YORUM | M. NEDİM HAZAR
“İnsan memleketini niye sever?” diye soruyordu Vizontele açılışını yapan belediye başkanı, cevabını da kendisi veriyordu: “Başka çaresi yoktur da ondan!”
Bir ülkeyi çaresizlik içinde sevmek şüphesiz acınası bir durum…
Yaşanan her gün, gidişata bakıp acı çekmenin vakay-ı adiye haline gelmesi bahtsızlığımız olsa gerek.
Zulmün, vicdansızlığın, kalleşliğin, ihanetin sıradan görülmesi, tepki koymayı bırakın alkış alması acı vermenin gündelik sıradanlığı olmuş artık.
Gün geçmiyor ki ülkenin bir yerinden bir zulüm vaveylası yükselmesin.
Hapishaneler masum insanlarla tıka basa dolu.
Muktedir hırsızı, tecavüzcüyü, katili dışarı saldı, içerde masumlar kaldı.
Şimdilerde virüs ile öldürmeyi deniyor belki de.
Geçen bir kadın katil ile röportaj izliyorum.
Kadın cinayet işlediğini gülerek anlatıyor, röportajı yapan insan müsveddesi de sırıtarak dinliyordu.
Bu kadar iğdiş edilmiş bir insanlık çağında yaşıyoruz yani.
Önümde sadece son dönemde yaşanan bazı gelişmelerin alt alta yazılmış hali duruyor ve bu ülkede yaşamanın verdiği ıstırap, çaresizlik ile katlanıp dayanılması zor hale geliyor.
Şüphesiz toplu halde uyuşturulmuş kitleler de görüyorlar bu tabloyu. Ancak ateş kendilerine henüz dokunmadığından olsa gerek son tahlilde “Bunlardan başka kim var ki” diyerek yine muktediri arkalıyorlar ne yazık ki!
Geçtiğimiz gün, güz ile ilgili bir yazı yazıp, yağmurların artık yağmasını beklediğimizi belirtmiştim. Bir okur, ‘sen öyle diyorsun ama Osmanlı arşivlerinin halini biliyor musun efendi?’ diye öfkeli mesaj yollamış. Yıllardır Sultanahmet’te bulunan arşiv merkezi yakın zaman önce Kağıthane’ye taşındı. Eski arşiv merkezi restorasyon amacıyla tadilata başladı ama otele dönüştü bir şekilde. Tarihimizin o kıymetli vesikaları yeni gittiği yerinde her yağmurda su altında kalıyor. Nem, tarihi belgelerin en büyük düşmanı. Kağıtlardan su damladığını söylüyor araştırmacılar. Mürekkeplerin dağıldığını, belgelerin her geçen gün eridiğini. Nem, belgeleri adeta sabun gibi eritiyormuş. Birkaç ilgilinin canhıraş feryadı dışında duyan eden yok sanırım.
Osmanlı dizilerine milyonlarca lirayı su gibi akıtan bir devletin tarihi belgelere bu kadar duyarsız kalmasını nasıl izah edeceğiz peki?
Tarihe ve belgeye önem verilmeyen ülkede insana nasıl önem verilsin ki!
Küçücük çocuktan intikam alan devlet olur mu?
Bizde oldu…
Hamile ev hanımını düşman olarak görüp her türlü zulmü yapan, kapısına ordu ile dayanan iktidar olur mu?
Bizde var…
Hızlı tren diye hiçbir altyapı önemsemeden onlarca insanın hayatına mal olan kazaların sonunda suçlu yağmur ve ölen insanların aileleri olmadı mı sadece.
Cumhurbaşkanına “dis-like” verdi diye 78 kişinin evine baskın yapılmadı mı bu ülkede?
Katledilen tarihin, tahrip edilen çevrenin hesabını vereni gördünüz mü?
Sanmıyorum…
Her şeyi bırakıp gariban anneleri, teyzeleri, amcaları, öğretmenleri ve bilumum masum insanları birer terörist gibi kovalayan, zulmeden, işkence yapan devletin sokağa saldığı mafyanın birbirine yaptığı atarlanmalara karşı bir şey yaptığını duyan bilen var mı?
Hiç sanmam.
Devletin vurdumduymazlığı, hoyratlığı değil sadece mesele. Bu vurdumduymazlıktan insanımızın geldiği durum en vahimi. Kendilerine dokunmadığı sürece yapılan adaletsizliğe, vicdansızlığa ‘çıtı’ çıkmayanların bir gün aynı akıbeti yaşayacakları muhakkak.
Ancak o zaman da iş işten geçmiş, koskoca ülke tamamen murdar edilmiş olacak ne yazık ki!
Haksızlık, insafsızlık her tarafa sirayet etmiş durumda. Sıradanlığın faşizmi ülkeyi çepeçevre kuşatmış durumda.
Bu ülkede herkes her an tutuklanabilir, herkes her an hain ilan edilebilir, hapishanelerde çürüyebilir ve kimse de sesini çıkarmaz.
Zulmü gören gördüğüyle, ölen de öldüğüyle kalıyor ne yazık ki!
Artık eminim bir süre sonra Nazmi başkanın dediği gibi olacak:
“Dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir.”