YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Gözüne kestirdiği ve potansiyel tehdit olarak algıladığı herkese terörist yaftasını yapıştırma ve tüm şiddetiyle üzerine gitme imtiyazına ulaşan hukuktan kopmuş Türkiye devleti, elde ettiği bu korkunç ve denetlenemez politik gücü her fırsatta kullanarak kendisini daha fazla konsolide etmeye devam ediyor. Bu devleti kontrol edenler değişse de, devletin hukuka parantez açabilme kabiliyeti hep var oldu. Değişen iktidarlar hem bu devleti yönettiler, hem de onun tarafından dönüştürüldüler. Devletin ceberut tarihinin bir parçası oldular. Ve dönemlerini resmi tarihe onun istediği şekliyle geçirmeye razı oldular. Dolayısıyla Türkiye her zaman temel hak ve özgürlüklere istisna getirebilen, güvenilmez bir devlet oldu. Ancak bu iktidara dek kör topal da olsa işleyen bir hukuk sistemi, bir devlet bürokrasisi ve kısmen de olsa denge mekanizmalarına sahipti. Parlamenter sistemin getirdiği çeşitlilik, görece de olsa meclisin denetimine ve meclis içi siyasal rekabete izin verdi. Partilerin ve liderlerin aşırı güçlenmelerini frenledi. Başta Kürt siyasal hareketi ve Marksist sol olmak üzere, devlet hedefine bazı grupları alsa da, demokratikleşme baskısı ve sonuç olarak demokratikleştirici ana bir yönelim hep oldu. Dahası birçok siyasi parti de devletin derin kanadının üzerine gidilmesini ve insan haklarına daha uygun bir devlete dönüşülmesini savundu. Bu reformcu partiler şeffaflıktan ve açıklıktan yana tutum alırken, devletin özellikle vesayet sistemini yumuşatmaya, sivil siyasetin önünü açmaya çalıştılar. Askeri darbe ve muhtıra dönemleri hariç, sivil siyaset daima kendi alanını vesayet rejimi aleyhine genişletmeye gayret etti. Bazı dönemlerde tümüyle vesayete teslim de olsalar, asgari bir hukuka önem verildi, şeklen de olsa bazı önemli hukuk devleti ilkeleri devlet davranışlarında dikkate alındı. Örneğin 12 Eylül’de veya 28 Şubat’ta bile Sippenhaft (aile boyu takibat) gibi hukuk devletinin tümüyle karşısında olan, barbarca uygulamalara müracaat edilmedi. Bu askeri dönemlerde bile, örneğin 1980’den sonra mağdur edilen ve 1402’likler denen üniversite hocalarının bile emeklilikleri ve özlük haklarına dokunulmadı. Çoluk çocuklarıyla, eşleriyle uğraşılmadı.
Erdoğan askeri vesayetten arındırılan Türkiye’nin diktatörü oldu. Elbette her diktatör gibi tek başına değil. Bir güç koalisyonunun paydaşları tarafından o bulunduğu mevkide tutuluyor. Onlar istemese orada bir dakika bile kalamaz. Fakat bu demek değil ki güçsüz. Erdoğan’ın muktedir oluşu, onun tabana derin devleti tercüme etme yetisinden kaynaklanıyor. Derin devletin istediklerini muhafazakâr, İslamcı, nasyonalist kitlelere kabul edebilecekleri kıvamda sunma konusunda onun eline kim su dökebilir? Gülen Cemaati’nin üzerine tüm kudretiyle giden devletin başında bugün Atatürkçü ve seküler bir asker olsaydı mesela, kitleleri Erdoğan gibi ikna edebilir miydi? 28 Şubat döneminden yüzlerce kat daha büyük bir baskıyla, milyonlu rakamları bulan bir mağduriyete sebebiyet verdiler, ama İslamcı tabandan hiç ses yok dikkat ederseniz. Oysa mağdur edilenlerin çok büyük kısmı İslamcı siyasete tasnif edilen Gülen Hareketi mensuplarıdır ya da öyle oldukları iddia edilenlerdir. Bu politikanın akabinde, Erdoğan miyadını doldurup siyasetten tasfiye edildikten sonra, bugün Gülen Hareketi’ne yapılanların aynısı Milli Görüş çizgisinden olan İslamcılara, AKP’yle yolu kesişenlere, diğer cemaat ve tarikatlarla bağı olanlara yapılmayacak mı zannediyorsunuz? Erdoğan’ın son kullanma tarihi geçtiği anda seküler bir dalga İslamcılık ideolojisine yakın tüm bireyleri ve kurumları alaşağı edecek. Bu kesimler kendi ortakları tarafından zaten potansiyel tehdit olarak algılanıyor. Onların bugün ötekileştirilmiş ve düşman hukukuna tabii tutulan Gülen Hareketi’ni hacamatlamada kullanılmaları onları derin devletin organik bir parçası yapmıyor. Bunu Erdoğan’a yakın olan kurmayların, yazar kasa sözde gazetecilerin, AKP ileri gelenlerinin, sahibinin sesi badem bıyık bürokratların, yargı mensuplarının, saray kodamanlarının, İslami hırsız oligarkların falan bilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Bakın bu yazılanlar burada duracak. Zaman içerisinde olanları gördüğünüzde hatırlar, böyle bir yazı okumuştum bir zamanlar dersiniz.
Devlet birilerini bir defa hedefe koydu mu, o imaj resmi tarihe konu olur. Bugün Gülen Hareketi buna maruz kalmış durumda. 17 Aralık 2013 sonrası paralel devlet diyerek süreci başlattılar. 15 Temmuz’a kadar süreci olgunlaştırıcı operasyona devam ettiler. Her şey belli bir kıvama getirildikten sonra tezgâhladıkları üzere 15 Temmuz 2016 olayı patladı. Olay Gülen Hareketi’nin üzerine yıkıldı. Bunu yapabilmek için bu grupla bağları olan bazı kişilere 15 Temmuz’da rol üstlendirdiler. Ya da Gülencilerin bir kısmı isteyerek bu kumpasa katıldı. Ya kontrollü olduğunu bilmiyorlardı, ya da başta bu işin başarılı olacağına ikna edilmişlerdi. Bu gerçekler zamanla ortaya çıkar. Bu darbe ister gerçek, isterse kurgu olsun, karışan herkes suçludur, hukuk devleti ölçütlerine göre yargılanmalıdır. Ancak buna en başta Erdoğan ve rejiminin mümessilleri dâhildir. Çünkü “Allah’ın lütfu” darbenin planlayıcıları, elbette ki ondan en fazla istifade edenlerdir. Bu darbeyi kim yaptı ya da yaptırdı veya en azından yapılmasına göz yumdu? Elbette ki ondan en fazla yararlananlar! Türkiye’nin anayasal düzenini yıkıp, yerine istedikleri rejimi kurdurdular. Unutmayın, bu rejim bir kişiye veya bir zümreye ait değil. Erdoğan’ı Kürtlerle yürüttüğü Çözüm Süreci’nden vazgeçiren ve bugünki Çiller çizgisine getiren güç, yarın fırsatını bulduğunda at değiştirecek. Yarış atları koşabildiği müddetçe beslenir. Kocayıp güçten düşünce sonları ne olur, merak edenler araştırsın. Erdoğan’ın siyasi ömrü, kaybedeceği ilk seçime kadardır. Seçim deyince elbette bunu da demokratik prosedürlerle falan yapmayacaklar. Ama yüzde kırkı bulan bir oy alsa bile “adam kazandı” dedirtecek bir yapı bugün devlete egemen. Yoksa siz Cihan ve Doğan haber ajanslarının olmadığı, salt Anadolu Ajansı’nın üzerinden veri akışı alınan, sonuçların saraya göbekten bağlı bir Yüksek Seçim Kurulu’nca ilan edileceği bir seçimin sonucunda Erdoğan’ın alıp şapkasını gideceğini mi zannediyorsunuz hala? Yani seçimi kaybetmeleri için silme bir skor lazım. Bu muhalefetle o performansın alınması sizce ne kadar olası? Yani ezcümle, bu Erdoğan daha çok iş çıkarır. Sahiplerinin onun arkasında durmaları boşuna değil. Mehmet Ali Çelebi’nin tutumuna dikkat edin derim. Bu profilde ne kadar ulusalcı-derin adam varsa, bakın Erdoğan’a fit bir pozisyonda bugün. Buna CHP’den İYİP’e, Ümit Özdağ’dan Destici’ye ve Perinçek’e birçokları dâhil.
İşte bugün dahi devam eden cadı avına ve sosyal soykırıma ses çıkmamasının nedeni bu adı konmamış uzlaşıdır. Türkiye’deki HDP haricindeki tüm partiler İttihat ve Terakki’den türemiştir. Bugün bu isimleri ve ideolojik yönelimleri (sözde) değişik partilerin tümünün esasında aynı parti refleksiyle hareket ettikleri iki konu vardır. Bunlardan biri, son 100 yıldır hiç değişmeyen Kürt düşmanlığı veya fobisidir. Fakat diğeri, daha yeni bir görüngüdür: anti “FETÖ” tutumu. Bu diskuru 15 Temmuz 2016 resmi söylemi olarak resmi tarihe eklemlediler. Bunun üzerinden yarattıkları meşruiyetle, artık ailelere yapılan insani yardımların dahi terör suçu kategorisinde değerlendirildiği bir siyasi ortam sağladılar. Ne intiharlar, ne kodeste plastik sandalye üzerinde ölümler, ne işkenceler, ne adam kaçırmalar ve kaybetmeler tepki çekiyor.
Devlet sizi gözüne kestirdi mi kurtuluş yoktur. Türk devletinin bu konuda tecrübesi oldukça geniş! Dahası bugüne dek yapılan hukuksuzlukların hesabı hiç sorulmadı. Üstüne, devletlerine toz konduramayan, kendini kesen bıçağı yalamaya meyilli koyunlar oldukça mebzul. Bunca yaşanmışlıktan sonra hala bunu yapanın devlet olmadığını, Erdoğan gidince işlerin düzeleceğini falan anlatıyor, kendilerini rahatlatıyorlar.
Ancak gerçekler kabul edilince düzelme başlayacak. Onu başlatacak ve sonlandıracak olan sizlersiniz.
Devlet denilince aklıma önce hiçbir şey gelmiyor. Daha sonra Devletin ayrı bir şahıs olduğu aklıma geliyor. Aslında Devlet ile benim bir bütünün parçası olmamız gerekirken benim Devlet ile çatışma alanlarım oluşuyor. Demek ki Devlet bir yada birçok insanlar bütünüdür. İnsanlar da bir kişiyi seçeceğinden bir kişidir.
Devlet denince bu sefer aklıma bağırıp çağıran biri geliyor. Bu muhtemeldir ki bilinç altında bana bağırıp çağıran bir kişidir. Bu kişi Devlet olamaz. Baba geliyor aklıma, otoriter, birşey söyleyemezsin, bir şeye itiraz edemezsin. Ama O da tam karşılamıyor. Allah aklıma gelince O da olamaz çünkü Allah sürekli iletişim halinde insanlarla.
Devlet insanlarla iletişim kurmuyor. Çünkü kurarsa kendini ele verecek. Direkt değil birilerini kullanarak amaçlarını yaptırmaktadır. Bu sayede sorgulanır olmaktan kurtuluyor. Çünkü kendisinin sorgulanmasını istemiyor. Kendi kimliğini gizlediğinden kimlik sorunu yaşıyor. Bu sorunu Türk kimliği ile gideriyor. Kürtlere de kimlik vermediğinden Onlara HDP, PKK üzerinden kürt kimliği veriyor.
Adam kendisi ortada yok, kimliği yok ama insanlara kimlik dağıtıyor. Birine Kürt kimliğini PKK üzerinden veriyor, diğerine Ergenekon üzerinden Türk kimliği veriyor. Yani Ergenekon ve PKK organik yapıları kimliğin edinilmesinin şartı koşuyor.
Yani şiddet uygularsan kimlik elde ediyorsun. Eğer sesini çıkarmıyorsan alçak oluyorsun. Yani Türk ve Kürt olmak için Ergenekon ve PKK terör örgütlerin yaşaması gerekiyor. Çünkü bu kimlikler bunların varlığına bağlı. Dolayısıyla Türkler ve Kürtler kimlik sahibi olmak için terör örgütlerine bağlanmaları gerekiyor. Bu da şiddeti içselleştirmeyi beraberinde getiriyor. Yani kimlik+şiddet birarada olmak zorunda gibi gösteriliyor.
İki kimliği çarpıştırdığında Kötü adam kendi kimliğini hiç kullanmadan iki kimlik üzerinden insanları zayıflatıyor. Sonra bu kavga ortamında kendine yeni bir sahte kimlik ediniyor. Artık Kürt yada Türk kimliğini her iki tarafa karşı kullanabilir.
Türklere, Kürt kimliğini tanımak sanki Apo yu tanımak ile eş anlamlı gelecek. Kürtlere Türkleri tanımak sanki asimilasyonu kabul etmek olarak anlaşılacak. Kimliksiz kötü adam artık Apo kılığında Türkleri huzursuz ediyor, Ergenekon, jitem kılığında Kürtleri tedirgin ediyor.
Şimdi kimlikler tanımlanamıyor, şiddet kimliğin varlığı gerekçesi olmuş. Türklere şiddet asimilasyondan korunma korkusuyla, Kürtlere şiddet bölünmeden korkma nedeniyle gereklilik haline getirilerek kimliklerin savunması olmuş.
Şimdi bu yaşanılanlar yani asimilasyon ve bölünme korkusuyla karşı tarafa saldırganlık gereklilik olarak görülüyor.
Kötü kimliksiz adam Apo ve ergenekon kılığında hem Türkleri hem Kürtleri vesayet altına alıyor.
Demek ki daha kimlik sorununu çözememiş insanlar Devlet olamazlar. Bu kadar yukarıda anlatılan süreç normal bir Devlet insan ilişkisi midir? Yoksa Devlet yerine Apoyu, Ergenekonu insanların karşısına çıkaran kötü kimlik, bu terör örgütleriyle insanları yönetiyor. İnsanlar Devlet diye bir kısmı ergenekona, diğeri PKK ya yöneliyor.
Devleti yani apo yada erge. Devlet olarak düşünen insan Devleti ret etmeye kalkacaktır. Çünkü Devleti yani gerçek devleti kabul ederse Kürtlerin kimliğini yani Apoyu da kabul etmesi gerektiğinden büyük çıkmazdadır. Normal Devleti bu yüzden ret etmek zorunda kalır. APO yüzünden. Yani gerçek Devleti ret ederler. Bu ise kimliksiz kötü adamın işine yarar. Bu sayede insanların kafasına APO yada TAYYİP, ATATÜRK, OTORİTER BİR FİGÜRÜ kafasında Devletin yerine koyar. Buna Devlet denmez. O yüzden Devlet kavramı sadece otoriter kavramlar üzerinden açıklanıyor. Sevgi, şefkat üzerinden açıklanmıyor.
Devlet kendisini kötü gösteriyor. Kimlik kötü birisi. Temel bakımlar yapılıyor. Bunu Nazi esirlerinin kamplarda ekmek sağlamak şeklinde düşünebiliriz. Yada onlara yatacak yer vermeleri olarak görebiliriz. Ama ne APO ne de ERGENEKON derin Devletleri merhamet, şefkat, insani değer, özgürlük, düşünce özgürlüğü vermez. Yani beklentimiz PKK nın Kürtlere, ERGENEKONUN Türklere Devletlik yapmasıdır.