Ebeveyn-çocuk ilişkilerinin cinsel yönelime etkisi

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

(Farklı Boyutlarıyla Eşcinsellik-4)

Bir önceki yazıda homoseksüelliğin sebepleri üzerinde durmuş, çoklarınca iddia edildiğinin aksine bazılarının homoseksüel doğduğuna dair ortada hiçbir bilimsel kesin kanıt olmadığını ifade etmiş ve homoseksüelliğe yol açması muhtemel bazı çevresel faktörlere değinmiştik. Bu yazıda ise çevresel faktörler içinde en fazla üzerinde durulan aile ortamına, ebeveyn çocuk ilişkilerine daha yakından bakmaya çalışacağız.

Şunu bir kere daha vurgulamakta fayda var: Neyin homoseksüelliğe yol açtığı konusunda henüz bilim çevrelerince kabul gören kesin ve mutlak izahlar yok. Aynı şekilde homoseksüelliğin sebebini tek bir faktöre bağlamak da doğru görülmüyor; bilakis çoklu faktörler üzerinde duruluyor. Dolayısıyla homoseksüelliğin sebeplerini determinist bir bakışla ele almak, sebeplerle sonuçlar arasında illiyet bağı kurmak yanlış olur. Yani yazıda ele alınacak sebeplerin olduğu yerde çocuklar mutlaka eşcinsel olmayabilir. Fakat bunların eşcinselliği tetikleyebileceği, besleyebileceği, ortaya çıkarabileceği de unutulmamalıdır.

Konuyla ilgili Kanadalı klinik psikolog Dr. Joseph Nicolosi’nin yaptığı araştırmalar oldukça önemlidir. Onun özellikle geniş ve derin bir araştırma ürünü olarak ortaya koyduğu A Parent’s Guide to Preventing Homosexuality (Anne Babalar için Homoseksüelliği Önleme Rehberi) isimli eseri bu konuda oldukça doyurucu açıklamalar, ikna edici deliller ihtiva eder. Nicolosi bu eserinde anne-babanın çocukla nasıl bir ilişki kurduğuna dikkatlerimizi çeker ve eşcinselliğin bu ilişkideki eksiklik veya problemlerden kaynaklanabileceğini ortaya koyar. Bu tespitlerini sadece nazari araştırmalara değil, aynı zamanda bir psikolog olarak yıllarca LGBT bireylerle yaptığı görüşme ve gözlemlere dayandırır.

Nicolosi’ye göre homoseksüel duyguların, temayüllerin, yönelimlerin gerisinde cinsiyet kimliği bozuklukları, cinsiyet karmaşaları vardır. Yani çocuğun kendi cinsiyetini kabullenememesi, kendi cinsiyetine güvenememesi, kendi cinsiyetiyle problem yaşaması. Bunun temelinde de çocuklukta karşılanmamış duygusal ihtiyaçlar, anne-babalık rollerindeki sapmalar, anne-babanın yanlış tutumları ve yanlış yönlendirmeleri yatar. Şayet bir ailede anne anne gibi, baba da baba gibi davranmaz ve çocuklar kendi cinsiyet özelliklerine uygun yetiştirilmezse; onlar kendi cinsiyetleriyle barışık bir hayat yaşayamaz ve farklı yönelimler ortaya koyabilirler.

Özellikle geyler üzerinde araştırmalar yapan Nicolosi, geyliğin en temel sebebinin yetersiz baba ilgisiyle aşırı anne sevgisi olduğunu ifade eder. Zira böyle ailelerde büyüyen erkek çocuklar babalarını özdeşim objesi olarak görmez, erkeksi doğalarına yabancılaşır, kendi cinsiyetleriyle yeterince uyum sağlayamazlar. Bu yüzden kendi erkeksiliklerine dair negatif imaj geliştirirler. Erkek arkadaşlarıyla sağlıklı bir ilişki kuramazlar. Rekabet, sertlik ve zorluğa dayanan erkek oyunları onların gözünü korkutur. Çünkü başarısız olmaktan, incinmekten endişe ederler. Yalnızlık ve reddedilmişlik ile karşı karşıya kalabilirler. Neticede erkeklerin dünyasında yeterince iyi olmadıklarını düşündükleri veya kendilerini burada yeterince rahat hissetmedikleri için yavaş yavaş bu dünyadan uzaklaşarak kadınların dünyasına yaklaşabilir; erkeklerin arasında erkek olmanın riskinden uzaklaşarak, kadınlık dünyasına sığınabilirler.

Erkeksi tabiatları yara alan, maskülen özellikleri gelişmeyen çocuklar, içten içe başka erkeklerin erkeksiliğine özenebilirler. Yani kendilerinde göremedikleri, eksikliğini hissettikleri bir kısım erkeksi özellikleri başka erkeklerle bir araya gelmek suretiyle tamamlamak isteyebilirler. Acziyet yaşamaktan, dışlanmaktan, aşağılanmaktan korktukları için kendilerini erkeklik dünyasının dışında tutsalar da içten içe bu dünyaya karşı hayranlıkları devam edebilir. Bu da neticede eşcinsel ilişkileri tetikleyebilir. Duygusal ihtiyaçlarını cinselleştirebilirler. Bunların hayallerini kurdukları ve birlikte olmak istedikleri erkek, aslında kendilerinin idealize edilmiş hâlidir. Yani bunlar önce erkeksi özelliklerini kaybeder; sonra da kaybettikleri şeyin arayışına girerler. Bu yüzden kendilerinde eksik olan özellikleri taşıyan kimselere ilgi duyarlar. Nicolosi’nin ifadesiyle insan kendisine tanıdık gelenlere, kendisiyle aynı olanlara değil; kendisinden ayrı ve farklı olanlara âşık olur. 

Babalarında göremedikleri ilgiyi, sevgiyi, şefkati başka erkeklerde arama düşüncesi de onlarda eşcinsel duyguları geliştirebilir.

Nicolosi’ye göre anne figürünün zayıf ve etkisiz, baba figürünün ise güçlü ve baskın olduğu ailelerde yetişen kız çocukları da lezbiyenliğe yönelebilir. Kız çocuğu böyle bir anneyi olumsuz ve zayıf bir özdeşim objesi olarak algıladığı için onun gibi olmak istemez. Sadece zayıf, yetersiz ve pasif anneler değil, çocuğunu bunaltıcı kalıplara sokmaya çalışan aşırı kontrolcü, narsist ve kuşatıcı anneler de kız çocukları üzerinde benzer şekilde olumsuz tesirler yapabilir. Çocuk, “şayet kadın olmak böyle bir şeyse ben kadın olmak istemiyorum” şeklinde bir düşünce geliştirebilir.

Babanın kız çocuğuyla kurduğu ilişki de çok önemlidir. Babanın, kadınlara değer vermeyen, onlar hakkında olumsuz sözler söyleyen, onları aşağılayan biri olması, kız çocuğunun kendi otantik doğasından kopmasına ve feminenliğe karşı olumsuz bir tavır geliştirmesine yol açabilir. Aynı şekilde babası veya başka bir erkek tarafından çok ağır biçimde incitilen, tacize uğrayan, yaralanan kız çocuklarında da hem dişli olmanın güvenli ve iyi bir şey olmadığı duygusu hem de erkeklere karşı güvensizlik hissi gelişebilir.

Psikolojinin kurucularından kabul edilen Freud da eşcinselliğin çevresel faktörlerle oluştuğuna dikkat çekmiştir. Ona göre eşcinselliğin temelinde anne-kız, baba-oğul ilişkilerindeki bozukluklar vardır. Bunun yanı sıra erkek çocuğun sürekli kızlar içerisinde yetiştirilmesi veya kız çocuğun sürekli erkekler içerisinde bulunması da eşcinselliği tetikleyebilir. Freud, çocukluk veya ergenlik döneminde yaşanan istismarı ve travmaları da eşcinsel eğilimlerin sebepleri arasında görür. (https://turkish.aawsat.com/home/article/2929221/bülent-şahin-erdeğer/kurgunun-egemenliği-psikanalistler-ve-eşcinsellik-2)

Bir kere daha hatırlatalım ki burada üzerinde durulan ailevî faktörlerle eşcinsellik arasında kesin bir bağlantı kurmak yanlış olur. Burada bahsedilen hataların yapılması çocuğu illaki homoseksüel yapmayacağı gibi, anne-babanın tüm sorumluluğunu yerine getirmesi de çocuğun heteroseksüel olmasını garantilemez. Daha önce de değindiğimiz gibi homoseksüelliğe yol açabilecek pek çok sebep vardır. Biz bunlar içerisinde ailevî terbiyenin çok önemli bir yeri olduğuna, ebeveynlerin bu konuda yapabilecekleri çok şey olduğuna dikkat çekmek istedik.

Çocuklar eşcinsellikten nasıl korunur?

Şayet çocukların biyolojik cinsiyetlerine uygun bir cinsiyet gelişimi göstermeleri isteniyorsa onların eğitiminde iki şey çok önem arz eder: Birincisi anne babanın kendi rollerini doğru oynamaları, ikincisi de çocuklarını kendi cinsiyet özelliklerine göre yetiştirmeleri. Bu sayede erkekler erkekliği sevecek, erkekliklerine güvenecek, maskülen özellikler geliştirecek; kadınlar da aynı şekilde kendi cinsiyet özellikleriyle barışık yaşayacak ve kadın olmaktan korkmayacaklardır. Ne erkekler ne de kadınlar kendi doğalarına, kendi vücutlarına yabancılaşmayacak, cinsiyet özelliklerini baskılamayacak, cinsiyetleriyle ilgili eksik bir şeylerin olduğunu düşünmeyecek; bilakis erkek veya kadın olmanın ayrıcalığını hissedecek, bununla tatmin olacaklardır. Bu da onları farklı arayışlardan, farklı yönelişlerden uzak tutacaktır.

Uzmanların söylediğine göre çocuğun cinsiyet gelişimi çok erken yaşlarda başlar. Bu yüzden anne-babaların çocuklarını yakından izlemeleri ve onun sağlıklı bir cinsiyet kimliği geliştirmesine yardımcı olmaları çok önemlidir. Küçük yaştan itibaren çocukların tavır ve davranışlarının, oyun ve oyuncaklarının, giyim kuşamlarının kendi cinsiyetleriyle uyum içinde olmasına dikkat etmeleri gerekir. Zira çocuklarının kimlerle arkadaşlık yaptığı, onlarla nasıl bir ilişki kurduğu, onlarla hangi oyunları oynadığı önem arz eder.

Aslında meseleyi sadece anne-babayla sınırlı tutmak eksik olur; bu konuda kardeşlerin ve yakın akrabaların da bilinçli olması ve çocuğa gerekli desteği vermesi oldukça önemlidir.

Nicolosi, eşcinselliğin altında yatan en önemli faktörün “eksiklik” olduğuna dikkat çeker. Peki bu neyin eksikliğidir? Birincisi erkek veya kadın fıtratına dair sahip olması gereken özelliklerin eksikliği; ikincisi de anne babadan yeterince alamadığı ilgi, sevgi ve şefkat eksikliği. İşte anne-babalar çocuklarına bu eksiklikleri yaşatmamalı; çocuğun bu eksikliği daha sonra farklı yollardan gidermesine fırsat vermemeli; çocuğun kendi cinsine dair iç dünyasında yaşadığı “yetersizlik hissini” hem cinsleriyle tamamlamasına yol açmamalıdır. Hem onların erkeklik veya kadınlık doğalarını ortaya çıkarmalı, bu konuda onlara hiçbir şekilde aşağılık kompleksi yaşatmamalı hem de duygusal ihtiyaçlarını karşılamalıdır.

Nicolosi, erkek çocukların babayla sağlıklı bir bağ kurmasının ve onu modellemesinin; kız çocuklarının ise aynı şeyi anneyle yapmasının çok hayati öneme sahip olduğunu ifade eder. Anne-babanın bu vazifeyi yeterince yerine getiremediği durumlarda yakın akrabalardan bir başka erkek veya kadın aracılığıyla da bu boşluğun kapatılabileceğini hatırlatır. Önemli olan, çocuğun kendi cinsiyetinden bir büyükle sıcak, samimi ve güvenilir bir bağ kurması, onu modelleyebilmesi, onun sayesinde kendi cinsiyetine ait dünyayı keşfetmesidir.

Evet, babanın oğluyla kurduğu münasebet çok önemlidir. Baba çocuğuyla fiziksel aktiviteye, vücut dayanıklılığına, mücadele ve rekabete dayanan oyunlar oynamalıdır. Onu “hanım evlâdı” olarak büyütmemelidir. Çocuk nazarında itibarlı, kararlı ve güvenilir biri olmalıdır. Çocuğun babası gibi olmak için mantıklı sebepleri bulunmalı, çocuk babasını rol model olarak görebilmeli, babasını taklit edilmeye değer biri olarak algılamalıdır. Bunun için de baba, çocuğuna karşı sevgi dolu, ilgi dolu olmalı, ona ilgi ve sevgi açlığı çektirmemeli, onunla arasında güçlü bir bağ kurabilmelidir. 

Nicolosi, geylerin babalarıyla ilişkilerinin ya çok zayıf ya da kopuk olmasının değişmeyen bir gerçek olduğunu şöyle ifade eder: “On beş yılda yüzlerce homoseksüel erkekle konuşmuşumdur. Benim karşılaşmadığım bazı istisnalar tabii ki olabilir ama ben şahsen babasıyla sıcak, sevgi dolu ve saygılı bir ilişkisi olduğunu söyleyen tek bir homoseksüel erkek tanımadım.” (Homoseksüelliği Önleme Rehberi, s. 49)

Elbette annenin tavırları da çok önemlidir. Anne oğluna karşı lüzumundan fazla sevgi ve şefkat göstermemeli, çocuk üzerinde aşırı kontrolcü ve korumacı olmamalı, ona “bebek gibi” davranmamalı, onun kendi işlerini kendisinin yapmasına müsaade etmelidir. Annenin babayla oğulun arasına girmemesi, onların ilişkileri önünde köstek olmaması da oldukça önem arz eder. Çocuk annesini babasından daha dominant ve baskın görmemelidir. Özellikle erkek çocuk büyüdükçe anne biraz geri çekilmesini bilmelidir. Maalesef özellikle babaların çocuklarıyla tatmin edici bir ilişkisinin bulunmadığı ailelerde anneler abartılmış ilgi ve şefkatleriyle bu boşluğu da doldurmaya çalışabiliyor. Hatta öylesine sıkı sıkıya evladına bağlanıyor ki âdeta aralarında karşılıklı bir bağımlılık oluşuyor. Bu da belli bir yaştan sonra erkek evlâtların cinsiyet gelişimlerini olumsuz etkiliyor, onlara cinsiyet karmaşası yaşatabiliyor.

Kız çocuklarının yetiştirilmesinde de aynı şekilde anne-babaların kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri çok önemlidir. Çocuğun cinsiyet kimliğinin oluşması ve pekişmesi için sıcak ve yakın bir anne-kız ilişkisi kurulmalıdır. Annesi hem kız çocuğu için güzel bir rol model olabilmeli hem de onun feminen kimliğine uygun tavır ve davranışlar geliştirmesine, buna uygun oyunlar oynamasına yardımcı olmalıdır. Aynı şekilde erkekler hakkında konuşurken sözlerine dikkat etmeli, onlar hakkında hınç dolu, düşmanca ifadeler kullanmamalıdır. 

Baba da bir taraftan kızının annesiyle özdeşim kurmasına yardımcı olmalı, diğer yandan da kızına yeterince sevgi ve ilgi göstermelidir ki kız başka bir erkeğin sevgi ve ilgisine değdiğini hissetsin. Kötü muameleleri ile kızının erkeklere karşı düşmanca duygular geliştirmesine sebep olmamalıdır. 

Anne-babaların kız çocuklarını, onların feminen ruhlarını aşındıracak ve değersizleştirecek etmenlerden korumaları da önem arz eder. Onlar, çocuklarının reddedilmediği, güzel iletişim kurduğu, oyunlar oynadığı arkadaşlar bulmasına yardımcı olmalıdır. Tıpkı erkekler gibi kız çocukları da kız olmanın cazip, güzel ve tatmin edici bir şey olduğunu hissedebilmelidir. Yoksa kaybettikleri feminenliği farkında olmadan lezbiyen ilişkilerde aramaya, içlerinde yaşadıkları boşluğu bununla doldurmaya çalışabilirler.

Bütün bu hususlarda anne babanın bilinçli olması ve birbirleriyle tutarlı bir şekilde yol almaları oldukça önemlidir.

(Bir sonraki yazıda eşcinsel yaşamın, eşcinsel pratiklerin riskleri, zararları ve neticeleri üzerinde duracağız.)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Nicolosi’nin gaylik tanımı Anadolu’nun baskın ata erkil hayat tarzı ile taban tabana zıt duruyor. eğer araştırmacının tezi doğru ise Anadolu’daki erkeklerin en az 2/3ü gay olmalıydı.

    • Anadolu´da bir cocugu bütün bir köy yetistirir. Erkek olarak baba figürü yoksa ayni evde veya baya yakinlarda erkek olarak bir amca, dayi fügürü, komsu figürü vardir.
      Bir erkek cocugun hayatinda erkek olarak sadece anne tarafindan bastirilmis babanin yanisira bol bol abla, teyze, anneanne varsa böyle bir kapinin aralanmasi söz konusu olabilir.

  2. Bunlar birebir olup biteni farkına varabilecek ebeveynler için geçerlidir. Bu yazılanların anlamı olmayacaktır çünkü kimse ailedeki ilişkiyi, rolleri, sevgiyi sorgulamayacaktır. Kimse bu bahsettiklerinizi şuurlu bir şekilde dikkate alarak kendisini değerlendirmeyecektir. Yani bunlar mekanizmayı anlatabilir ama önleyici değildir. Asıl aşağılananlar anneler ve babalar. Anne ve babanın rolleri silinerek tek tip bireyler oluşturulmak isteniyor. Bireysellik, özgürlük, özgürce onunla bununla yaşamak özendirilirken, annenin rolü küçümsenmekte, babanın eşine saygısı erkekliğe yakıştırılmamakta. Cinsel kimlikten önce insani kimliklerde taşlar yerinden oynamış. Mesele çok zor bir mesele. Odaklanılması gereken öncelikle LGBT değil, onları doğuran dengesizlikler. Maslesef aileyi, insanı yıkma programları ahlaki, hukuki, insani terbiyeyi insanların edinmesini engelliyor. Çünkü kadınlar artık erkeklere karşı cephe açmış durumda. Demek erkek kadın ilişkileri çok problemli boyutta. Sonra şiddet ve kadın cinayetleri eğer yaygın görünür şeylerse, bunun altında görünmeyen problemlerin çok daha büyük olduğu düşünülebilir. Ben insanı, erkeği ve kadının rollerini ele alan bilgiler göremiyorum. Sanki bu ilişki bir hapis hayatıymış gibi gösteriliyor, bağımsız birey olmak özgürlükmüş gibi gösteriliyor. Birde insanların insan olduklarını anlaması için insan gibi yaklaşılması gerekir. Bu sayede insanlığı, rollerini öğenememiş insanlar bu rollerinin farkına varırlar ve sağlıklı bir toplumun inşası olur. Ama darbeleri öven, birbirine düşmanlaştırılmış, birilerini ezmeyi insanlığının gereği sanan insanların olduğu yerde, baş örtüsünün sorunlu olduğu, kendi dilinde konuşmanın suç olduğu gibi çok temel insani noktalarda insanlar kafasına sopa yiyorsa, dışlanıyorsa, aşağılanıyorsa nasıl sağlıklı bir toplum olunur? Önce nefes alınması gerekiyor. İnsanlar kendilerini bulmaları için onlara fırsat verilmeli, kendilerini ifade edebilsinler, öfkelerini yansıtabilsinler. Bu ortam okullarda olursa belki evdeki eksikler tamalanacak. İnsanlık değerlerini edinen insanlar erkek ve kadın rollerini yerine oturturken ana gövdeyi iyi oluşturduğundan üzerine rolünü daha kolay oturtacaktır. İnsaniyetin getirdiği uyum zaten birçok çatışmanın önünü alacaktır. Her çatışmanın rollerden kaynaklandığını düşünmüyorum.

    Ama insanlar eşcinsel bir çocuğun olmasını kendisi ile yüzleşmeye tercih eder. Yani kendisi ile ilgili sorunlar ile yüzleşmek insanlara çok ağır geldiğinden herşeyi akışına bırakırlar. Sonuç olarak yıkımlar yaşanır. Yani olup biteni kimse anlamayacağından kimse rollerini sorgulamayacaktır. Ama gerçek modern ve ahlaklı bir devlet olsa, insanlara insan olduğu bilincini hissettirse, şeriat paranoyasından ahlak eğitimini vermemezlik etmese, Hz Peygamberin yaşantısını yaygınlaştırsa, yalnızlığın özgürlük olduğu yani tek eşe sadık kalmadığın, evlilik ilişkisini bağımlılık gibi gösterilmediği, mutlu aile modellerinin göz önünde gösterildiği, ahlaksızlığın sonuçlarının cezaevleri, bağımlılık merkezleri, şiddet yaşantıları gibi toplumun arka bahçesinin insanlara ibret olarak gösterildiği bir süreçte insanlar yanlış rollerden kurtulurlar. Ama bunlar bilinçli olarak yapılmadığı için, toplum ahlaksızlığın yaygınlaşmasını itiraf etmediği ve sorun olarak görmediği için Devletten, eğitim sisteminden bunu talep etmemektedir. Zaten talep etse buna maalesef ilk olarak LGBT ler üzerinden karşı çıkacaklar. Yani toplumsal bir yaranın ürününü, topluma bir silah olarak kullanılıyor. Resmen sorun, sorunu çözmek isteyenlere karşı silah olarak kullanılıyor ve bu sayede sorun kendisini var etme çabası gösteriyor. Kendisini büyüterek asıl gibi göstermeye çalışıyor. Yani insani değerleri savunmak, ahlakı savunmak, aileyi savunmak isteyenlere karşı sorunun ürünü buna fırsat vermeyerek, çünkü sorundan bahsedildiği zaman LGBT kendini hedef olarak görüyor ve savunmaya geçiyor. Tam bir kısır döngü. Nedeni de dediğim gibi insanlar kendileri ile yüzleşmekten kaçarlar ama karşodaki bir bireyi yani LGBT liyi çok kolay eleştirirler. Halbuki bu aptal sorun kendisinden kaynaklanmaktadır. LGBT sadece üründür yada sonuçtur. Bir hastalığın belirtisidir. Hastalığın kendisi değildir. Sizde zaten çevresel bir sorun olduğunu söylüyorsunuz.

    Maalesef bu mesele çok karmaşıklaşıyor. Çünkü sorun kendini sorun olarak görmüyor ve ben böyle varlık alemindeyim diyor. Bu nokta artık meselenin toplumsal bir sorun olmasından çıkıyor ve artık sorun yeni bir kimlik kazanıyor. Bu nokta artık toplumun hastalıkları ile LGBT nin ayrıştığını yani kendini sorunun bir parçası olarak görmediği evresine geçmiştir. Şeytan LGBT yi sorunun bir parçası olmaktan çıkartarak ona ayrı bir kimlik vermektedir. Bu haliyle sorunu ele alan insanlar sorunu her ele alışta duvara toslayacaklar. Mesele çok profesyonel düzeyde ele alınmalı. Ama meselenin çözülmesini istemeyenler çok güçlü. Sorun çözümü aranmasın yani güçlü insan, aile yapısı çabasını engellemek için tıpkı terör gibi LGBT arkasında kümeleniyorlar. Yani bir bütünü ilgilendiren sorun toplumun ret etmesi ve sadece eşcinselleri suçlaması nedeniyle yani kolay yolu seçmesi nedeniyle, şeytan bu sorunu bütünlüğünü bozarak, kimliklendirerek çatıştırmaktadır.

    Önceden baş örtüsünü topluma anlatılamazdı. Şimdi bu sorun üzerinden aile, insan, roller tartışılmaya fırsat verilmeyecek. Çünkü eşcinselliğin sorunun bir meyvesi olması nedeniyle tartışma eşcinselleri de içermek zorundadır. Bu durımda LGBT cephesi devreye girecek, baskı yapacak ve sorunun çözülmesini, tartışılmasını engellemeye çalışacak. Türkiyeli müslümanların tutumları da bu kavgayı iki cepheye ayıracak.

    Bu mesele PKK meselesine dönecek. Kürt haklarını savunduğunda PKK lı olacaksınız, PKK ya karşı olduğunuzda faşist. Bütün oyun sahte PKK kimliği üzerinden dönecek. Burda da oyun yapay LGBT kimliği üzerinden dönecek. Bu meseleyi ret ederek, topu eşcinsellere atarak kurtulduğunu sanan insanlar, hem bu sorunun devamını garantilemiş oluyor hemde eşcinselleri şeytanın istediği gibi yönlendiriyor.

    Artık mesele PKK meselesine gelmiştir. Yani ret edilen mesele büyüdükçe büyüdü. Kimsenin sorunu yok, kusuru yok. Herkes çok mükemmel. Herkes ahlaklı falan. Kötülük varsa eşcinsellere küfür ederek ahlaklı olduğunu, rollerin düzgün olduğunu göstermiş olursun.

    LGBT yi savunsan ahlaksız olacaksın, LGBT yi yani özellikle şeytanın etkisini eleştirince gerici, yobaz olacaksın. Bunu biz laiklikte de görmüştük. Sürekli baskı altında tutuluyordu insanlar. Sürekli gerici, yobaz baskısı altında tutuluyordu. Adeta kimliklerini terk etmeye zorlanıyorlardı. Yani gerçek kimlik yok edilirken İngilizin yapay laik kimliği benimsetilmeye çalışılıyordu. Öyle görünüyor ki laikliğin yerini LGBT almış bulunuyor.

    İnsanlar kendilerine gelmedikçe sorunun günden güne büyüyeceğini görecekler. İlginçtir aynı şey PKK için de geçerli. Sonsuzluğa doğru mücadele ettiğimiz PKK günden güne büyüdü, Türklerle 40 yıl muhatap olduktan sonra bir anda ansızın çekildi ve Suriyede devlet kurdu. Peki biz neyle mücadele ettik o zaman?

    Bence kendimizle mücasele ettik. Ne kadar ilkel savunma varsa hepsi aktif. Ret etme, yok sayma, kötülüğü PKK ya atma kolaycılığı, kendi kahraman hissetme, bütün kötülükleri kürtlere verme, kendini hep düzgün, iyi görme, topu PKK ya atarak kendisini otomatikman iyi olduğu için sorgulamama, haksızlık, hukuksuzluğu sorgulamama, eleştiri yapmama yada yapamama gibi boşluklar olmalı ki 40 yıllık mücadele sonunda 500000 kişilik ordu karşısında 5000 kişi Devlet kurdu. Hani hergün 1-2 terörist düzenli olarak dağlarda 40 yıl boyunca öldürüyorduk?

    Demek istediğim toplum sağlıklı olup biteni değerlendirmeden yoksunsa bu LGBT olayı da çok büyüyecek. Sonra nasıl PKK ile zamanla uyuşturucu ilişki geliştirildiyse yani kabullenildiyse, ki bu kabullenme para üzerinden olmuştur, LGBT de zamanla toplumda kabul edilecek. Ama bu kabul o insanların toplumun bir parçası olarak değil, ahlaksızlık noktasında olacak. Yani hayırlı yada doğru bir davranışı yakaladığı için değil. PKK da nasıl çıkar ilişkisi ile PKK nın varlığını uyuşturucu üzerinden kabulleniyorlarsa, LGBT yi de fuhuş üzerinden kullanacaklar. Onların toplumdan dışlanmalarını fırsat bilerek, fuhuşa sürüklenmeleri sağlanacak.

    İnsanlar ikili yaşayacak. Bir düzgün aileleri varmış gibi, diğeri fuhuş hayatı. Bu insanlar hiçbir zaman rollerini sorgulamayacak. Kabullenme ahlaksızlık noktasında olacak. İnsanlar duygularını ikili bir yaşantı ile ikiye böldüklerinden bu kısır döngü kendini var etmeye devam edecek. Ama en çok eşcinsellere bağırıp çağıran bunlar olacak. Bu bağıranları esas kabul edip olayın gerçek içeriğinin tartışılması engellenecek.

  3. Hayatımda hiç escinsel biriyle oturup bu konu hakkinda muhabbet etmemiş, fakat etrafinda 3 5 escinsel is arkadaşı, tanıdık vs bulunan biri olarak şunu çok rahat yazıyorum:
    Bu 4. Yazınızı da okudum ve şu kanaate vardım:
    Kendi düşünce dünyanıza uygun kaynaklar veya kabul edeceğiniz kaynaklardan alıntılar yaparak, önceden zaten kesinlikle emin olduğunuz “escinsellik hastalıktır” tezini kanıtlamak için yaziyorsnz bu yazıları. Karşı iddialar, kaynaklar yok. Yaptığınız tüm çıkarım şu:
    Çocuklukta sıkıntı yaşamışlar, aile ilişkileri kötü o yüzden escinseller. Milyarlarca heteroseksuel insanın da çocukluğu perfekt değil, ailesiyle ilişkisi sorunlu. Bu insanlar nasıl escinsel olmamışlar?
    Mesela sizin otoriter bir babanız olmuşsa, siz de içten içe aslında escinsellige mi yöneliyordunuz? Son anda mı kurtuldunuz? Bu kadar basit mi?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin