YORUM | SÜLEYMAN C. KARAMAN
İstikrarlı bir ekonomi, siyasi iktidarların en çok arzu ettikleri şeydir. Mutlu ve alternatif bir arayış içinde olmayan halkları yönetmek çok kolaydır çünkü. İşler iyi gitmeyince halk bir günah keçisi aramaya başlar ve genelde siyasi iktidar bu durumdan en çok etkilenen kurumdur. Bu yüzden en demokratik ülkelerden en otokratik yönetimlere kadar bütün siyasi iktidarlar için ekonomi, birinci meseledir. Siyaset, insanlara iyi görünme sanatıdır.
Serbest piyasa ülkelerinde ekonominin büyük çoğunluğu özel sektörün elindedir. Özel sektör, siyasi iktidarın yeniden seçilip seçilmemesini umursamaz ve kendi işine geldiği gibi ekonomik kararlar alır. Sonuçta kendi parası söz konusu olduğu için menfaatleri doğrultusunda hareket eder. Her ne kadar serbest piyasa ekonomisinde özel sektör çoğunluğu teşkil etse de asıl büyük oyuncu yine de devlettir.
Özel sektör çok sayıda aktörden oluştuğu için bir bütün değildir. Ama devlet bir bütün olarak hareket edebildiği ve bir ekonominin en az yüzde 20’sini oluşturduğu için bir ülke ekonomisinin en büyük oyuncusudur. Serbest piyasa ekonomisi olsa bile…
Devletin ekonomi için yapabileceği en önemli şeyler adaleti sağlamak, istikrarlı bir ortam sunmak, insanların girişimci ruhlarını öldürücü değil, destekleyici politikalar sürmektir. Ekonomistler bir devletin serbest ekonomiyi desteklemek için yapabileceği politikaları iki grupta toplamışlar: Para politikaları ve maliye politikaları.
Genelde para politikasını merkez bankaları yaparken, maliye politikasını siyasi iktidar belirler. Eğer Türkiye’de olduğu gibi merkez bankasının bağımsızlığı yoksa, ikisini de devlet yapar diyebiliriz. Para politikası büyük çoğunlukta faiz oranlarını artırıp azaltmakla yapılır, maliye politikası da devletin harcamalarını artırıp azaltmakla ilgilidir.
Türkiye gibi döviz kurunun ekonomide önemli olduğu ülkelerde merkez bankası faiz oranlarını değiştirmek ile beraber piyasaya döviz sunup, piyasadan döviz çekerek de ekonomiye müdahale edebilir.
Merkez bankasının faizleri düşürmekle hedeflediği şey insanları daha fazla borç alarak harcamaya ve yatırım yapmaya itmektir. İnsanların tüketime ve yatırıma yönelmesi ile pozitif bir döngü oluşur. Üretim artar, istihdam artar, gelirler artar ve tekrar üretim artar.
Ama ekonomide her politikanın dengeleyici bir diğer yönü vardır. Faizleri düşük tutarsanız ekonomik veriler iyileşebilir belki, ama öte yandan düşük faiz enflasyon tehlikesini getirebilir. Ayrıca faizlerin düşük olduğu bir ortamda insanlar tasarruflarını bankalara değil, dövize yönlendirirler ve bu da dövizin değerini yükseltir.
Bir şeyin değerini arz ve talebin oluşturduğu denge belirler. Dövize olan talepte faizlerin bir rolü olsa bile bu olayın, yani dövizin, bir de arzına bakmak gerekir.
Daha ekim ayının başında hazine yurt dışından 2,5 milyar dolar, yurt içinden de 8,8 milyar Türk Lirası değerinde altın borçlandığını açıklamıştı. Bu demektir ki döviz ve altına olan talebi sağlayacak arz da Türkiye’de bulunmaktadır.
Döviz kurunun yükseleceği zaten çok uzun zamandır konuşulan bir konu. Yurt dışından düzenli olarak Türkiye’ye para girmesi aslında dövizin değerini tutan bir faktördür. Bu, dövizin yükselmesini engelleyen pozitif bir sonuç olarak gözükse bile aslında var olan problemlerimizin daha da büyüyerek ileride daha büyük bir krizin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Ülkenin gerçek problemleri çözülmediği için günü kurtarmak eksenli borç almak problemleri sadece erteler.
Yurt dışından alınan bu borçların faiz oranlarının da dünya piyasalarından çok daha yüksek olduğunu bilmek lazım. Türkiye’nin geleceğine şüpheyle bakıldığı için faiz oranları yüzde 6’nın üzerinde belirlenmiş. Aslında Türkiye’ye kim nasıl borç veriyor şaşırıyorum, ama sonuç olarak bu para Türkiye’ye geliyor.
Merkez bankasının yıllık enflasyon beklentisi olan yüzde 12,1 oranı elbette gerçek enflasyonu yansıtmıyor. Gerçek enflasyon bunun çok üzerinde. Bir de bunun üstüne faizleri de düşük seviyede tutmak döviz üzerinde büyük bir baskı oluşturacak.
Türkiye’de ev almak isteyenler için en iyi zaman bu zaman. Alabileceğiniz kadar uzun vadeli bir konut kredisi alırsanız, birkaç yıl içerisinde ödemeleriniz pula döner zaten. Gerçi emlak fiyatlarının olması gerektiğinden daha yüksek olduğuna dair görüş belirtenler var ama buna rağmen çok kârlı olacağını düşünüyorum.
Dövizi yükselten başka bir faktör de Türkiye’deki yüksek enflasyon oranı. Dövizin son bir yılda yüzde 20 yükselmiş olması aslında reel bir yükseliş değildir. Enflasyon oranının çok daha yüksek olduğunu düşünürsek aslında dövizin değeri düşmüş bile. Kanaatimce dövizin, az ya da çok yükselmesini belirleyen en büyük iki faktör hükümetin TL cinsinden ne kadar para bastığı, yani enflasyona yol açtığı ve yurt dışından düzenli olarak ne kadar döviz girişi olduğudur.
Faiz oranlarını kullanarak dövize müdahale etmek dolaylı bir müdahaledir. Faizi artırarak insanların dövize olan taleplerinden vazgeçirmeye çalışmaktır. Ama insanların kafalarına dövizin yükseleceği fikri girdiyse siz ne yaparsanız yapın, onlar yine dövize olan taleplerinden vazgeçmezler. İnsanları ekonomik konularda yönlendirmek hiç kolay değildir. Bundan dolayı dövizin değerinin belirlenmesinde asıl olan dövize olan arz ve taleptir.
Son olarak da enflasyonun doğrusal nedeninin faiz oranları olmadığından bahsetmek lazım. Yüksek ve düzenli olarak artan enflasyonun birinci nedeni para arzının artması, ikinci nedeni de enflasyon beklentilerinin enflasyon doğurmasıdır.
Arz yönlü, yani maliyetlerin artmasından kaynaklanan ya da talep yönlü, emtiaya olan fazla talepten kaynaklanan enflasyon uzun süreli olmaz, ya da onların nedeni bellidir. Neden gidince enflasyon da biter. Bugün Türkiye’de enflasyonun yükseleceği çocukların ağzına bile düşmüş durumda. Bunun arz yönlü bir enflasyon olduğunu düşünmek gerçeklerden çok uzaktır.
Daha önce de dediğimiz gibi dövizin yükselmesi bir semptomdur. İstikrarsız bir devletteki halka başka bir seçenek sunulmamasının sonucudur. Gerçek problemlerimizi çözdüğümüz zaman ekonomi de bunların sonucu olarak düzelecektir.