VEYSEL AYHAN | YORUM
Bir yola çıktınız ve yürüyorsunuz. Üç önemli endişeniz olmalı.
İlki: Siz olması gerektiği kalitede misiniz? Taşıyacağınız yükle orantılı sağlam omuzlara sahip misiniz? O yolda size enerji sağlayacak doğru gıdalarla besleniyor musunuz?
İkincisi: Gidilen yol doğru mu? Çoklu kavşaklarda doğru olanı tercih ediyor musunuz? Hedefinize doğru vasıtalarla mı gidiyorsunuz? Tercih ettiğiniz araç misyonunuza yakışır bir vasıta mı?
Üçüncüsü: O yolda önünüze çıkan engellere, beklenmedik acemiliklere, işaret ve işaretçilere, uçurum ve kasislere karşı tetikte misiniz?
Bu üç sac ayağı ile ilgili tekrar tekrar oto kontrol yapılmazsa ne olduğunu anlamaz bir anda kendimizi bir şarampolün dibinde tepetaklak olmuş halde bulabiliriz.
ASLİ HEDEF
Hizmet Hareketi’nin temeli ‘i’la-i kelimetullah”tır. Başka bir şey değil. Allah’ı insanlara anlatmak, insanları daha iyi ve güzele teşvik etmek, kötülüklerden uzak olmanın önemini vurgulamak. Bu yol bir peygamber yoludur.
“Emr-i bi’l-maruf, nehy-i ani’l-münker’ yolunda atılan her adım, adım sahibi için nübüvvete veraset sevabı kazandırır. Çünkü bu vazife, esas itibarıyla peygamberlerin vazifesidir.”(İrşad Ekseni)
Yol peygamber yolu olunca, o yolda peygamber ahlakı taşımak gerekir. Bir peygamber nerede nasıl davranır, nelerden sakınır, nelerden sakındırır?
BİR VARSAYIM
Şöyle bir örnekle başlayayım; şimdiden sonra peygamber gelmeyecek. Muhal farz ile ifade edeyim. Diyelim ki Allah şimdi yeni bir peygamber gönderdi. O peygamber geldiği topluma karşı duruşu ne olur?
Toplumun tamamını kucaklar. ‘Marjinal kesim’ falan demez. Herkese tebligde bulunur. Sayılarla ilgilenmez. O coğrafyada kapısı çalınmadık ev bırakmaz.
Peki o peygamber, geldiği toplumda bir kutuplaşma var ise o kutuplardan birine iltihak ederek dinini anlatmayı başarabilir mi? Tabii ki hayır. Hiç bir kutbun tarafı olmaz. Herkese aynı mesafede durur. Birilerine tarafgirliğin diğerlerine ulaşmayı engelleyeceğini hesap eder. Birilerine tarafgirliğin diğerlerinin nefretine sebep olacağını bilir. O ülkedeki siyasi oluşumların bir parçası olmaz.
O nedenle peygamber siyasetten uzak durur. Siyasetten uzak olmak siyasilere tebliğ yapmamak değildir.
Mesela Hz. Musa, Firavun’u dışlamadı. Firavun’un rezilliklerini görüp, “Ona tebliğe gerek yok!” demedi. Firavun’un kaypaklığı, zalimliği, tiranlığı, Hz. Musa’yı tebliğden alıkoymadı. Kur’an’da ifade edildiği gibi herkese tebliğde bulunduğu gibi “kavli leyyin” ile Firavun’a da tebliğe gitti.
Peki o tarihte Mısır’da demokratik bir yönetim bulunsaydı. Firavun halk oyuyla seçilmiş olsaydı; Hz. Musa, Firavun’u iktidardan indirmek için muhalif siyasi partiye katılır mıydı?
Katılmazdı.
Çünkü Hz. Musa nübüvvetle vazifeliydi. Mısır’ın idaresini ele almak, devlet olmak gibi bir görevi yoktu. Asli misyonu Firavun’u iktidardan indirmek değildi. Çünkü Hz. Musa bir partiye iltihak etse diğer parti taraftarlarına tebliğ vazifesini sonlandırmış olur. Daha baştan toplumun bir kesimini kaybetmiş, onların düşmanlığını kazanmış olurdu.
Siyaset, temas edeni felç eden, içine gireni yutan bir meslek. Şimdiye kadar siyasete dahil olup benliğini yitirmeyen çok az insan vardır. Hz. Bediüzzaman buna şöyle işaret eder: “Hilâfet ve saltanata geçen, ya nebî gibi mâsum olmalı veyahut Hulefâ-i Râşidîn ve Ömer ibn-i Abdülâziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki, aldanmasın.”(Mektubat)
Peki böyle kaç kişi var? Maalesef yok. O sebeple Bediüzzaman Hazretleri siyasetten uzak durmuş.
Sebebini soran olduğunda şöyle cevap vermiş: “9-10 sene evveldeki eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var.”
Hatta siyasetin zihnini bile meşgul etmesini istemiyor: “Bu halin bir hikmeti şudur ki; hakaik-i imaniyeye müştak ve memuriyet mesleğine giren birçok zâtları, bu hakaike endişeli ve tenkidkârane baktırmamak, onları mahrum etmemek için, Cenab-ı Hak kalbime siyasete karşı şiddetli bir kaçınmak ve bir nefret vermiştir…”
Fethullah Gülen Hocaefendi de Bediüzzaman’dan farklı düşünmüyor: “Siz şu zamanda en büyük tehlikenin, kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesi olduğuna inanmışsınız; bütün himmetinizi kalblerin ıslahına teksif ederek bu tehlikeye karşı koymaya kendi kendinize söz vermişsiniz. Öyleyse, o resmî vazifeleri kim yaparsa yapsın, kim hangi makamı temsil ederse etsin, o konuda kimseyi hafife almaz ve kınamazsınız.” (Diriliş Çağrısı)
TEHLİKELER KARŞISINDA
Bir örnekle gideyim… Benim bir Kur’an kursum var. Orada çocuklara Kur’an öğretiyorum. Ama mülk sahibi o beldenin belediye başkanı. Ve bu belediye başkanı her türlü yolsuzluğu yapan, rüşvet alan, rüşvet veren bir insan. Bu durumda ben o belediye başkanına destek verebilir miyim? Partisine katılabilir miyim?
Katılamam; ama şunu yapabilirim ve yapmalıyım. Onu ziyaret eder, usulünce “kavli leyyin” ile yanlışlarını ifade ederim. Destek vermem. Çünkü kendisine destek olmam onun, o şeni fiilerine beni ortak eder.
Diyelim ki şöyle bir tehlike var; belediye başkanı kendisine destek vermezsem kursu kapatmakla tehdit ediyor? Bu durumda ne yapmalıyım?
Hz. Bediüzzaman buna ürkütücü bir cevap veriyor: “İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi, beytü’l-ankebût gibi zayıf düşmüş; cehalettir, onu korkutur, takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira, itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden, kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar.”(Münâzarat)
Demek ki yol Allah’ın yoluysa ve biz, “Tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir. ” (Tevbe 40) diyecek kadar Allah’ın havl ve kudretine sırtımızı dayadıysak korkacağımız bir şey yok. Ama korkularımızı siyasi desteklerle gidermeyi düşünüyorsak bizim Allah’a imanımızda ciddi bir problem var demektir.
Ben Allah ile berabersem, O’nun izni olmadan kimse bana zarar veremez. Allah’ın mülkünde O’ndan başka tasarruf sahibi yoktur.
Benim kursuma zarar verecek tek şey ne o belediye başkanının öfkesi ne de başka bir harici sebep. O kursa zarar verecek, o kursu zarara açık hale getirecek tek bir husus vardır; o da o kursun kalitesini, misyonunu, istignasını ve saffetini kaybetmesidir. Ve temel olarak Allah’a imanın “beytü’l-ankebût gibi zayıf” düşmesidir.
“Allah, bir topluluğa bahşettiği nimetlerini, o toplum kalbî ve ruhî durumunu değiştirmedikçe geri alacak ve değiştirecek değildir.”(Enfâl, 53) “Yani o cemaat, kendisine bahşedilen nimetlere mazhar olduğu andaki safvet, samimiyet, azim, kararlılık ve hasbîlik.. gibi, yüce hasletlerini yitirmedikten sonra, –ilâhî âdete göre– o nimetlerin alınması ve o toplumun derbederliği asla söz konusu değildir. (Kırağı Korkusu, Başyazı)
Peki ‘Hizmet’ insanı siyasete giremez mi? Tabi ki girebilir. Ama şartı şu ki siyaset sahnesine daha çıkmadan şunları kamuoyuna deklare etmelidir: “Ben siyasete Hizmet’in tüzel kişiliği adına girmiyorum. Ben bir bireyim. Birey olarak kişisel kimliğimle siyasete giriyorum. Hizmet gömleğimi çıkardım. O nedenle şimdiden sonraki yanlışlarım, taraftarlığım, taraftarlığımın karşı cephede oluşturacağı düşmanlıklar, idareci olduğum zamanlar yapabileceğim hatalarım… Bunların tamamı şimdiden sonra sadece beni bağlar. Hizmet Hareketi ile ilgisi yoktur. Lütfen bu tarihten sonra bunları Hizmet’e mâl etmeyin.”
Bunlar denmediği sürece siyasetin yutması muhtemel belki de mukadder her insan o batağa Hizmet’in tüzel kişiliğini de sokar. Hizmete zarar verir. Siyaset, hiç bir hüsnü niyete iltimas tanımaz.
MAĞDURİYETLERİ ANLATMAK
Mağduriyetleri anlatmak hemen herkes için bir vecibedir. Bu zor şartlarda bir kahramanlıktır. Toplumda yeri olan, tanınmış, eskilerin tabiriyle, “müşarül-benan”, parmakla gösterilen insanlar her fırsatı değerlendirmeli, bir yol bulup yapılan zulümleri dünyaya duyurmalı. Burada önemli olan anlatılacak insanın niteliği değil, bulunduğu konum. Bizi ilgilendiren ulaşabildiğimiz her makama ulaşmaya çalışıp zulümleri dillendirmek. Firavun bile, tiran bile olsa eğer bizi dinleyecekse peygamberane bir tevekkülle kapısına gidip, anlatma sorumluluğunu yerine getirmek gerekiyor. Tabii ki bu gidiş o kapıya iltihak ve iltisak amacı taşımıyorsa.
“Evet, siyaset sahnesinde rol almak ve idarecilik yapmak da toplum hayatı açısından lâzımdır; bazı kimselerin devlet idaresinde söz sahibi olmaları, milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmaları içtimaî bir ihtiyaçtır. Fakat, şayet siz kendinizi iman ve Kur’ân hizmetine adadığınızı söylüyorsanız ve zihninizi, hissinizi, aklınızı, mantığınızı dağıtmadan garazsız-ivazsız kulluk yapmak istiyorsanız, böyle bir tercihte bulunduktan sonra artık siyasete ve dünyevî makamlara teveccüh edemezsiniz.”(Diriliş Çağrısı)
PARTİ KURMAK
Peki ülkedeki mağduriyetler siyasi bir parti oluşturarak giderilemez mi?
Yasal bir bankaya para yatırdı diye yüz binlerce insanı tutuklayan cinnet; adı ne olursa olsun bir partileşme sürecinde “terörist” diye yaftaladığı, “illegal” ilan ettiği insanların kurduğu partiyi “terör partisi” ilan edecektir. Ve çok geçmeden fişleme zahmetine bile katlanmadan tüm parti üyelerini tutuklamak için toplayacaktır. Siyasetin koruyuculuk zırhı sağlayacağını düşünenler, içi boş kararlarla hapse tıkılan parti liderlerini, yüzlerce, binlerce siyasiyi düşünebilir. Mağdurların oy çokluğu bir şey ifade eder mi? Etmediğini acı olarak tecrübe ettik.
Ama hâlâ siyaseti tek kurtuluş kapısı görenler varsa ve yeni bir deneyimin farklı sonucu olacağını düşünüyorlarsa kendilerini Hizmet’ten tecrid ederek tabii ki deneyebilirler.
“Başkaları parti kurabilir ya da bir partiyi destekleyebilir. Bu, o insanların kendi hizmet anlayışlarıdır. Onları da kınamaz ve yadırgamayız. Fakat kendilerini baştan beri siyasetin dışında tutan ve farklı bir çizgide insanlığın hizmetine adanmış ruhların, değil bir partiyi desteklemeleri, dünya sultanlığı bir altın tepside sunulsa, “Yanlış anlaşılırız, sevgi kahramanlarıyla ümide kapılanlara inkisâr-ı hayal yaşatırız. ‘Demek ki bunlar da makam mansıp sevdasına tutulmuş, meğer bunca gayret iktidar içinmiş, şimdiye kadarki sevgi ve hoşgörü mesajları yalanmış…’ dedirtiriz.” diyerek o altın tepsiyi de yere çalmaları gerekir.” (Sohbet-i Canan)
En çok acı tecrübesi yaşanan bir deneme varsa o da siyasetten medet ummak. Yola i’la-i kelimetullah için çıkanlar için o kapı bence çok kritik bir kırmızı çizgi.