Elmas kılıç

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Said Nursi bundan 111 sene önce “Maddi kılıç kınına girmiştir.” “Cihad-ı haricîyi şeriat-ı garrânın berahin-i kàtıasının (dinin kesin delilleri) elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.” (Divan-ı Harb-i Örfi, Hakikat) diyerek farz olan cihadın usulünü; “Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında (küçük dünyasında) cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) ile tahallûk (ahlaklanma) ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ile muvazzaftır.” sözleriyle istikametini; “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’âlimizle izhar (fiiilerimizle görünür kılsak) etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki, küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.” (Münazarat) ifadeleriyle de ümit edilen neticesini tayin etmiştir.

Her ne kadar bir kürt mollası şeklinde etiketlenip, kemalist rejimin ötekisi kılınmaya gayret edilse de o ortaya koyduğu “müspet hareket” metodu gereği, her zaman kendi “mesleğinin muhabbetiyle yaşamış” ve kendi olup, kendi kalarak, ilmi ve manevi mücadelesini talebelerine miras bırakıp, arzu ettiği “ulvi bir gurbet”e sefer etmiştir. İlk safta yer alan ihlas ve sadakat kahramanı talebelerince, mesleğini koruma gayretinin gölgesinde, eserleri bir sonraki nesle orjinalitesi içinde aktarılsa da ilmi derinliği ve hal-i hazır problerimize sunduğu çözümlerin fikri tahlili itibariyle hala dokunulmamış bir define olarak durduğu söylenebilir.

Bugün İslam dünyasında ve Anadolu’da hala “kılıç kınında kalsın, biz diğer dinlerle ve medeniyetlerle uyumu ve birlikte ortak yaşamı seçtik türünden bir felsefi olgunluk dönemine girilemediyse” (Kılıç, M. Efe Çaman); bunda seküleri ve dindarıyla neşet ettiği toprakların ahalisinin farklı saiklerle onun sesini boğmaya veya duymazdan gelmeye çalışması kadar; ona talebelik davası güden (bu yazıyı kaleme alma bahtsızlığına düçar) zevatın idrak sınırlarının darlığı, temsil zafiyetleri ve tembeliklerinin de ciddi payı bulunmaktadır.

Bu sebeple “Hristiyanlarla ve Yahudilerle dostluk edenlerin onlardan olacağını, onlara takiyye yapmanın, dostmuş gibi görünmenin, ama asla onlara güvenmemenin, onlardan dost edinmemenin salık verildiği metinler ne zaman sorgulanacak?” (Kılıç, M. Efe Çaman) gibi haklı serzenişleri; yetkin sosyal bilimcilerin Nursi’nin perspektifinden konuya sunduğu reçetelerle cevaplamak yerine hala aynıyla tekrar etme fakirliğini sergiliyoruz. 

Sual: “Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy (yasaklama) vardır. لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰى اَوْلِيَآءَ “Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” (Mâide Sûresi, 5:51.) Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?”

Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn olduğu gibi (söz kat’î ve şüphesiz olduğu gibi (sözün, âyet veya hadis olduğu kesin ve şüphesiz olduğu gibi), kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir (sözün hangi mânâyı gösterdiği kat’î ve şüphesiz olmak). Hâlbuki tevil (yorum) ve ihtimalin mecâli (imkanı) vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî (Kur’ân tarafından konulan yasak) âmm (genel) değildir, mutlaktır; mutlak ise, takyid (sınırlama) olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak (bir kelimeden veya kökten türetilmiş olan; türev (Yahudi, Nasara gibi) üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı bir kelimenin türetildiği asıl kök ve kaynak (Yahudiyet, Nasraniyet gibi), illet-i hüküm (hükmün sebebi) gösterir. Demek bu nehiy (yasaklama), Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle (beğenmek) iktibas etmek (alıntı yapmak) neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!

Sâniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî (dinî sahada meydana gelen büyük çaplı köklü değişim) vücuda geldi. Bütün ezhânı (zihinleri) nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti (düşmanlığı) o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir (medeniyet sahasında ve dünya hayatıyla ilgili acayip köklü değişim). Bütün ezhânı zapt ve bütün ukûlü (akılları) meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki (ilerleme) ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed (bağlı) değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.” (Münazarat)

Şairin dediği gibi sanki bütün sözler söylenmişti. Sanırım bugün bize düşen sesi kısılan “Sözler”e tekrar kulak kesilmek ve her halimizle dil olabilmek. Zaten ola gelen de sesi boğulan Nursi’nin nebevi dilinin bütün aleme kâl ve hâl diliyle en gür seslenişinin bir daha boğulmaya çalışılmasından başka bir şey değil. Siyasi rejimin dekor malzemesi olarak son kullanma tarihine kadar istismar edeceği nurculuk karikatürlerine bakıp Risale-i Nur’a bigane kalmaktansa; cemm-i himmet edip bu mağlup olmaz nebevi sesin müstakim ve münevver yorumuna dikkat kesilmek ve hayatımızla sağlamasını yapıp bütün kuvvetimizle vazifeye koyulmak şiarımız olmalı.    

“Maddi kılıç kınına girmiş. Sizin hizmet felsefenizde topun, tüfeğin, kılıcın, kalkanın yeri yok. Siz onları kendi düşünce mezarlığınıza gömmüşsünüz çoktan. Onun için silahlı harekete karşı fevkalade duyarlı olmuş ve toplumu uyarmışsınızdır o mevzuda.

Kur’an’ın elmas düsturlarıyla, akl-ı selim, hiss-i selim ve ruh-u selimin dinamikleriyle, gerçek insan olmanın gerektirdiği şeyler ne ise, o mesajı sunarak -ki ona isterseniz “meseleyi evrensel insanî değerler yörüngesinde götürme” diyebilirsiniz; “insana kendi gerçek değerini hatırlatma yolunda hareket” diyebilirsiniz; “insana bir kere daha ahsen-i takvime mazhariyetini hatırlatma hizmeti, felsefesi, düşüncesi” diyebilirsiniz- işte o istikamette bir hareket halindeyken öteye yürümeli.” (M. Fethullah Gülen, İzzetle Yaşamalı ve Hizmet Ederken Ölmeli)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yazıyı okumaya başlamadan saate baktım ve başladığımda saat 1:11 i gösteriyordu ve ilk satırda Üstad Hazretlerinin 111 yıl önce söylediği sözün yılı ile saatin aynı olması güzel bir tavafuk oldu. Bu heyecanla bir çırpıda okuduğum yazının başı ve sonu arasında enfes bir bağlantı kurulmuş. Sosyal medyada yer alan ve insanların ilgisini çeken bu tarz haberlerle hakkı hakikatı anlatma çabası da takdire şayan. Evet bizim maddi kılıçla işimiz yok esas olan Kur’an’ın elmas düsturlarıyla insanlığa hakkı hakikati anlatmaktır. Sondan bir önceki paragrafta söylenen; sesi kısılan “Sözler”e tekrar kulak kesilmek ve her halimizle dil olabilmek de bu işin asrımızda nasıl yapılacağının kısa ve nefis bir özeti olmuş. Baştan ikinci paragrafta Üstadımızın eserleri ile alakalı vurgulanan cümlede benzer konuya vurgu yapmaktadır; eserleri bir sonraki nesle orjinalitesi içinde aktarılsa da ilmi derinliği ve hal-i hazır problerimize sunduğu çözümlerin fikri tahlili itibariyle hala dokunulmamış bir define olarak durduğu söylenebilir. Özetle meseleyi evrensel insanî değerler yörüngesinde götürme, kendi öz değerlerimize yönelme ve onlara sımsıkı sarılmakla olacaktır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin