SALİH HOŞOĞLU | YORUM
Eleştiri ve eleştiri kültürü üzerine çok şey söylendi, söyleniyor. Kanaatimce bir şeyi eleştirmek övmekten daha zordur, zira eleştirdiğiniz şey her neyse onu bihakkın bilmeniz gerekir. Mesela bir fikri yahut grubu eleştirecekseniz o fikri yahut grubu iyice incelemeli ve hakkında bilinmesi gereken her şeyi dikkatlice öğrenip analiz etmelisiniz. Ancak ondan sonra o fikir yahut grup hakkında konuşabilir ve kayda değer bir eleştiri yapabilirsiniz.
Burada Hizmet Hareketine yönelik veya Hizmet içi eleştirilerdeki genel bir yanılgıyı ele almak istiyorum. Sanırım son 10 yılın en yaygın modası bir vesile bulup Hizmet’i veya onu temsil edenleri eleştirmek veya Camia’ya saldırmaktır dersek yanlış olmaz.
Aslında bu tarz saldırıların çok azı eleştiri yahut tenkit olarak adlandırılmayı hak ediyor. ‘Eleştiri’ diye sunulan şeylerin büyük çoğunluğu iftira, karalama, aşağılama, küfür gibi eleştiri ile ilgisi olmayan eylemlerdir. Bazı ciddi eleştiriler de bu karalamalar arasında hak ettiği ilgiyi göremeden kaybolup gidiyor ve muhatapları bunlardan istifade edemiyor.
Sinek kanadının dağı setretmesi…
Bediüzzaman Said Nursi insanları değerlendirmede hakperestliğin önemini anlatırken çok önemli kavramlar kullanır ve muhataplarına bunlarla seslenir: “Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat âleti olur.”
Bediüzzaman’ın insanların zulmüne örnek olarak verdiği hususlara bakıldığında günümüzde çok sık yapılan yanlışları ve toplumları gütmek için kullanılan psikolojik savaş metotlarını da rahatlıkla görürüz. Bu metotların Hizmet Hareketine karşı eskiden beri kullanıldığını biliyoruz ama özellikle son yirmi yılda bunun çok daha vahşice icra edildiğini görmekteyiz.
Günümüzde bilerek ya da farkında olmayarak en sık yapılan yanlışlardan biri hukuk kuralları ile etik (ahlak) kuralları ayrımının yapılmamasıdır. Hukuk kuralları ile etik kuralları çok defa örtüşse de bu örtüşme her zaman olmaz. Özellikle sosyal problemlerde, grup ve kişilerin ilişkilerinde hukuka göre asla suç olmayan birçok husus etik açıdan mahsurlu olabilir. Esas büyük fark bu kurallara uyulmadığı zaman karşılaşılan yaptırımlar hususundadır.
Hukuk kuralları devleti ve kişileri bağlar ve bunlara uymamak bir kısım yaptırımlara/cezalara tabidir. Devlet bu yaptırımları gerekirse güç kullanarak uygular, uygulamak zorundadır. Hukuk kuralları etik kurallarına uygun olmalıdır ama her zaman aynı çerçeveyi kapsamazlar. Etik kuralların bazılarına uymamak (şayet hukuken bir karşılığı yoksa) devletin müdahalesi dışındadır.
İşte psikolojik harp konusunda uzman olan günümüz kamuoyu yapıcıları bir kişi veya grubu karalamak için önce etik açıdan hoş karşılanmayacak bir söz, duruş veya davranışı (çok defa bu iddialar doğru da değildir, iftiradır ama alıcısı her zaman olur) kamuoyu önünde o gruba atfedip o kişi veya grubu linç ederler. Ondan sonra da o kişi veya grubun bir sözü yahut eylemi zorlama bir hukuki işleme konu edilerek linç tamamlanır. Toplum bu cezalandırmaya hazırlandığı için ses çıkarmaz.
Dershanelerin kapatılması; hukuk ve etik!
Bu süreçte Hizmet Hareketine karşı bunun milyonla örneğini gördük ama burada çarpıcı iki örnekle yetineceğim. Dershanelerin kapatılması tartışmasında Hizmet’i karalamak için “Dershanelerden büyük paralar kazanıyorlar, insanlar ineğini satıp çocuğunu dershaneye gönderiyor. Milleti söğüşlüyorlar.” söylemleri ile propaganda yaptılar. Bunlar iftiraydı ama doğru da olsa hukuken bir suç söz konusu değildi.
Kanunlara uygun kurulan bir kurumdan velev ki büyük paralar kazanılıyor olsa ve birileri de çocuğunu okutmak için ineğini satmak zorunda kalmış olsa bile bu bir suç değildir. Az aklı eren bir kişi bile bu durumda dershaneleri değil eğitimi yönetenleri suçlar. Ama toplumun büyük kısmının bu ayrımı yapamayacağını veya yapmayacağını bildikleri için bu tarz karalamalarla Hizmet’in itibarını kırmaya yöneldiler. Bu karalamalar özellikle gelir düzeyi/ kültür düzeyi düşük çevrelerde kolayca alıcı bulur ve buldu.
Devletin bilinen yöntemi; şeytanlaştırmak
Türkiye’de eskiden beri devlet bir topluluğu hedefe koymuşsa benzer propagandalarla o topluluğu şeytanlaştırır. En klasik yöntemlerinden biri hedefe konulan topluluğun önde gelenlerinin lüks içinde yaşadığı ve alt kesimdekileri sömürdüğü iddialarıdır. Hizmet Hareketine yönelik yapılan bu tarz haberler uzun zaman makes bulamadı ama yine de ısrarla devam ettirildi ve ettiriliyor. Bu o kadar yaygın ve geçerli bir karalama yöntemidir ki güncel olarak en muhalif kesimler dahi bu propaganda değirmenine farkında olmayarak su taşıyorlar.
Mesela son zamanlarda, muhtemelen hedefe konulan ve operasyon için hazırlık yapılan, bazı tarikatlar hakkında da benzer iddialar piyasaya sürüldü ve her kesimden alıcı buldu. Bu tarz haberleri yapanlar veya farkında olarak/olmayarak yayanlar bunda nasıl bir suç unsuru olduğunu söylememektedirler. Bu haber ve eleştiriler en azından bahse konu davranışın etik olmadığı ama hukuken de suç olmadığı vurgusuyla yapılmalıdır.
Şayet bu kişiler kamu kaynakları ile bu lüks hayatı yaşıyorlarsa burada bir suçlama olabilir, o durumda da kamu kaynaklarını o kişilere peşkeş çekenler öncelikle hesap vermelidirler. Aksi halde bir tarikat, cemaat yahut örgüt (sağcı, solcu veya başka tandanslı olması önemli değil) mensupları gönüllü destekleri ile yöneticilerini lüks yaşatıyorsa bu o kişileri ilgilendirir. Etik açıdan çok sorunlu olsa bile bu durum hukuken bir suç oluşturmaz. Belli ki bu haberlerden amaç o topluluğun itibarsızlaştırılması ve daha sonraki adımlara toplumun hazırlanmasıdır.
Eleştiri zor, karalamak kolay!
Tekrar başa dönersek tenkit kolay iş değil, karalama kolaydır demiştik. Maalesef tembel bir toplumuz ve ‘düşman’ kabul ettiğimiz insanları, grupları tanımak için çaba sarf etmiyor; ama düşmanlık yapıyoruz. Dostlarımızı da tanıyıp, eksiklerini görüp hakkıyla ikaz etmiyoruz. Hizmet Hareketine kategorik olarak düşman olan önemli bir kesim var ve bunlar en küçük bir gerçekçilik ve adil olma kaygusu taşımıyorlar. Saplandıkları arkaik ideolojilerinden kafalarını kaldırıp dünyanın gidişatına bile bak(a)mayan bu kitle değişik muğalatalar ile kendilerini oyalıyorlar.
Hizmet’in milyon tane iyiliğini görmezden gelip kendilerince eleştirilmeye uygun gördükleri önemsiz konularla veya aslı astarı olmayan bazı iddialarla Hizmet’e saldırmaya devam ediyorlar. Bu tarz iddialara dayanarak Hizmete yapılan soykırımı nasıl savunduklarını sorduğunuzda büyük çoğunluğu cevap veremez, bir kısım daha saldırgan olanları utanmazlığa verir ve başka iftiralara sarılırlar.
Kanunsuz suç ve ceza olmaz!
Aslında konu çok karmaşık değil. Özetle, bir fikri yahut topluluğu sevmeyebiliriz, benimsemeyiz ama onlara haksızlık yapılmasını da razı olmamalıyız. Bunu tipik olarak Adnan Oktar olayında görebiliriz. İnsanlar Adnan Oktar ve taraftarlarına kanunlarda suç olarak tanımlanmayan eylemlerinden dolayı öfkeliydiler ve linç edilmelerine ve alakalı alakasız kişilerin binlerce sene hapis cezası ile yargılanmalarına ses çıkarmadılar.
Oysa kanunlara göre suç olmayan bir eylemden dolayı kimsenin cezalandırılamayacağını, cezalandırılmaması gerektiğini ve onların da toplumdaki herkesle eşit haklara sahip olmaya devam etmeleri gerektiğini korkmadan savunmamız gerekiyor. Onların yaptıkları etik açıdan doğru olmasa da insanlara muamelede hukukun esas olduğunu unutmamalıyız.
Bediüzzaman bunu anlatırken “… ve hükûmet ele bakar, kalbe bakamaz; ve herbir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur.” der. Devleti bağlayan hususun kanunilik olduğunu net bir şekilde vurgular.
Hizmet Hareketi keşke medenice eleştirilse de hakikatler daha berrak ortaya çıksaydı. Kendini Hizmet’e bağlı gören birçok kişi bile etik ile hukuk arasındaki ayrımı yapamadığı için Hizmet içinde etik açıdan sıkıntılı gördüğü bazı hususlardan dolayı yanlış yaklaşımlara kapılabilmektedir. Buradan “Hizmet Hareketi eleştirilemez!” veya “Hizmete yapılan her eleştiri yanlıştır!” gibi bir çıkarım doğru olmaz. Hizmet eleştirilerinin ve önerilerinin nasıl olmaması ve olması gerektiği konusunu başka bir yazıda ele almayı umuyorum.