkilatının başındaki adamına sürüyle pis işini yaptırdı. Ancak daha sonra yargılandı ve işkence altında zorla itiraf imzalatıldı. İtirafında bir hain olduğunu söylüyordu gizli hafiyenin başkanı. İdam edildi…

Gözü o kadar dönmüştü ki, vakit geçtikçe neredeyse herkes hain oluyordu. Kendi partisinin üçte ikisini hain olarak damgaladı. Gün gelecek eşi ve öz oğlu bile bu suçlamadan nasibini alacaktı.

En büyük “temizliği” ise kendisine hep arka çıkan ordu içinde yaptı. 5 mareşalden 3’ü, 16 ordu komutanlarından 14’ü, 8 amiralden 8’i, 67 kolordu komutanlarından 61’i, 133 tümen komutanlarından 130’u, 599 tugay komutanlarından 211’i, 11 harp komiseri yardımcılarından 11’i tasfiyeye uğradı, 35 bin subay kadrosundan yarısı ya idam edildi, ya da hapse atıldı.

‘BENİMLE OLMAYAN, BANA KARŞIDIR’

Zihniyeti çok netti ve bunu ifade etmeye çekinmiyordu: “Benimle olmayan bana karşıdır!” Sadece 6 yıl içinde 2 milyona yakın insanın öldürüldüğünü yazar tarih, onun döneminde. Oysa kendisinden önceki dönemi ‘kanlı ve baskıcı’ olarak niteleyerek gelmişti iktidara. Kendisinden önceki dönemde öldürülen toplam insan sayısı 997 idi.

Aydınları, eğitimcileri, din adamlarını, okulları, ibadethaneleri, kültür merkezlerini kapattırdı, yağmalattı, yerle bir etti.

Kendisini desteklemeyen eğitimli, münevver insanlardan en az 300 bin kişinin katledildiği yazılır tarih kitaplarında.

Doğal olarak kültür ve sanata da, kendi düşüncesini yansıtmıyorsa, düşmandı. Milyonlarca kitap yaktırdı, kütüphane yıktırdı.

OTOPSİSİNDE HASTALIĞI ORTAYA ÇIKTI

Sebepsiz bir nefret ve öfke ile doluydu her zaman. Acımasızlığının sebebi olarak görülen bir hastalığı vardı. Bir damar hastalığı olan “Ateroskleroz” yüzünden asabi olduğuna inanılıyordu. Bu hastalık otopsisinde ortaya çıkacaktı.

Nihayetinde insandı. Bu kadar kötülükle dolu olmasının neticesinde hastalanmıştı ama ona teşhis koyabilecek doktor bulunamıyordu, çünkü korkuyordu doktorlar. Epeyce doktoru, ülkeyi bölmek ve kendisini yok etmek için plan içerisinde olduğu gerekçesiyle öldürttü.

İmaj ve algıya çok dikkat ederdi. Yatak odasına girilmesi bile yasaktı. Giren kişi anında idam ediliyordu.

Ve bugün pek bilinmez ama belki de tarihin ilk ‘photoshop’çu diktatörüydü. Fotoğrafları üzerinde sıklıkla düzeltme yaptırırdı. Bu onun için çok önemliydi. Saçına, bıyığına, yüzüne yapılan makyaja çok dikkat ederdi.

ÖZ KIZI SOYADINI DEĞİŞTİRMEK ZORUNDA KALDI

Daha sonra ismi, resmi, heykelleri tarihten hızla silinmeye başladı. Bizzat öz kızı birkaç kez ismini değiştirmek zorunda kaldı. Korkunç bir şekilde öldüğünü kızı şöyle tarif ediyordu: “Belden aşağısı ve sağ tarafı felç oldu. Konuşamıyordu. İhtiyaçlarını kontrol edemiyor ve kendi pisliği içinde yatıyordu. Şiddetli acı içindeydi. Yanına doktor yaklaştırılmadı. Hepimiz onu boğulurken izledik.”

Çok acı çekiyordu. Ölüm yaklaşmıştı, fazla kimse yakınına sokulmuyordu. Bir gün hizmetçisi odadan çıktı ve tarihe geçecek şu cümleyi haykırdı: “Zalim öldü!”

Sadece kendi ülkesinden 20 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan bu zalimin ismi Stalin’di… Ölümünden sonraki serencamı ise bir dahaki yazıya ele almak dileğiyle.

Haşiye: Eğer mevzu ilginizi çektiyse şu linkteki filmi izlemenizi tavsiye ederim: https://www.youtube.com/watch?time_continue=5&v=vQQIetQuTY4

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin