HABER-YORUM | İSKENDER DERVİŞ
ABD merkezli kuruluş Freedom House’un ‘2018’de Dünyada Özgürlük’ raporu yayınlandı. Medyadan haberiniz olmuştur: Türkiye’nin ‘kısmen özgür’ olan statüsü, bu yılki raporla birlikte ‘özgür değil’ olarak güncellenmiş. 100 üzerinden 32 puanımız var. Özgürlük reytingimiz 7 üzerinden 5,5. Burası sizi yanıltmasın, en özgür ülkelerin reytingi 1 olarak hesaplanıyor. Aynı şekilde politik haklar konusunda 7 üzerinden 5, sivil haklar konusunda ise 7 üzerinden 6 reytinge sahibiz. Türkiye, 2014’ten bu yana özgürlükler konusunda ‘serbest düşüşte’.
Bu, yalnızca Türkiye’nin problemi değil elbette. Tam 12 yıldır, üst üste dünyadaki özgürlük oranı düşüşte. Freedom House’a göre, dünyadaki ülkelerin yüzde 25’i ‘özgür değil’, yüzde 30’u ‘kısmen özgür’ ve yüzde 45’i ‘özgür’ kategorisinde. İyimser bir tablo gibi görülebilir. Nüfusa dayalı olarak düşündüğümüzde, işler değişiyor. Dünya nüfusunun yüzde 37’si, ‘özgür değil’ kategorisinde yaşıyor. Yüzde 24’ü ‘kısmen özgür’, yüzde 39’u ise ‘özgür’. Burada endişe verici olan, ‘özgür değil’ kategorisinin oransal olarak giderek büyümesi.
Raporda açık şekilde, ‘demokrasi krizde’ ifadesi kullanılmış. Bu krizin gerekçeleri arasında Amerika’nın kendi problemleri ve demokrasi kültüründen uzaklaşan görüntüsü, Avrupa’da yükselen ve mevki kazanan popülist sağ, Rusya ve Çin’in anti-demokratik değerleri yaygınlaştıran uluslararası hamleleri sayılıyor. Freedom House raporunun en ilginç tespitlerinden birisi, ABD’nin de ‘izlenmesi gereken ülkeler’ arasında sayılması. Trump yönetiminin medya ve yargı üzerinde baskı kurmaya çalışması, demokrasi açısından açık tehdit olarak vurgulanmış.
2018’DE DEĞİŞİM GELİR Mİ?
Bu durum 2018’de değişir mi? Zor görünüyor. Demokrasi yanlısı aktörlerin hatalardan ders çıkardığı ya da ‘daha fazla mücadele’ sözü verdiğine dair yorumlar okumuş olabilirsiniz. ABD’de Trump’ın köşeye sıkıştığı ya da Avrupa’da ‘demokrasi liderliği’ gibi bir bilincin geliştiği yönündeki yaklaşımlar, şimdilik zayıf ihtimaller üzerine bina ediliyor. 2016’da önce İngiltere’de Brexit referandumu, ardından Trump’ın seçilmesi, ciddi bir soğuk duş etkisi yapmıştı. 2017, bu şoku atlatamamakla geçti, dense yeridir. İngiltere’de Muhafazakâr Parti’nin alternatifinin İşçi Partisi’nin sosyalist lideri Jeremy Corbyn olması, ülkede tansiyonun kolay kolay düşmeyeceğinin göstergesi. ABD’de ise herkes Trump’ı azletmeye yoğunlaşmış durumda fakat ‘yaralı’ bir Cumhuriyetçi Parti’nin ve özellikle alt-right gençliğinin ülkenin geleceğinde nelere sebep olabileceği üzerinde pek durulmuyor.
Avrupa demokrasileri, refah ve istikrar odaklı oldukları için, Ortadoğu’daki krizlerden doğrudan etkilendiklerini keşfettiler. Suriye’deki iç savaş ve mülteci akını, Avrupa’da popülist politikacıları vitrine taşıdı. Sağlıklı toplumlarda bu popülist tavrın panzehiri de hemen kendisini gösteriyor. Nitekim Avrupa’da popülizmle beraber yükselen bir ‘çok kültürlülük’ dalgası da var ki, çok az habere konu oluyor. Medyanın bu çabalara pek az odaklanıyor oluşu, aslında popülizmin ekmeğine yağ sürüyor. Nitekim ABD’de Trump’ın seçilmesine verilen ilk tepkide (Kadınlar Yürüyüşü) olduğu gibi Avrupa’da da irili ufaklı çok sayıda inisiyatif, ayrımcılığın ve nefretin giderilmesi için çabalıyor.
Yine de Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu hâlde anti-demokratik uygulamalarıyla son yıllarda dikkat çeken Macaristan ve Polonya gibi ülkeler ve AB yolunda yürüdüğünü iddia eden fakat tam tersi istikamette adımlar atan Türkiye karşısında Avrupalı politikacılar bir çözüm üretebilmiş değiller. Rusya’nın Avrupa kurumlarının (Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, AİHM) meşruiyetini tehlikeye atan politikaları, yine AB tarafından etkili hamlelerle karşılanabilmiş değil.
ORTADOĞU’DA VE AFRİKA’DA DURUM KARIŞIK
Öte yandan Ortadoğu’da krizler sürüyor ve politikacılar nezdinde bir satranç tahtasına dönen coğrafyada, halklar acı çekmeye ve umutsuzca yaşamaya devam ediyor. Trump yönetiminin tek ‘olumlu’ etkisinin, Suudi Arabistan üzerinde olduğunu görmek şaşırtıcı. Mutlak monarşinin yaşandığı ve politik ya da sivil hakların sağlanmadığı ülkede, Muhammed bin Salman’ın kıymeti kendinden menkul ‘reform’ programı, daha önce görülmemiş bazı hakların iade edilmesini sağladı. Benzer şekilde İran’daki gösterilerin de ilk kazanımı, kadınların sokakta başlarını örtme zorunluluğunun kaldırılması oldu. Elbette İran’da pratikte artık etkisini yitirmiş bir zorunluluktu fakat gösterilerle birlikte ‘ilk akla gelen’ hamle olması, ilgi çekici.
Freedom House raporunda dikkat çeken bir başka ülke Tunus. Arap Baharı’ndan olumlu bir demokratik görünümle çıkmayı başaran Tunus’ta, işler iyi gidiyordu fakat yerel seçimlerin bir türlü yapılamaması ve eski rejimin kalıntılarının yeni politik sistemi tehdit etmeye devam etmesiyle birlikte ‘özgür’ kategorisinde bulunan tek Arap ülkesi, kısıtlamalar yaşayabilir.
Afrika’da ‘taşların yerinden oynadığı’ bir yıldı 2017. Zimbabve’de Robert Mugabe’nin askerî müdahaleyle görevden ayrılmasıyla Freedom House notu da ‘kısmen özgür’den ‘özgür değil’e indirilmiş oldu. Ancak 2018’de eğer ordunun ‘hakemliğinde’ özgür seçimler gerçekleşebilirse, bu durumun iyileşebileceği öngörülüyor. Benzer şekilde Gambiya’da da uzun süren Yahya Jammeh Aralık 2016’da seçimlerle son bulmuş fakat muhalif liderin seçimi kazandığının tescili için Ocak 2017’de askerlerin ülkeye girmesi gerekmişti. Freedom House’a göre Gambiya’da belirli bir aşama kaydedildi ve sürgündeki gazeteciler ve aktivistler ülkelerine döndü.
Elbette özellikle kendilerini ‘kısmen özgür’ ya da ‘özgür değil’ kategorilerinde bulan ülkeler Freedom House’a tepkili. Bunun yanında Freedom House’un kullandığı ölçüm metotlarına yönelik ciddi eleştiriler yönelten akademisyenler de mevcut. 1978’den bu yana hazırlanan kapsamlı rapor, 1990’lardan itibaren ülkelerle ilgili dışarıdan uzmanların da katılımıyla büyük bir hacme kavuştu. Geçen yıl, Freedom House, metodolojisini incelemesi ve geliştirilmesine yardımcı olması için bir ekiple anlaştı. Bu denetimin sonucunda ülkelerin özgürlük seviyesini ölçmek için kullandıkları soruların çoğunun aynı kaldığını ilan etti.
Buna rağmen Freedom House’un raporunun ‘kısmen özgür’ ya da ‘özgür değil’ notlarına sahip ülkelerde pek bir etkisi olmayacaktır. Yalnızca iktidardakilerin ve iktidara yakın kimselerin konuşma özgürlüğüne sahip olduğu ülkelerde, özgürlüklerin kısıtlandığını kim iddia edebilir?