Yorum | Av. Nurullah Albayrak
Hukukun bizzat hukukçular tarafından katledildiğine çok şahit oldum. O nedenle süreçte yaşanan hukuksuzluklara herkes kadar şaşırmıyorum. Ancak şu an yapılanın toplu katliam olduğunu da ifade etmem gerekir.
Hukukun katledildiğini ilk kez avukatlığımın başlarında görmüştüm. Dönemin anlı şanlı başsavcı vekili, duruşmada yumruğunu masaya vurarak ‘Bazen bir bakış bile örgütün varlığı için yeterlidir’ diyerek savcıların ve yargı mensuplarının zihniyetini bana göstermişti. O dönemde de örgüt soruşturmaları yapılıyor, gazete haberleriyle ve savcıların basın açıklamalarıyla insanlar mahkum ediliyordu. Dönemin savcıları tarafından hazırlanan iddianameleri okuduğunuzda, öyle bir tablo çizilmiş oluyordu ki, aklınızdan ilk geçen, ‘yargılama yapmaya gerek yok bu insanları Kızılay meydanında asmak gerekir’ düşüncesi oluyordu. Sadece savcıları ve emniyet mensuplarını dinleyecek olsak herkes hain, ajan, çete mensubu ve suçluydu. Avukat olarak şansım suçlanan insanları dinleyerek, olayı bir de onların penceresinden görmek oldu. Suçlanan insanları ya da ailelerini dinlediğimde devletin ne kadar zalim olduğunu ve yargının da zulmün aracı olarak kullanıldığını hakka’l-yakin görmüş oldum.
Şu zihniyete yakın, o grubun mensubu, bu cemaatin adamı gibi ayırmaya gerek yok, sorun sistemde ve ne e yazık ki yargı ve güvenlik sistemi, herkesi suçlu olarak görme üzerine programlamış. Siyasi iktidar şunlar hain ya da suçlu dediği an sistem harekete geçiyor ve doğru ya da yanlış değerlendirmesi yapmadan mücadele etmeye başlıyor.
Avukat olarak yer aldığım bir dosyada, şirketin sekreteri sırf konuşma trafiği gerekçe gösterilerek (sekreterin işi arayanlarla ve aranacaklarla konuşmak) örgüt yöneticisi olarak suçlanmış ve 14 ay tutuklu kalmıştı. Sonrasında ise, boş çevirmemek için olsa gerek, 500 TL ceza verildi. Hayatının baharındaki 14 ayın hesabını soralım teklifime rağmen, sırf çekindiği ve başına bir şey gelir endişesiyle dava açmak istemedi. Bunun benzeri acı örneklerle avukatlığa başladım ve kim ne derse desin yargının zalim olduğuna her dönemde şahit oldum.
Normal denilebilecek süreçte mahkûmiyet oranının yüzde 30’larda olduğu ve verilen mahkumiyet kararlarının da yüzde 50’sinin bozulduğu bir sistemde, bir kişi hakkında dava açıldığı ya da soruşturma başlatıldığı gerekçesiyle suçlu muamelesi yapılamaz. Evrensel hukuk ilkesinden bahsetmiyorum, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar herkes masumdur ilkesi olmasa bile bizim yargılama sistemimizin işleyişine göre asıl olan masumiyet olmalıdır. Bu nedenle de Türkiye’de yargılanan bir kişi masum olduğunu söylüyorsa, masum olduğuna inanılması gerekir.
MASUMİYETİMİ İSPAT EDECEĞİM
Ben de, son dönemde suçlanan kişiler gibi, masum olduğumu söylüyorum. Söylemekle de kalmayıp mevcut hukuk mevzuatımıza ve yargı kararlarına göre de masum olduğumu ispat edeceğim. Tabi ki, insanları saçma ve yalan yanlış iddialarla tutuklayan, yargılayan ve mahkûm eden mevcut adalet sistemine şu an için güvenim yok. Ancak, adalet sistemimiz biraz düzeldiğinde hakkımızda yapılan suçlamalarla ilgili savunmalarımızı elbette mahkemeler huzurunda yapacağız. O zamana kadar, kendilerinde yargılama yapma hakkı olduğunu zanneden insanlıktan nasibini almamış güruh için savunma yapmak istiyorum.
Savunmama geçmeden önce bu dönemin savcı ve hakimlerinin hakkını teslim etme adına, gördüğüm örnekler içerisinde en rezil iddianame ve kararların bu döneme ait olduğunu söylemem gerekir. Hukuk tarihimizin en rezil dönemi olarak elbette kayıtlara geçecektir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianameye göre silahlı terör örgütü yöneticisi olarak suçlanmaktayım.
Suçlanmama gerekçe olarak da şunlar sıralanmış:
- Var olduğu iddia edilen örgütle irtibatlı kişiler arasında havale ve EFT gönderme şeklinde parasal ilişkimin olduğu,
- 31.12.2013 ile 24.12.2014 tarihleri arasında Bank Asya hesabına para yatırdığım,
- 17 Kasım 2015 tarihinde Ankara Adliyesi önünde yaptığım basın açıklamasında, İçişleri bakanlığı tarafından alınan kararların hepsinin siyasi olduğunu söylediğim,
- KHK ile kapatılan Hukuk ve Hayat Derneği kurucusu olduğum, derneğin; iddia edilen örgüte eleman kazandırdığı, örgüt elemanlarının kamuda hakim, savcı, avukat olarak görev almasına aracılık ettiğim, örgüt üyelerine destek sağladığı benim de yönetim listesinde yer almamakla birlikte dernek yöneticileriyle birlikte hareket ettiğim, perde arkasında karar alma mekanizmalarında yer aldığım, dernek yöneticilerini ve örgüt üyesi avukatları örgüt faaliyeti kapsamında organize ettiğim,
- Yargı mensuplarıyla kişisel ilişkiler kurarak dava ve soruşturmaların örgüt lehine sonuçlanmasını sağlamaya çalıştığım, bu kapsamda vekaletini aldığım kişi ya da kurumlardan himmet adı altında bağış makbuzu karşılığı para aldığım ve bu paraları da örgüte aktardığım,
- Bylock isimli program üzerinden örgüt yöneticisi ve üyeleri ile 18.08.2014 tarihinden itibaren örgüt faaliyetine ilişkin görüşme yaptığım olguları gösterilmiştir.
Silahlı Terör Örgütü yöneticiliği suçlaması gibi büyük bir suçlamayla ilgili delil olarak ise şunlar gösterilmiş:
- Evimde ve ofisimde yapılan aramalarda ele geçirilen! Sayın Fethullah Gülen’e ait kitaplar
- Evimde yapılan aramada ele geçirilen F, A, B, H, L seri numaralı 8 adet 1 ABD Doları,
- Avukat olan bazı tanıkların benim, Av. Nurullah Albayrak olduğuma dair beyanları,
- Bir meczup tanığın himmet adı altında para aldığıma dair iddiaları, bu iddialarla ilgili Sabah gazetesi haberleri ve benim tarafımdan imzalandığı iddia edilen bağış makbuzları,
- MASAK tarafından yapılan banka hesap hareketi tespitleri.
Silahlı terör örgütü yöneticiliği suçlamasına dayanak yapılan olgular ve suçlamaya delil olarak gösterilenler bunlardan ibaret. Öncelikle usule ilişkin itirazlarımı söylemek kaydıyla bu iddiaların hepsine cevap vereceğim.
Bir dahaki celsede…