Yorum | Bülent Keneş
Öncelikle, bir galat-ı meşhuru düzeltmekle başlayalım: Düşünce özgürlüğü diye bir şey yoktur. Çünkü, pasif haliyle düşünce her halükarda ve en baskıcı ortamlarda bile özgürdür. İfade edilmediği veya pratiğe aktarılmadığı müddetçe düşünceye gem vurmak, önüne engel koymak ve sansürlemek teknik olarak mümkün değildir. Esas olan, risk altında bulunan ise, ifade özgürlüğüdür. Bir düşüncenin kelimelerde, sanat ya da eylemlerde vücut bularak kendisini ifade edebilmesidir zor olan. İnsanı diğer canlılardan ayıran düşünebilme kabiliyetinin tehlikeli sulara dümen kırdığı yer de zaten ifade etme ve eyleme dökme kısmıdır.
Neticede her insan iyi kötü düşünür. Şahsiyetini de olaylar ve olgular karşısındaki düşünme, değerlendirme tarzı şekillendirir. Her insan düşünür ama her insan düşündüğünü kamusal alanda ifade etme gücünü, cüretini, cesaret ve kabiliyetini kendisinde bulamaz. İfade, düşündüğünü başkalarına aktarmaya, paylaştığı düşünceleriyle başkalarının düşüncelerini etkilemeye yönelik büyük bir cürettir. Her cüret gibi ifade edilen düşüncenin bedelini ödemeyi de göze almayı gerektirir.
Gelişmiş demokrasiler, gerçekten çoğulcu ileri toplumlar en aykırı düşüncelerin bile kendilerine hayat hakkı bulmalarına alan açmak için önemli tedbirler almıştır. Buna rağmen, ifade özgürlüğünün yasal teminatlar altına alınmasının üzerinden yüzyıllar geçmiş olan bu gelişmiş toplumlarda bile ifade ve eylem yoluyla kamusal görünürlük kazanan düşüncelerin az ya da çok bir bedelinin olduğunu görmezden gelemeyiz.
DÜŞÜNME ALLAH VERGİSİ BİR MEZİYET, İFADE CÜZİ İRADE İŞİDİR
Bir mevzuda farklı düşünebilme, o mevzuya farklı perspektifler getirebilme ameliyesi, önemlice bir kısmı itibariyle Allah vergisi bir kabiliyettir. O düşünceyi ifade edebilme, eyleme dökebilme işi ise bir cüzi irade işidir ve maalesef her insanın karı değildir. İfade, bir insanın düşünceleri doğrultusunda iradesinin hakkını verebilme, belirli bir cesaret ve cüret gösterebilme ve ifade ettiği düşüncelerin muhtemel bedellerini göze alma meselesidir.
Eskiden de sağda solda ara sıra yazıları yayınlanan fikirlerine çok kıymet verdiğim akademisyen bir dostuma daha yayına hazırlandığı bir tarihte Today’s Zaman’da düzenli yazılar yazmasını teklif etmiştim. Analiz derinliği ve farklı perspektifler sunma kabiliyetiyle yazıları kısa zamanda Zaman’daki arkadaşların da dikkatini çekmiş ve bir süre sonra orada da düzenli köşe yazıları yazmaya başlamıştı. Bu akademisyen dostum, bir gün tamamen abandone olmuş vaziyette beni aramış ve hayatım boyunca unutamayacağım sitem dolu şu sözleri etmişti. “Bülentçiğim bana ilk kez düzenli bir yazı alanı açtığın için sana hem minnettarım hem de fazlasıyla kırgın ve kızgınım. Çünkü, düşman kazanmanın en kestirme yolu meğer yazı yazmakmış ve benim için buna sen vesile oldun…”
Entelektüel kalibresi yüksek bu kabiliyetli dostumun yazdıklarından dolayı çevresinden nasıl bir “düşmanlık”la karşılaştığını tam olarak bilemiyordum. Ama ergenliğini henüz üzerinden atamamış bir proto-toplumda, sırf farklı düşüncelerini ifade ettiği için benzerlerini yaşayan herkes gibi, nelerle karşılaşmış olabileceğini tahmin etmekte güçlük çekmiyordum. Şurası açıktı ki, bu kıymetli kalemin karşılaştığı “düşmanlık” çok derin, yazılarıyla ifade ettiği düşüncelerinin bedeli çok ağır olmalıydı.
Çünkü, yazdıklarından dolayı kendisine yapılan saldırılara ve şahsiyet suikastlerine karşı artık dayanamaz noktaya gelmiş, kendisinin de uzunca bir zamandır dahil olduğu yazı ve medya yoluyla ortaya konulan çabaların Türkiye’nin berbat gidişatının engellenmesine bir katkısının olmadığı kanaatına varmıştı. Zaten bir süre sonra da büyük bir hayal kırıklığı içerisinde yazılarıyla birlikte kamusal görünürlüğüne veda etmiş ve yıllar sürecek bir sessizlik orucuna girmişti. Korunaklı akademik düzlemde yıllardır yazan bu istisnai kabiliyet, uzun bir fasıladan sonra kendisini toparladığında da çareyi, akademik faunasının korunaklı duvarlarının arkasına çekilmekte bulmuştu.
GELECEK TEPKİ VE TEHDİTLERE DAYANMAK İFADE ETME İRADESİNE DAHİL
Benzer bir tecrübeyi de 2010’ların başında Today’s Zaman ekibindeki , medya ve akademik çevrelerdeki genç yeteneklere bir alan açma düşüncesini hayata geçirmeye çalıştığımda yaşamıştım. Herkesin kendisini özgürce ifade edebileceği, başkalarının yazılarıyla etkileşim içerisinde kendi yazı ve ifade kabiliyetlerini geliştirebileceği bu platformu ilk başlattığımızda genç arkadaşlar arasında büyük bir heyecan dalgası oluşturmuştu. Benim niyetim de bir laboratuvar gibi değerlendireceğim bu platformda kendisini gösterecek genç kalemlere ileride ana mecrada da alan açmaktı. Ama burada yazmaya başlayan genç arkadaşlardan bazıları yayınlanan birkaç yazılarından sonra yazmaya aniden son vermişti.
Bir kısmı itibariyle en çetrefilli konularda yıllardır haber yazan meslektaşlarım olan bu genç insanlardan birkaçına neden yazmayı bıraktıklarını sorduğumda, beklemediğim bir cevapla karşılaşmıştım. Hepsi de aşağı yukarı şöyle diyordu: “Platformu açıp yazmam konusunda teşvikçi olduğunuzda diğer arkadaşlar gibi ben de çok heyecanlanmıştım. Bunu önemli bir imkan ve fırsat olarak görmüştüm. Bu platformun mutlaka bir parçası olmam gerektiğini düşünmüştüm. Ancak, yazacağımız düşüncelerin ağır bedelleri olabileceğini hiç düşünmemiştim. Olumlu tepkilerin yanısıra yazdığımız yazılara gelen negatif tepkilere ve tehditlere dayanabilecek gücü kendimde bulamıyorum.”
Elbette ki, o platformda başlayan her genç arkadaş aynısını yapmadı. Bazıları, gözlerini budaktan sakınmadılar, düşüncelerini kelimelerin cesedine giydirerek kendilerini kamusal hedef tahtasının tam ortasına oturtmaktan çekinmediler. Gazeteleri, üniversiteleri zorbalıkla kapatılmış bu tarz genç arkadaşlardan özgür kalmayı başarabilenlerden bir çoğu bugün de kendilerine bir mecra oluşturup düşüncelerini ifade etme cüretini(!) göstermeye devam ediyorlar.
Dünya klasmanında akademik işlere imza atmış olanından bağımsız düşünsel kimliğiyle düşünce labirentlerinin cidarlarını zorlayanlara varıncaya kadar düşündüğünü ifade edebilme cüretini gösterebilenlerin her toplumdaki sayısı mahduttur. Bugün diğerlerine nazaran nispeten daha gelişmiş toplumların, insanların en farklı, en aykırı düşüncelerini bile herhangi bir endişeye kapılmadan ifade etmelerine imkan tanıdıkları ölçüde insani gelişimlerinin süreceğini idrak etmiş toplumlar olması bir tesadüf değildir.
EN BÜYÜK RİSK ÖNCEKİLERİN VE ÖNDEKİLERİN TABULAŞTIRILMASI
Bizde ise en ufak eleştiri, farklı yaklaşım ve aykırı düşünce karşısında genel vaziyet hala “koman, vurun!” düzeyinde… Bugün cezaevlerinin toplumun en eğitimli kesimleri ile dolup taşması, zindanların kalabalıklara yol gösteren birer deniz feneri niteliğindeki en şahsiyetli, en kabiliyetli gazetecilerden, yazarlardan, akademisyenlerden ve düşünce insanlarından geçilmemesi bu konuda fazlaca bir söze gerek bırakmıyor.
Her kesim bir şekilde ele geçirdikleri belirli bir iktidar alanına laf söyletmemeyi meziyet sanıyor. Kendi elleriyle büyütüp kutsallaştırarak tabulaştırdıklarının burnundan kıl aldırmıyor. Düşünceleri ve edimleri tabulaştırılan önceki ya da öndeki insanların düşünce ve edimlerinden farklıymış ya da onlara aykırıymış gibi görülen her düşünce ve eylem anında ötekileştirilip marjinalleştiriliyor, insafsızca düşmanlaştırılıyor. Üstelik de bu, sanki çok hayırlı, çok mübarek bir iş yapılıyormuş edasıyla üstencil bir dil ve tepeden bakma cakasıyla yapılıyor.
İşin daha kötüsü hiçbir kesimin bu garabetten azade olmaması. Gücü çok olanlar bunu çok, gücü az olanlar gücü ölçüsünde yapıyor. Sonra da, herhangi bir konudaki farklı bir düşüncesini şöyle ya da böyle kamusal alanda ifade etme iradesini gösterenleri bir kaşık suda boğma tavrının hayırlı bir neticeye, toplumsal ve insani bir gelişmeye vesile olmasını bekliyoruz. Size bir şey söyleyeyim mi? Bu iptidai tavırla daha çok bekleriz…
evet peygamberimizi dusunun birde , demekki ummetimden cok cektim sozu bir hakikatmış, sabırla hidayetleri, anlamaları icin calışmıs sukran ona..