YÜKSEL DURGUT | YORUM
“Daha fazla iletişim kurduğumuzu söyledikleri bir dünyada yaşıyoruz ama kölelik para kazandırırken dünya sessiz kaldı.
Naziler sendikalıları, engellileri, eşcinselleri, solakları ve Yahudileri öldürmeye başladığında dünya sessiz kaldı.
Ve şimdi küresel dünya, kitlesel iletişim çağında Filistinliler yok edilirken dünya sessiz kalıyor…”
Kısa süre önce 65 yaşında hayatını kaybeden aktivist Benjamin Zephaniah, yukarıdaki sözleri birkaç yıl önce kaleme aldı. Şiirleri milyonların diline dolandı ve şimdi bu sözler Filistin’de yaşananların ardından bugün de canlılığını korumaya başladı.
Benjamin Obadiah Iqbal Zephaniah İngiliz yazar, şair, aktör ve müzisyen. The Times’ın 2008 yılında İngiltere’nin savaş sonrası en iyi 50 yazarı listesindeydi. Birmingham Mail tarafından “halk şairi” olarak anıldı.
Zephaniah, bir keresinde, “Gençken, gerçekten görmek istediğim iki şey vardı: ‘Özgür bir Güney Afrika’ ve ‘Özgür bir Filistin.’” demişti. Bu dileği kısmen kabul oldu. Zephaniah’ın ilk arzusu Nelson Mandela tarafından zor ama çileli bir şekilde gerçekleştirildi. Jamaika’ya özgü bir müzik türü olan reggaenin efsanevi sanatçısı Bob Marley’in 1982’deki ölümünden sonra Jamaikalı grup The Wailers’ın kaydettiği ‘Free South Africa’ adlı şarkıya Zephaniah vokallik yapmıştı. Mandela bu şarkıyı tutsak olduğu Robben Adası’nda dinledi ve özgürlüğe kavuşmasından on yıl sonra İngiltere’ye yaptığı ilk ziyarette Zephaniah’ı arayarak onuruna ev sahipliği yapmasını istemişti.
Ancak Zephaniah’ın Filistin konusundaki arzusu asla gerçekleşmedi. 1988 Nisan’ında Zephaniah, İsrail’in kontrolü altındaki Filistinlilerin kurtuluş mücadelesini öğrenmek için Filistin’i ziyaret etti. Yolculuğunu kayıt altına almak için deneyimlerini iki yıl sonra yayınlanan ‘Filistin’de Rasta Zamanı’ adlı kitapta topladı. Kitabın kapağını açtığınızda sizi, dönemin Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın yanında dikilen genç bir Zephaniah fotoğrafı karşılıyor.
Filistin’i ziyaretinde Zephaniah işgalin nasıl bir şey olduğunu şöyle özetlemişti: “İsrail’de çok güçlü silahları olan çok iyi eğitimli savaşçılar var ve bunlar taşlarla silahlanmış küçük çocuklar için çok endişeleniyorlar. Ürdün’de bir Filistinli bana bir İsrailliye asla sivil demememi söyledi. “Hepsi asker” diye ısrar etti. Bunu anlamak zor olmadı. Bu kadar çok üniformalı insanı bir arada görmek çok tuhaf… Duvarda el ele oturan çiftler ya da gündüz vakti çocuklarıyla alışveriş yapan kadınlar ve sırtlarına bağlanmış bir makineli tüfek. Çok tuhaf bir manzara.”
Zephaniah, Şifa hastanesinde yaşanan üzücü bir olayı anlatırken, ‘iki doktorun üç gün boyunca aralıksız çalışmak zorunda kaldığını’ belirtiyor. Bazı hasta ve hasta yakınlarıyla konuşurken, kendisine ‘İsrailli bir kadının kullandığı cipin çarptığı, daha sonra cipin geri geri gelerek bacaklarının üzerinden üç kere geçtiği’ 12 yaşındaki Filistinli bir çocuğun hikayesinin anlatıldığını aktarıyor. Kitapta bahsi geçen Şifa hastanesi 15 Kasım günü İsrail güçleri tarafından bombalandı. Sağlık personelinin yanı sıra hastane müdürü Muhammed Ebu Selmiya askerler tarafından kaçırıldı.
Gazze’deki korkunç koşullara tanıklık eden Zephaniah, ‘Nazi toplama kampları’ ile benzetmeler yaptığı bölgede yaşananları ve çatışmaların ardından Filistinlilerin kaçırıldığını ve bilinmeyen bir kadere doğru götürüldüklerini yazdı.
İsrailli askerlerin uyguladığı pervasız ırkçılığın aksine, Filistin’de Rasta Zamanı adlı kitap, Zephaniah’ın kendi sözleriyle ‘bana bir kral gibi davranan’ Filistin halkının sıcaklığını, dayanışmasını ve misafirperverliğini tasvir etti. İşgalin ezici ağırlığı altında bile Filistinliler kendisine evlerinin kapılarını açmasını asla unutmadı ve aradan geçen yıllara rağmen Filistin davasına olan tutkusu hiç eksilmedi. İngiltere’deki Filistin Dayanışma Kampanyası’nın destekçisi olduğu, ölümünün ardından kaleme alınan hiçbir anma yazısında maalesef dile getirilmedi.
Barbadoslu ve Jamaikalı bir anne babanın çocuğu olarak Birmingham’da dünyaya gelmiş, zor bir çocukluk geçirmişti. Sağlık sorunları yetişkinlik döneminde de peşini bırakmadı. Şiddetli okuma-yazma bozukluğu, gençliğinin ilk yıllarında okulu bırakmasına ve bir keresinde neredeyse bir polis karakolunda öldüresiye dövülmesini de içeren küçük suçlarla dolu bir hayata atılmasına neden oldu.
Gençliğinin son dönemlerinde Zephaniah, içinde bulunduğu ortamdan kaçmaması durumunda kendisini bekleyen sonun erken bir ölüm olduğunu fark etti ve Londra’ya giderek şair ve sanatçılardan oluşan bir gruba katılmıştı. Yarım yamalak eğitimine ve yüksek öğrenim görmemesine rağmen başarılı oldu. Disleksik biri olarak okuma güçlüğü çekmesi, kendini ifade etme kararlılığına engel olmadı.
Zephaniah, dolaylı anlatımlara ya da ifadelere pek tahammülü yoktu. Söylemek istediği her neyse, hiç sakınmadan dobra dobra insanların yüzüne söyledi. Thatcher İngiltere’sindeki yıllarında ülke içi siyasetinden geri kalmadı. Küresel konuları yakından takip etti. Edebiyat dünyasının hayranlığını kazandı. BBC’nin Genç Oyun Yazarı Ödülünü aldı. 16 fahri doktora ile ödüllendirildi. İkinci romanı Refugee Boy, Uzun Roman kategorisinde büyük ödüller kazandı. 2003’teki İngiliz İmparatorluk Nişanına layık görülmesi büyük bir infial yarattı. Bu nişanı reddederek şunları söyledi: “İmparatorluk kelimesini duyduğumda sinirleniyorum; bana köleliği hatırlatıyor, binlerce yıllık vahşeti hatırlatıyor, bana atalarımın nasıl tecavüze uğradığını ve nasıl vahşileştirildiğini hatırlatıyor.”
Geçen hafta hikayesini yazdığım Filistinli akademisyen ve şair Refaat Alareer’in aksine Benjamin Obadiah Iqbal Zephaniah bir imparatorluk ya da onun ordusu tarafından öldürülmedi. Ardında kuşaklar boyunca saygı duyulacak kitaplar, müzik ve söz albümlerinden oluşan bir hazine bıraktı. Ancak onun yaşayan sesi sevimli peltekliği ve Karayip aromalı Brummie sesi ve dünyanın dört bir yanındaki ezilenlere karşı sınırsız şefkati fazlasıyla özlemeye değer birisi olarak anılacak.
Benjamin Zephaniah, bir grup arkadaşıyla birlikte, şiiri kâğıttan kurtarıp insanların hizmetine sundu. “Bence şiir canlı olmalı,” demişti bir keresinde ve eklemişti, “onunla hayal kurabilmelisiniz.” Kaleme aldığı şiirleriyle, “Eğer öleceksem, bu bir efsane olsun” diyen Filistinli Refaat Alareer’ın hayalini kurduğu özgür Filistin toprakları gibi….
Buraya yazıyorum zira başkaca okur kitlesine açık görüşlerin duyurulabildiği bir mecra yok. Eleştiri tüm Tr724’e, anlayan olursa!? Tr724ü mümkün mertebe okumuyorum, bir iki göz gezdirip, sıkıntı yaşayan arkadaşlarla ilgili haberlere bakıyorum. Peki niye? Biri genele yaygın, diğeri özellikle şu son zamana mahsus iki temel sebebi var ama ikincisi de aslında genel sebebin uzantısı. Hususi olandan başlayacağım:
Yaklaşık 2.5 ay oldu Filistin meselesi alevleneli… Bütün dünya -müslümanı, müslüman olmayanı ama insanlığın ortak paydasında buluşarak- adeta çığlık atıyor! Şu ana kadar 20 bini geçti öldürülen Filistinli sayısı! 70%’inden fazlası kadın ve çocuk! Toplu kıyım mecazen değil, asli manasıyla yaşanıyor! Dünyadaki büyük yayın organları meselenin sürekli takipçisi; haberleri, köşe yazıları, diğer yayınları vs… Tr724?!? Bazı günler konuyla ilgili ne bir haber ne bir yorum! Haber ve yorumlar olduğunda, cılız ve soluksuz! Meseleyi sahiplenme ve ızdırabını çekme yok! Bahane üretme ve “ama” demeden anlamınız için vicdanınıza soruyorum: “Hizmetten (sizin için tanımı ne bilmiyorum!) 20 bin masum insan böyle katledilse tepkiniz ne olurdu?” Sanmıyorum ama, kaygınız Hamas’ı destekler gibi gözükmemek ise, her çığlık atanın da dile getirdiği gibi konunun bu yönünün Hamas’la falan hiçbir ilgisi yok. Öte taraftan “Müslüman terörist, terörist Müslüman olamaz” hükmünce, usulüne uygun işin o yönüne de dikkat çekmek ve 7 Ekim günü Hamas’ın yaptığı vahşete de ses çıkarmak ve bir bütün olarak Müslümanca duruş sergilemek konuyla ilgili genel yayın politikanız olabilirdi. Heyhat ki heyhat!!! Başta belirttiğim gibi bu da bir yönüyle aslında genel yayınlarınızdaki tutumun bir uzantısı:
– Varsa yoksa biz mağduruz “ağlaklığını ve mızmızlığını yapmak!”. Bize yapılan biri bin ederek vermek ve herkesten empati, anlayış, destek beklemek. Önemli olan “Biziz!”! Gayrısı?!? FİLİSTİN?!
– Sürekli gündem Türkiye, Erdoğan, kısır siyaset, 17-25, TR’nin haysiyetsiz politikacıları, bürokratları, gazetecileri vs, vs… Dünyaya açılma nerede, bu yayınlar nerede? Yok mu bir ufkunuz misyonunuz adına, dünyanın dört bir yanında yapılabilecekler adına? Dünya nereye, nasıl evriliyor? Bu insanlar bu dönüşüme hangi zaviyeden, nasıl katılır, neler yapmalılar vs…? Biz neleri yanlış yaptık, o yanlışların kök sebepleri nelerdi ve o problemleri temelli çözecek kökten ıslah hareketi nasıl olmalı? Bu bağlamda çok az sayıda anlamlı ve sadre şifa yazı dışında hep korkakça, suya sabuna dokunmayan, çevir kazı yanmasın yazıları! “Hizmet hiyerarşik düzeninin” (Hizmet diyemiyorum, mazur görün!) genel durumunun yansımasından başka birşey değil TR724!
Çok şey yazılabilir, çok örnekler verilebilir ama anlayana, anlamak isteyene, vicdanını kimseye kiraya vermemiş ve yitirmemiş olana fazlasıyla yeter diye düşünüyorum! İster yayınlayın isterse yayınlamayın ama anlayın lütfen! Bırakın sürekli birilerine sövmeyi de, Allah rızası için dönün bir bakın endam aynasında kendinize! YETER!