Gazeteci yazar Ekrem Dumanlı, TR724’teki Okuma Zamanı programında siyasette yalan konusunu irdeledi. Yalanın siyasette kadim zamanlardan bu yana kullanılan bir yöntem olduğunu anlatan Dumanlı, Platon, Machievelli ve Goebbels’ten örnekler verdi. Türkiye’de ise özellikle siyasal İslamcıların yalanı hiç utanmadan ve sıkılmadan söylediğini anlatan Dumanlı, İslam’ın yalana asla müsaade etmediğini Kur’an ve hadislere dayanarak anlatıyor: “Dünya literatürünü, felsefe ve siyaset tarihini taradığımızda politikanın içinde bir yalan mekanizması var. Gelişmiş demokrasiler kanunlar ve yasalar yoluyla yalancıyı cezalandırıyor. Bizde ise yalan mekanizması tıkır tıkır işliyor. İnsanların beyni yıkanıyor.”
Ekrem Dumanlı’nın açıklamalarından bazı bölümler şöyle;
Türkiye’de hepimizin hayretle izlediği çok politik bir manzara var. Çok yalan söylüyorlar, utanmıyorlar, sıkılmıyorlar, haya etmiyorlar. Bir de buna gerekçe uyduruyorlar. Akıl almaz birşey. Yalanın siyasette kadim zamanlardan beri felsefesi yapılmış; politikada yalan!
Platon’dan başlamak istiyorum. Platon, demokrasi karşıtı bir filozof. Demokrasiye inanmaz. Devleti ancak ve ancak hamuru altından olan insanların idare edebileceğini söyler. Onlar filozoflar, akıllı insanlardır. Bir de orta kademe vardır; mayası gümüştendir. Bunlar askerlerdir. Koruma görevleri vardır. Üçüncü zümre ise halktır. Bunların mayası demir ve tunçtur.
Platon, devletin ayakta kalabilmesi için politikacıların yalan söyleme haklarının olduğunu söyler. Bunun devletin idaresi için zaman zaman gerekli olduğunu iddia eder. Bu öyle bir iddiadır ki; ileride bazı siyasetçilere ilham kaynağı olmuştur.
Bunlardan biri Gobels’tir. Nazi hükümetini ayakta tutan Goebbels, ilk olarak Machiavelli çok etkilenmiştir. ‘Hedefe ulaşmak için her yol mübahtır’ cümlesinin teorisyenidir. Siyasetin doğası gereği siyasetin yalandan ibaret olduğunu ve dolayısıyla hedefe ulaşmak için her türlü yalanın söylenebileceğini, politikanın ancak yalanla yürütülebileceğini söylüyor. ‘İnsanları kandıracak, rakiplerinize iftira atacak, yalanlar söyleyeceksiniz’ diyor ve bunu devletin ‘bekası’ için gerekli görüyor.
Goebbels’e geliyorsunuz… Gerçek ne olursa olsun onun odaklandığı tek şey var: Nazi hükümetinin devam etmesi. Bunun için büyük yalanlar söylenmesi gerektiğine inanıyor. Her seferinde daha büyük yalanları, tekrar tekrar söylüyor. Bir zümreyi düşman ilan eder ve iftiralar atarsınız. Kitlelerin de bu yalanlara inanması için beynini yıkarsınız. Ve Goebbels başarılı da olmuştur. Almanya savaşı kaybetmesine rağmen, hala zafer şarkıları söyleyen Almanlar vardı. Propaganda devam ediyordu.
Siyasetin özünde öteden beri bir yalan vardır. Ancak modern demokrasilere geçildiğinde kuvvetler ayrılığına geçildiğini görüyoruz. Medya ve sivil toplumun da eklemlenmesiyle demokratik denetimin arttığını görüyoruz.
Yalan meselesinin bir de ‘dindar’ insanlarda, muhafazakar kesimlerde bir yansıması var. Adı İslamcı, dindar ama adam yalan söylüyor. Buna en başta karşı çıkanların başında Bediüzzaman Said Nursi geliyor. ‘Yalan bir lafz-ı kafirdir’ diyor… Müm’in kalsan bile senin sıfatın kafirdir demektir bu. Çok ağır bir ifade… Bediüzzaman, siyasetteki yalana çok sert karşı çıkan bir mütefekkirdir.
Ancak buna rağmen siyasal islamcıların kullandığı noktalar var. Bunlardan bir tanesi ‘Harp hiledir.’ Diyorlar ki ‘Bir harbin içindeyiz, harpte herşey mübahtır.’ O zaman Goebbels’ten, Machiavelli’den bir farkın yok! Yalanları uydur uydur git. Sonra yalan olduğu ortaya çıkınca, söyleyecek söz bulamadığında, ‘Ama montaj ama şu ama bu’ diyerek yalanlara gerekçe üret!
—
Yalana hiç bir zaman asla ve kat’a müsade etmeyen bir dinin mensupları yalanı alışkanlık haline getiremez. Getirirse müm’in olarak kalamaz. Sözün özü şudur; ne Kur’an’da ne sünnette hangi amaç için olursa olsun yalana geçit yoktur. Yalan bir münafıklık sıfatıdır.
Kıyamet günü Allah’ın yüzüne bakmayacağı üç zümreden bahsediliyor. Bunlardan biri de yalan söyleyen devlet adamı.
TÜRKİYE’DE YALAN MEKANİZMASI TIKIR TIKIR İŞLİYOR
Dünya literatürünü, felsefe ve siyaset tarihini taradığımızda politikanın içinde bir yalan mekanizması var. Gelişmiş demokrasiler kanunlar ve yasalar yoluyla yalancıyı cezalandırıyor. Bizde ise yalan mekanizması tıkır tıkır işliyor. İnsanların beyni yıkanıyor.
Ne zaman bu erdem ve fazilet mücadelesinde insanların yalana tepki gösterdiğini görürsek o zaman toparlanma olur diyebiliriz. Aksi halde toparlanma çok kolay gözükmüyor. Bir kere yalan söyleyen, bin kere yalan söylemek zorundadır! Bir yalan başka bir yalanı doğurur. Ne gereği var şu üç günlük dünyada! Koltuk ve makamlar için, edindiğiniz servet için bu kadar yalana, dolana ne gerek var…
E.Dumanlı’nın yorumlarına bakınca aklıma zamanında bırakmasını bilmeyen Türk esnafları geliyor; hani şu aslında artık miadını doldurmuş, dükkanı oğluna devretmiş ama hayatta başka ne yapacağını bilmediği veya başka şey yapmak zor geldiği için ısrarla dükkanda kalmak isteyen, oğlu da babasını kıramadığından dükkanda ona zorlama bir yer hazırlanan, müşterilere hala kendisinin de dükkanda önemli bir işlevi olduğunu hatırlatmaya çalışıp müşterilere ve çalışanlara antipatik gelen yurdum insanı.