YORUM | SEVGİ ÖZÇELİK
Kaç gündür elim internette bir şeyler paylaşmaya gitmiyor. Sonbaharın hüzünlü güzelliği, işe giderken trende gördüğüm ilginç tipler, New York sokaklarında sabah gördüğüm zombiler vs. Aslında hepsi “tam instagramlık…”
Önce, bir hapishane ziyareti yolunda babalarıyla yitip giden üç evlat… Anne, geride kalan kalbi bedeninden daha yaralı 3 yaşında bir kız çocuğu… Hapisteki babasının yolunu gözlerken anneciğinden de ayrılan minik melek…
Sonra Ege’de batan botta kaybettiğimiz biri bebek 5 çocuk ve iki kadın. Geceyarısı, kıyıya çok az mesafe kalmışken botun alabora oluşu ve karanlık sularda sonsuzluk kadar uzun süren bir bekleyiş…
“Aa öyle mi olmuş, hiç duymadık..”
İki evladını kaybetmiş genç çiftin, çocuklarının taze kabirleri başındaki o yıkılmış halleri kaç gündür gözümün önünden gitmiyor. İnsan bir felaketle karşılaşınca hemen olduğu yere çöküyor, küçülmek, küçülmek, yürek dayanmayacak acı ona değmeden geçsin diye ufalıp toza dönüşmek istiyor belki…
Hapishanede kendisini hiç aksatmadan ziyaret eden, kızlarını tek başına büyütmeye çalışan karısının tabutu başında kederinden, bedenden çok ruha bürünmüş gibi görünen o genç adam. “Artık sabredecek bir şey kalmadı” dediğini söylüyor yakınları, hayatından endişe ediyorlar.
Bütün bunlar olurken, haberleri sosyal medyada paylaştığınız birileri “Ne olmuş, ne zaman, niye çocuklar ölmüş?” diye soruyor. Türkiye’de yaşayıp da o ülkede artık barınamayan, fiilen öldürülüp, kaybedilenlerin yanında sosyal ölüme terkedilen binlerce insandan haberleri olmayabilir mi gerçekten? Her şeylerini kaybetmişken belki başka diyarlarda bir gelecek kurmalarının tek yolu olan pasaportları da gaspedilen, nefes almasınlar, varlıkları bir şekilde sona ersin diye uğraşılan onca insan var, hiç mi birine denk gelmediniz?
Bir grup böyle “aa öyle mi olmuş, hiç duymadık” saflığıyla yırtacağını sanıyor. Bir de her şeyi pekala da duyan, okuyan, bilen ama sessiz kalan güruh var.
Thomas More’un Sessizliği
Thomas More’u bilirsiniz, hani ünlü Ütopya’nin yazarı. Sessizlik deyince aklıma hep o gelir.
İngiltere Kralı Sekizinci Henry, Papa hukuksuz evliliğini tanımayınca kendi kilisesini kurup başına geçmek ister. Ama bunun için onaylanmaya ihtiyacı vardır. Bir hukuk adamı ve Kralın yakınındaki isimlerden olan Thomas More, Sekizinci Henry’nin kanunları hiçe sayarak attığı adımları kabul etmeyi onursuzluk görür, bir şey söylemez ama karşı da çıkmaz. Sessizliğini kendisi ve ailesini korumak için bir araç olarak kullanır. Susarak kralın/hukuğun gözünde masum kalabileceği hesapları yapar ama durum zannettiği gibi değildir. Sekizinci Henry, atmak istediği adımlar karşısındaki sessizliği hainlik olarak görür.
Thomas More krala karşı gelmekten çekinir. Ama vicdanı Sekizinci Henry’nin kendi kurduğu İngiliz kilisesinin lideri olmasını onaylayan belgeyi imzalamasına izin vermez.
Aynı zamanda avukat olan Thomas More, Latince hukuk deyimi “qui tacet consentire,”, “silence gives consent – sessizlik onaylamadır”dan medet umar, ama sessizliğin tercümesi krala göre onay değil ihanettir.
Fazla uzatmayayım, günün sonunda, Thomas More kendisini kurtaracağını umduğu sessizliğinin kurbanı olur, zindana atılır ve kafası kesilerek idam edilir. Thomas More’un sessizliği, hapsedildiği Londra kalesinin duvarlarında çın çın öter…
Selective vicdanlarla dile getirilen “steril” mağduriyetler
Türkiye’de olup bitenlerle ilgili Thomas More gibi sessizliklerinin kendilerini kurtaracağını düşünenlere kötü bir haberim var. Kurtarmayacak.
Hükümetin hukuksuzluklarına sessiz kalmanız, onları desteklemediğiniz hatta eleştirdiğiniz anlamına gelmiyor. Böyle düşünerek vicdanın yükünü atamazsınız. “İyi yapmışlar, ellerine sağlık” demiyoruz ya”, diyenler, üçüncü dalga kahvecilerden, bilmem ne festivallerinden story atmaya devam edebilirsiniz ama sessizliğiniz Ege’nin kıyılarında, ıssız Anadolu yollarında çın çın yankılanıyor.
Selective vicdanınızla “steril” mağduriyetleri gündeme getirmeniz ve sahte duyarlarınız, bir ölünün donuk yüzüne yapılmış makyaj gibi akıp gidiyor. “Aman F.cü demesinler” korkusuyla görmezden geldiğiniz her kayıp, vicdanınızdan bir parçayı alıp götürüyor. “Yurtdışından yazmak, anonim yazmak kolay” diye taarruza geçmeniz de beyhude.
İnsan bir yolunu bulur, bir soru sorar, bir fotoğraf koyar… Bu haksızlıklara razı olmadığını gösterir.
Nasıl
Sanma ki edebiyatçıyım.
Ciğeri yanmış bir babayım.
Ölü değilim hayattayım,
Ölü gibi yaşamaktayım.
Hapiste iken kardeşlerim,
Neye yarar ki hürriyettim?
Ruhum hapis, özgür bedenim,
Geceden karanlık günlerim.
Eşim, ailem mi sevgilim?
Seni candan sevdim milletim.
Zulmediyor şimdi devletim.
Korkuyorum kızacak Rabbim.
Sen zulmet, sahipsiz değilim.
Kader deyip güler geçerim.
Bitecek bu günler bilirim.
Ben seni mizanda beklerim.
Yıllardır yavrumu görmedim.
Sanma ki ben bir şairim.
Yangınlarda kaldı yüreğim.
Söyleyin nasıl afedeyim?
Bir garip muhacir U.la’lı,
Halim tuhaf, başım dumanlı,
Ben gurbette yalnız kalalı,
Kalbim kırık, şimdi yaralı.
Hakim Hapis
Hüküm
Esir alsa insanı kibir,
Haram, helal gibi yenilir.
Yandaşı durmadan kemirir.
Sonra buna fetva verilir.
Bilinmez bir muamma, hayat.
Yok mu bu dünyada hiç rahat?
İnsanlık ölmüş artık heyhat,
Ne bela şeymiş bu saltanat.
Vatan, masuma dar edilir,
Hain denir, hakaret edilir.
Meriç’te, Ege’de can verir.
Ya da hücrede bekletilir.
Hakka teslim olmuş faniyim.
Kulluktadır asıl değerim.
Zulümde isterse öleyim.
Hakkın yolundan dönmeyeyim.
Yansa kül olsa memleketim,
Hele şu süreçten geçelim,
Küllerimizden dirilelim,
Yeni baştan inşa edelim.
Hizmetle geçmişti bir ömür.
Yavrusu Sakız’da gömülür.
Bu zulmü dünya alem görür.
Görmeyenler, vicdansız kördür.
Yarın ne olacak kim bilir?
Sanma sonsuz mühlet verilir.
Rabbi Rahim bir hüküm verir,
Hemen bütün başlar eğilir.
Hakim Hapis