Savaş sürecinde 3 milyona aşkın Suriyeli mülteci Türkiye’ye sığınırken, radikal gruplar önce görmezden gelindi, sonra açık şekilde himaye edildi. Hatta Türkiye’den adam devşirmeleri, Avrupa ve dünyanın başka bölgelerinden gelen cihatçıların geçişi, gözetimi yapıldı. Gazintep, Hatay, Kilis hattında nefes alma imkanı buldu radikal yapılar. Sınırdaki Alevi-Sünni çatışmasına gebe gerilimler bile dikkate alınmadı üstelik.
El Kaide’nin iki kolu üzerine kurulan; IŞİD (Irak kolu/Lideri Bağdadi) ve El Nusra (Suriye/Lideri Golani) sadece şiddet eylemleri ve kafa kesme görüntüleri açısından değil, Türkiye’den aldığı himaye bakımından da bir dönem aynı şekilde anıldı. Altıncı yılına girecek Suriye iç savaşında Esed Rejimine karşı Ankara sadece Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla tek çatı altında toplanan muhalifleri değil, IŞİD ve El Nusra’ya farklı zaman dilimlerinde lojistik destek, sınırlardan güvenli geçiş, yaralılarını Türkiye’de ücretsiz tedavi gibi imkanlar tanıdı.
REYHANLI BOMBALAMASINDA EL NUSRA İZİ
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde, Türkiye tarihinin en büyük bombalı saldırılarından biri yapıldı. 11 Mayıs 2103’teki bombalı saldırıda 52 kişi öldü, 146 kişi yaralandı. Esad rejimi yanlısı Suriye gizli servisi El Muhaberat bağlantılı bir silahlı grup (Nasır Eskiocak) olduğu üzerinde duruldu. Bir diğer şüpheli ise El Kaide’ye bağlı El Nusra örgütüydü. Hatay İl Jandarma Komutanlığı’nca o dönemde hazırlanmış uyarı yazısında, “El Nusra Cephesi’nde faaliyet gösteren şahıslarca bomba yüklü araçların Türkiye’ye yönelik saldırıda kullanılacağı, son gelişmeler ışığında olayın sınır bölgelerimize ve dolayısıyla ülkemize yönelebileceği değerlendirilmektedir” ifadeleri yer alıyordu.
SURİYE’DE ÖRGÜTLERİN KOMUTAN SUİKASTLERİ
Redhack tarafından sızdırılan ve Kahramanmaraş’tan Jandarma Komutanlığı’na gönderilen ihbara göre Suriye plakalı ve bomba yüklü 4 aracın bilgileri yer aldı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, El Nusra’nın olaydaki rolü sorulduğunda konunun güvenlik güçlerinin işi olduğunu söylemişti. Atalay’a göre, kamplara saldırı bekleniyordu! Bunun da sebebi basitti. İç savaşın hemen birinci yılından itibaren Suriye’deki gruplar mevki ve liderlik savaşı veriyordu. Bu o kadar ileri gitti ki, örgütler birbirlerinin komutan ve en kıymetli savaşçı kadrolarını hedef alır hale geldi.
Eylül 2012’de kanlı hesaplaşma başlamıştı. Özgür Suriye Ordusu komutanları Sair el Vakkas (11 Ocak 2013), Kemal Hamami (13 Temmuz 2013), Ebu Barzan (25 Haziran 2014) suikastle öldürüldü. Dönemsel anlaşmalar ve Suriye için konjenktürel değişimlere göre bu suikast ve saldırılar da el değiştirdi.
EL NUSRA İNFAZLARINDA HEDEF ÖSO KOMUTANLARI
El Nusra ve El Kaide uzantılı örgütlerin suikast ve bombala kabiliyeti sadece Suriye ile sınırlı değildi. ÖSO ile ters düştüğü dönemlerde Hatay, Gaziantep gibi illerdeki Suriyeli savaşçı ve komutanlara yönelik saldırıların ardında El Nusra da yer aldı. İki yıl önce Hatay Reyhanlı’da otomobiline bomba konularak öldürülmek istenen ÖSO’nun Cephet-ül Hak Komutanlarından Yusuf El Hasan, El Nusra’nın hedefinde olduğunu açıklamıştı. El Hasan 2 binden fazla savaşçıya komutanlık yapıyordu. Yine Suriye Ordusu’ndan ayrılıp ÖSO’ya katılan Cemil Radun (26 Ağustos 2015’te) aracının altına yerleştirilen bombanın patlatılması sonucu hayatını kaybetti. Radun aynı sene Mart ayında benzer bir bombalı saldırının hedefi olmuş, sağ kurtulmuştu.
ÖNCE KOMUTANINI ÖLDÜR SONRA GRUBU YÖNET
Komutan suikastlerinin ardından bir yerde nüfuz ve askeri gücü devşirme taktiği de vardı. El Nusra ve IŞİD gibi örgütler, Suriye’deki savaşçı gurupların başındaki liderleri acımasızca katlettiğinde sonuç hep şöyle oluyordu. Komutanı ölen savaşçılar yeni bir komutan ve intisap edecek örgüt arayışına giriyordu. Çünkü komutanlar, etrafındaki bu grupların maddi olarak da hayatta kalmasını sağlayan finansın ta kendisi idi. Hem IŞİD hem El Nusra bu strateji ile Suriye halkını temsil eden komutanları bir bir ortadan kaldırdı. Grupları kendine bağladı.
Şunu da not etmek gerekiyor ki, Hatay-Kilis hattında çözülememiş komutan ve cihatçı suikast ve ölümlerinde bu örgütlerin iç mücadeleleri var. Bugün ÖSO’ya destek verdiğini söyleyen Türkiye, o gün bu örgütlerin faaliyetlerine göz yumuyordu. Hatay-Kilis-Gaziantep il sınırlarından başlamak üzere 911 kilometrelik Suriye sınırındaki ‘sınır güvenliği’ örgütler lehine işledi hep.
BİR HASTANEDE 200 SAVAŞÇI, BİR ŞEHİRDE 21 KLİNİK
Olayın bir diğer yanı ise savaşçıların Türkiye’de hem özel, hem devlet hastaneleri eliyle tedavileriydi. Cihatçı grupların yaralıları Gaziantep, Hatay, Kilis hattında tedavi imkanı buldu. 15 Mayıs 2016 tarihli Birgün gazetesinde yer alan habere göre, Gaziantep’te Birleşik Tugay Sağlık Vakfı isimli bir yapı iki yıl boyunca şehirde konuşlanıp 200’e yakın kişiyi tedavi ettirdi. Vakfın deşifre olan yazışmalarında 80 ismin doğrudan El Kaide ve El Nusra üyesi olduğu gözüküyordu. Örneğin bir raporda 1982 doğumlu El Kaide üyesi Fariz Feyyaz Esbake, bir başka raporda Ensar Tugayı üyesi Abdulgaffur Halid Velaya’nin tedavi edildiği bilgisi yer alıyordu.
Yine Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde El Kaide bağlantılı örgütlerin yasadışı hastaneleri bulunuyordu. Bu hastanelerdeki doktorlar çalışma izni olmadığı halde AKP hükümetinin kendilerine göz yumduğunu da anlatmıştı. Mayıs 2016’da Middle East Eye gazetesi muhabirinin bölgedeki incelemesinden çıkan sonuç daha ürkütücü idi. Hatay ve çevresinde 21 tane gayri resmi klinik ve hastane hizmeti veren mekan bulunuyordu.
HÜKÜMET, İHH, AFAD ÜÇGENİ
Sınırı ve Suriye’yi çok iyi bilen bir gazetecinin AFAD ve İHH eliyle yaşananları endişelenerek anlattığına şahit olmuştum. Suriye’de yüzbinlerce insan göç ettiğinde sınırda onların barınma, yeme, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda AKP hükümeti farklı bir karara da imza atmıştı. Sınır boyunca kurulan kamplar, çadırkentlerin yönetimi Başbakanlık AFAD üzerinden yapıldı. Milli İstihbarat Teşkilatı ve İHH İnsani Yardım Vakfı bu alanın imtiyazlı iki kuruluşu oldu başından beri.
Sivil toplum kuruluşlarının işin içine girmesine hiçbir zaman izin verilmedi. Kimse Yok Mu, Yardım Eli gibi köklü sivil toplum kuruluşları bu yüzden şehirlerdeki şubeleri kanalıyla lojistik destek yapmak zorunda kaldı. Devletin bu müdahalesi kamplar eliyle Suriyeli’lerin Türkiyelileştirilmesi değil, tam tersine, radikalleştirilmesine hizmet etti. Eğitimden, dil öğrenmeye ve alternative muhalif yapıların çıkmamasına kadar birçok alanda bunun izleri hala görülüyor.
MADDİ DESTEK, ÖRTÜLÜ ÖDENEK
Bütün bu operasyonlar için örtülü ödenek gibi imkanların kullanıldığını da düşünmek gerekiyor. Yine garaj klinikleri adı verilen bu yapıların maddi destek aldığı yerler sorulduğunda, Suriye sürecinde faaliyetleri çokca tartışılan, 9 kişinin şehit düştüğü Mavi Marmara seferi organizatörlerinden İHH’ya işaret edenler olmuştu. Çoğunlukla hükümete işaret ediliyordu bu yardımlar için. Klinik doktorlarından biri “Türk yetkililer kliniğin varlığından haberdar ancak hiç zorluk çıkartmadılar” demişti. İki yıl boyunca açıktan himaye edilmişti hastaneler. Tedavi hizmetleri bu örgüt hastaneleri ve klinikleriyle sınırlı değildi.
Örneğin Ersin Aslan Devlet Hastanesi’nde 4 IŞİD üyesi tedavi ettirilmişti. Sputnik’in haberine göre, konuya şahit olan bir doktor şunları anlatmıştı: “Hastanemize 4 IŞİD üyesi getirildi. IŞİD üyelerini ben tedavi ettim. Kurşunlarla yaralanmışlardı. Hayati tehlikeleri yoktu. Hastaneye getirilen IŞİD’liler kayıt altına alınmadı. Sanıyorum yetkililer, bu kişilerin tedavi edildiğinin kamuoyu tarafından bilinmesini istemiyor. Hastane hekimleri ve çalışanları IŞİD üyelerini tedavi etmek istemiyor. Burada çalışan bazı doktor ve sağlık çalışanları Kilisli. IŞİD, her gün bu kente saldırdığı için, tedavi etmek istemiyorlar.”
El Nusra: AKP’nin ‘iyi çocukları’ [Haber Analiz: Erman Yalaz]