YORUM | VEYSEL AYHAN
(Nübüvvet ve Devlet Yazıları- 35)
Pakistanlı sosyal bilimci Dr. Faruk Selam bir makalesinde İslam Dünyası ile ilgili şu çarpıcı bilgileri veriyor:
“Hıristiyan dünyasında 100 kişiden 40’ı üniversite mezunu. Okuma-yazma bilenlerin oranı yüzde 89.
Müslüman ülkelerde ise 100 kişiden sadece 2’si üniversiteyi bitirmiş. Yüzde 40’ı okuma-yazma biliyor.
Nüfusun yüzde 50’si ilkokul mezunu.
Müslüman çoğunluklu ülkelerde her bir milyon insana 230 Bilim insanı düşüyor. Bu rakam ABD’de 4.000, Japonya’da 5.000.
Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi var. Buna karşılık 1,4 milyar Müslüman var.
1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman.
Ama son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 180 Nobel ödülü kazandı.
1.4 milyarlık Müslüman dünyasında ise (barış ve edebiyat ödülü dışında) kazanılan ödül sayısı sadece 3.
Gayrı safi milli hâsılalarının toplamı olarak
ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte;
Çin 8 trilyon dolar,
Japonya 3,8 trilyon dolar,
ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmakta.
57 Müslüman ülkenin toplam üretimi ise 2 trilyon doların altında.” (The Muslim Times)
Peki yukarıda işaret edilen üç Müslüman bilim insanı İslam ülkelerindeki üniversitelerde çalışırken mi Nobel aldı?
Maalesef hayır.
Prof. Dr. Aziz Sancar, 2015 Nobel Kimya ödülü: University of North Carolina (ABD).
Muhammed Abdüsselam (Pakistan), 1979 Nobel Fizik ödülü: University of Cambridge (İngiltere).
Ahmed Hassan Zewail (Mısır), 1999 Nobel Kimya ödülü: California Institute of Technology (ABD).
2022 en iyi üniversiteler sıralamasına İslam ülkelerinden ilk 100’e sadece Malezya’dan bir üniversite girmiş. (QS World University Rankings 2022)
İlk 500’e Malezya’dan 8; Endonezya’dan 4; Pakistan’dan 3; Suudi Arabistan’dan 3; İran’dan 2 ve Mısır’dan 1 üniversite var.
İlk 500’te Türkiye’den hiçbir üniversite yok. Eskiden sıralamaya giren Bilkent, Boğaziçi gibi üniversiteler de artık yok.
İlk 500’de ABD’den 94, İngiltere’den ise 49 üniversite var.
9 milyon nüfusluk İsrail’de 6 üniversite var. 5’i de ilk 500’de.
Acı gerçek şu: İslam dünyasında yaklaşık 1000 yıldır insanlığa katkı olarak bilim alanında dikkati çekecek bir keşif veya icat ne yazık ki yok! Aransa bazı teselli parçacıkları bulunabilir belki ama bizim teselliye değil gerçekçi olmaya ihtiyacımız var.
ÜÇ SEÇENEK
11. yüzyıl sonrası milletlerin önüne gelişme sembolü olarak BARUT, PUSULA ve MATBAA vardı.
Avrupa tercihini doğru yapmıştı:
“Kopernik, Kepler, Galileo gibi ilim adamları tesâdüflerin ortaya çıkardığı kimseler değildi; bunlar geniş bir âlimler ordusunun sâdece zirvesindekilerdi. Nitekim İngiliz İlimler Akademisi’nin (Royal Society) kuruluşu 1660, Fransız İlimler Akademisi’nin kuruluşu ise 1666 tarihine rastlar. Bugün de her ortaokul, lise çocuğunun adlarını bildiği Huygens, Boyle, Bacon, Newton, Halley gibi adamlar hep o çağda yetişmişlerdir. Bütün bunların yanına bir de 17. yüzyılın Descartes, Locke, Hobbes gibi filozoflarını katarsanız, o çağda Avrupa’nın nereye vardığı daha iyi anlaşılır.” (İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Erol Güngör)
Hâkim kanaat Osmanlı’nın da dahil olduğu İslam orjinli devletler bu üç seçenekten “barut”u tercih etmiştir. Barutla sembolize edilen savaş araç ve gereçlerinde ne derece başarı gösterilmiş o da ayrı bir tartışma konusu.
“Süleymaniye Külliyesi’nde tıp medresesi vardı, riyâziyât (Matematik) okutulurdu. Bu yüzyıldan itibâren medreselerin tamâmen naklî ilimlere saplanıp kalması, devletin genel inhitatıyla (gerileme) paralel ve pek muhtemelen içiçe bir hâdisedir… Tıp ve Hendese (Matematik, geometri) Kanuni devrine kadar okutulmuş ondan sonra Osmanlı medreseleri; fıkıh, kelam, tefsir, hadis, gramer ve retorik okutan birer ilahiyat mektebi haline gelmiştir. Yazılan eserler hep eskilerin açıklaması mahiyetindedir. Medrese alimleri arasındaki tartışmalar sadece nelerin insanı dinden çıkaracağına dairdir. İlmi düşünceden o kadar uzaklaşılmıştır ki medrese uleması arasında mesela ‘bir ipliği sinek pisliğine batırıp toprağa gömerseniz nane biter’ gibi hezeyanlar yazanlar çıkmıştır.
Fatih zamanında Uluğ Bey’in talebelerini(Ali Kuşçu) İstanbul’a getirerek astronomi araştırmaları yaptıran Osmanlılar, 17. yüzyılda (Avrupa’da) gök mekaniğinde inkılap yapılırken bizdeki son rasat evini de yıktırarak astronomiyi ‘muvakkitlik hizmeti’ derecesine indirmişlerdir.” (İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Erol Güngör)
İSLAM GELİŞMEYE MÂNİ Mİ?
Sebep neydi?
Bir devirde başarılan niçin bir başka devirde başarılamıyordu?
Sebep Müslümanlık mıydı?
Zihinlerde dönüp duran soru şu:
‘İslam ilmi araştırmaya mâni mi ki koskoca İslam dünyası 1000 yılı teknoloji ve bilim alanında bir şey üretmeden zayi etmiş?’
Dilbilimci ve tarihçi Sevan Nişanyan, İslam’ın toplumu geri bıraktığı iddiasını insafsız bulur ve İslam’ın ilk yüzyıllarını işaret ederek şunu der:
“Eğer bir kültür, bir medeniyet, bir zihniyet bir çağda dünyanın sayılı başarılı medeniyetlerinden kültürlerinden birini üretiyorsa diğer çağda tam bir disfonkisyon, bir çöküş sergiliyorsa bunun açıklaması o kültürün kendi terimlerinde olamaz. Yani ‘teori bozuktu o yüzden böyle oldu.’ diyemezsiniz.”
Çok önemli bir tespit. Eğer bir inanış, bir felsefe, bir din, tarihin bir döneminde harikalar ortaya koymuşsa, fevkalade üstün ürünler sergilemişse ve fakat aynı inanış tarihin bir başka zaman diliminde yaşandığı coğrafyada yerlerde sürünüyorsa bunun sebebi o inanış, felsefe veya dinde aranmamalı.
Peki nerede aranmalı?
TEMEL
Öncelikle temeli gözden geçirelim.
Kur’an’da bilim ve teknik araştırma yapmayı engelleyici bir hüküm mü var?
“Ey insanlar, ilmi gerçekleri araştırmak, keşif ve icatlar yapmak size haram kılındı.”
“Ey iman edenler, gökyüzü ve yeryüzündeki ayetlerimizi araştırmayın. Ve asla elinizde kılıç düşmesin ki şeytanlar size yaklaşmasın.” gibi ayetler mi var?
Tabii ki yok. Ama Müslümanlar 10 yüzyıldır sanki varmışçasına davranıyor.
Oysaki Kur’an’da namaz, zekât, oruç nasıl birer emir olarak yer almışsa “okuma” “aklını kullanma” ve “düşünme” emirleri de öylece yer almıştır.
İlk nazil olan emri herkes bilir: “Oku” (Alak, 1)
En geniş anlamıyla oku! Hadiseleri oku, varlığı oku, kendini oku, yaşamı oku, yaratılıştaki binbir sanatı oku…
Kur’an’da âlimin kıymeti emsalsizdir. Allah bilgisinin kapısı yalnızca âlimlere açıktır:
“Allah’a karşı kulları içinde ancak âlimler saygı duyar.” (Fatır, 28)
Ebû Hanife’ye isnat edilen şaz bir kıraatte bu ayetteki ‘Allah’ lafzı ‘merfû’ yani ötre ile okunabilir. Ki öyle okunduğunda manası “Allah kulları içinde sadece âlimlere saygı duyar.” anlamını ifade eder. (Sonsuz Nur)
Âlimin, ilimlerle meşguliyetin nazar-ı İlahideki yeri ve derecesi budur.
33 AYETTE ‘AKLINIZI KULLANIN’ VURGUSU
İmam-ı Gazâlî, “akla” çarpıcı bir vurgu yapar: “Azledilmeyen ve değiştirilemeyen hâkim konumunda olan akıl…” Tabir-i diğerle “Akıl, azledilemez bir kadıdır.” (El- Mustasfa min ilmi’l usul)
Kur’an, 33 ayette “aklınızı kullanın” vurgusu yapar:
“Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?”
“Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”
“Umulur ki aklınızı kullanırsınız.”
“Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır”… gibi içeriklerle tam 33 ayet var.
-Bakara, 44; Bakara, 73; Bakara,76; Bakara, 164; Bakara, 242; Âl-i İmrân, 65; A’râf, 169; Enbiyâ, 67; Mü’minûn, 80: Âl-i İmrân, 118; En’âm, 32; En’âm, 151; Enfâl, 22; Yûnus, 16; Yûnus, 100; Hûd, 51; Yûsuf, 109; Ra’d, 4; Nahl, 67; Nahl, 12; Enbiyâ, 10; Nûr, 61; Kasas, 60; Ankebût, 43; Ankebût, 63; Rûm, 24; Rûm, 28; Yâsîn, 62; Yasin, 68; Sâffât, 138; Mü’min, 67; Câsiye, 5; Hadîd, 17-
15 AYETTE ‘NİYE DÜŞÜNMÜYOR, TEFEKKÜR ETMİYORSUNUZ?’
Sıralayacağım 15 ayette Kur’an şunu soruyor:
“Yaratılış hakkında, yeryüzü ve gökyüzü hakkında, insan hakkında niçin düşünmüyorsunuz?” “Niçin tefekkür etmiyorsunuz?”
(Bakara, 219; Bakara, 266; Âl-i İmrân, 191; En’âm Suresi ,50; A’râf, 176; A’râf, 184; Yûnus, 24; Ra’d, 3; Nahl, 69; Rûm, 8; Rûm, 21; Sebe’ 46; Zümer, 42; Câsiye, 13; Haşr, 21)
Ama ne yazık ki “İlim her erkek ve kadın üzerine farzdır” diyen;
“En faziletli sadaka Müslüman’ın ilim öğrenip sonra onu Müslüman kardeşine öğretmesidir” sözünü telkin eden bir peygamberin takipçileri yüz yıllardır cehalet ve yobazlık batağına saplanmıştır.
İşte bu acı tablo yüzünden Hz. Bediüzzaman fen, teknoloji araştırmalarını ve sanatla meşguliyeti “Allah’ın adını gönüllere duyurma”nın bir parçası olarak kabul etmiş:
“Her bir mü’min i’lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir… Biz de, fen ve san’at silâhıyla i’lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihad edeceğiz.”
Sonraki yazı: Sırasıyla sebepler…