Diktatörlerin en bariz özelliği ülke içindeki sıkışmışlığı unutturmada gösterdiği ustalıktır. Bunu bazen sahte bir suikast girişimi ile bazen şeytanlaştırdıkları bir grubu, tüm sorunların kaynağı göstererek, bazen de komşu ülkelerle sonu savaşa varabilecek uyuşmazlık çıkararak yapar. Sahip olduğu muazzam ikna yeteneği ve kontrol ettiği medya sayesinde yığınları kolaylıkla inandırır. Her diktatörün kurgusunda mutlaka mücadele ettiği küçük ve büyük şeytanlar vardır.
Diktatör şeytanlaştırdığı grup ya da ülke ile mücadele ederken, kendisini seçilmiş bir kurtarıcı olarak; kutsal bir görevi icra ettiğine halkı kolaylıkla inandırır. Böylece tam bir biat ve itaat içinde yığınları istediği gibi yönetme imkanını elde eder. Halkı uyandıracak her önemli gelişme sonrası mutlaka yeni bir hamleye ihtiyaç duyar. Uyutulan yığınlara sürekli daha fazla narkoz enjekte ederek yönetmeye devam eder. Bu tam bir kısır döngüdür. Kitleleri uyandıracak her hadise sonrası daha fazla narkoz ve daha derin uyku…
Diktatör ülkesini ve halkını felakete sürükleyene kadar aynı ameliyeyi defaatle tekrar eder. Bu bazen ağır yenilgi ile sonuçlanan savaşla, bazen derin ekonomik kriz ile bazen da iç karışıklıklar, çatışmalar ve bölünme ile son bulur. Bazı ülkeler ikisini ya da üçünü aynı anda yaşama talihsizliğine maruz kalabilir. Çoğu kez bunlardan birisi diğerinin tetikleyicisi ve sebebi olabilmektedir.
HER ŞEYİ UNUTTURACAK ‘ZAFER’
Ülkemizde yakın tarihte senaryosu ‘ustaca’ yazılmış bir darbe tiyatrosu oynandı. Bu sayede halkın büyük çoğunluğu darbe karşıtı cephede birleşti. Senaryosu ve kurgusu kötü hazırlanmış darbe tiyatrosu çelişkilerle doluydu bunu bir şekilde unutturmak gerekiyordu. Üstelik ortada bu senaryo uğruna katledilen 247 can vardı. Diğer yandan iki yıldır ötelenen ekonomik kriz de kapıyı zorlamaktaydı. Erdoğan’ın darbe tiyatrosunu ve ekonomik krizi unutturup, milliyetçi kesimi de arkasında toplayacağı kurgusal bir zafere ihtiyacı vardı. Erdoğan’ın planı darbe şaşkınlığını yaşayan, binlerce mensubu işkencelerden geçirilen travma içindeki orduyu da meşgul edebilecekti.
Hedef belirlenmişti. Suriye’de bir Kürt koridoruna izin verilmeyecek, IŞİD ile savaşılacaktı. Bu şekilde hem içerideki hamasi duygular okşanacak, hem de IŞİD’le işbirliği yaptığına ilişkin Batı’da yükselen kuşkular bertaraf edilecekti.
Erdoğan’ın politik söylem ve eylemlerindeki çelişkiyi, asla kırmızı çizgisinin olmadığını artık bilmeyen yok..
Zira “Kobani düştü düşecek” diyerek IŞİD’e yeşil ışık yakan da, Kobani’ye yardım için Türk topraklarını kuzey Irak’taki Kürt gruplarına açan da kendisiydi. TIR’lar dolusu silah ve mühimmatı IŞİD’e sevk ettiren de, PYD lideri Salih Müslüm’ü kırmızı halılarla Ankara’da ağırlatan da kendisiydi. Uzun süre IŞİD ve PYD’yi terör örgütü olarak görmeyen de kendisiydi; şimdi her ikisini de düşman ilan eden de aynı kişiydi. Bu şekilde onlarca belki yüzlerce örnek bulmamız mümkündür. Erdoğan’ın dış politikasını anlamak ve yorumlamak o kadar da kolay değildir. Zira dün düşman dediğini bugün dost, bugün dost dediğini yarın düşman ilan etme ve bunu arkasındaki yığınlara kolaylıkla inandırma becerisine sahip ender bir politikacıdır.
Erdoğan, aylar önce Suriye operasyonunu başlattığında büyük bir zafer kazanacağından emindi. Ekim ayında yaptığı açıklamada El-Bab operasyonun başlangıç olduğunu “Ondan sonra Menbiç’e, Rakka’ya ilerleyeceğiz” açıklamasını yaparak Suriye operasyonundaki hedeflerini açıklamış, kitlesini heyecanlandırmayı başarmıştı.
U DÖNÜŞÜNÜN SİNYALLERİ
Afrika gezisi dönüşünde El-Bab ile ilgili yaptığı açıklamada; “Bundan sonraki süreçte süratle mesafe almak suretiyle oradaki işi bitirmek, daha derinliğine gitmemek lazım” demesini bir U dönüşünün hazırlığı olarak görmek mümkün. Bir adım ileri iki adım geri dış politika hamleleri, hamasi nutuklarla başlayıp sonra ricat şeklindeki bozgunlar Erdoğan’ın değişmez klasikleri oldu. Dün Başika bugün El-Bab.. Değişen bir şey yok…
Aylar önce Suriye operasyonu başladığında, IŞİD’in El-Bab’a kadar ciddi bir direniş göstermeden çekilmesi zaten şüpheyle karşılanmıştı. Erdoğan için ise çok keyifli bir zafer süreci gibiydi. El-Bab ta bugüne kadar verdiğimiz şehit sayısı (gerçek rakamlar saklansa da) resmi verilere göre 55. Bu rakamlara yaralanmak suretiyle savaş yeteneğini kaybetmiş sayıları yüzleri aşkın seçkin birliklere mensup asker, onlarca tank ve zırhlı araç dahil edildiğinde koskoca Türk ordusunun bir avuç eşkıya karşısında düştüğü acziyet çok daha iyi anlaşılacaktır.
El-Bab operasyonu; geldiği aşama ve stratejik sonuçları itibariyle açıkça bir yenilgi ve ri’cat hareketidir.
Aylarca süren kuşatmanın bedeli, onlarca tank ve zırhlı araç kaybı onlarca şehit ve yaralı… Aldığımız mesafe: El-Bab’ın iki buçuk kilometre dışında hiçbir ilerleme kaydedilmeyen kuşatma…
Türk ordusu aylarca süren çatışmaya rağmen küçük bir kasabayı bir avuç eşkıyadan alamamış, bırakın almayı şehre dahi girememiştir. Esir düşen askerlerine yapılan işkence ve muamele onur kırıcıdır. Yakılan askerlerin halktan saklanma gayreti beyhude bir çabadır. Şehitlerini dahi takas ile alabilecek bir acziyet içine düşmüştür.
Türk ordusu bölgede caydırıcılığını kaybetmiştir. Ülkemiz bundan sonra her türlü iç kargaşa ve işgale hazır hale getirilmiştir.
15 Temmuz darbe tiyatrosu ve sonrasında ordunun maruz kaldığı muameledir. Binlerce nitelikli subay ya ihraç edilmiş ya da işkenceye maruz kalarak tutuklanmış. Ordu on yıllarca telafi edemeyeceği personel kaybına uğratılmıştır.
Savaşları kazanmanın temelinde motivasyon vardır. Türk ordusu izlenen çelişkili politikalar ve maruz kaldığı muameleler nedeniyle motivasyonun kaybetmiş. Bir ordunun kim için neden savaştığı çok önemlidir. Asker, hiç bir çocuğu askerlik dahi yapmamış bir kişinin iktidarı uğruna ölüme gönderildiğinin bilinci içindedir.
Sonuç olarak; tarihi başarı ve zaferlerle dolu Türk ordusu, pençeleri sökülmüş, kanatları yolunmuş kartal misali bölgede caydırıcılığını kaybetmiştir.
El-bab Erdoğan’ın hayallerinin yıkıldığı yer olmuştur. En büyük zararı ise çok sayıda personel ve araç kaybının yanında, caydırıcılığı ve itibarı sarsılan kahraman Türk ordusu görmüştür.
Bunun sorumlusu Erdoğan’ın durdurulamayan iktidar hırsı ve tek adam olma idealidir.
Gecerken agladim gectim,
Dururken agladim durdum..
Su memleketin geldigi hale bak Allah’im.. Sen buyuksun, ne olur aklimiza mukayet ol. Sen elbette ki en makul ve munasip zamanda kudsi mudahaleni gerceklestirecek, bu namus yoksunu idarecilerin canina okuyacaksin.. Inayetini mazlumlara ulastiracaksin.. Ama ne olur, o an gelene kadar, artik dayanamayan su kullarini “nerede yardimin Allah’im” seklinde isyan kokan dusuncelerden muhafaza eyle, hepimize Eyyub sabri nasib eyle. Dayanamiyoruz, sen dayanma gucu ver Allah’im..
Ne olur, bizim eksikliklerimize, hatalarimiza, verdigin firsatlari degerlendirememize bakarak degil; senin sonsuz Rahmet’in ve Azamet’in hatirina, bize merhametinle muamele eyle, ve belki de adaleten hakettigimiz bu durumdan bizleri, ulkemizi kurtar.. Her seye ragmen, bu vatani kurda kusa yem ettirme.. Bu ulkeyi bu bisereflere yedirtme..
N’olur ya Rab, neyin eksik olur ya Rab!
Amin.