Ana Sayfa HABER Dune hakkında her şey (10): Dune, Yahudilik ve İslam

Dune hakkında her şey (10): Dune, Yahudilik ve İslam

“Dune kitaplar (ve filmleri), Fremenlerin Müslümanlığını küçümsemekle de suçlanıyor ve belki de dillerinde biraz daha az Arapça var ve dinlerine (romanlarda ZenSünni olan) daha az atıfta bulunuluyor. Ama bence filmlerin görsel dağarcığı, Fremenlerin en azından eski dünya Müslümanlarının bir nevi torunları olduğunu açıkça ortaya koyuyor.”

M. NEDİM HAZAR | YORUM

“Jessica, avuçlarını yanaklarına koydu, duyguları yatıştıran ve zihni arındıran ritüel solumayı uygulamaya başladı; ardından vücudu zihnin isteklerine hazırlayan ibadet egzersizi için belini kırarak öne doğru eğildi…” (Dune, s:581)

Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi Dune okuyucuları (ve izleyicileri) akla gelebilecek her dinin etkisiyle karşılanıyorlar: Ekümenik Turuncu Katolik İncil, Hıristiyan ve Yahudi metinlerini birleştiren ve Budizm ile İslam’ın etkilerini birleştiren kutsal bir kitap olarak birçok dinin temelini oluşturuyor. Ancak ortaya çıkan şey, dinlerin artık bugün bildiğimiz şekliyle var olmadığı. Binlerce yıl boyunca dinler o kadar çok değişmiştir ki, adeta dönemin şart ve çevresine uyum sağlamış, bölünmüş/birleşmişler. Yeni melez inançlar vs. ortaya çıkmış. Bu sebeple Dune’da çok çeşitli senkretik dinler ve tarikatlar var.

Aslında birazdan bahsini edeceğimiz Dune’daki İslam izlerin kadar Yahudilik izlerinin de bulunduğunu söylemek mümkün. Hatta bu izlerin sair dinlerden daha uygun ve orijinal şekilde ekildiğini de söyleyebiliriz. En bariz olanı her yerde hissedilen Mesih, yani Kwisatz Haderach özlemi. Bene Gesserit kardeşliği, bu Mesih’i ortaya çıkarmak için insan genlerini ıslah ediyor. Bu, Nazi ‘üstün ırk’ına benzeyen bir yöntem sonuçta insanı daha da mükemmelleştirmeyi amaçlamakta. Yazar Frank Herbert bu terimi, “yolun kısaltılması” anlamına gelen Talmudik ifade “Kefisatz Haderach”tan türetmiş.

Birazdan farklı perspektifle bakıp bambaşka bir kültürel etkileşimden bahsedeceğiz ama nihayetinde belki de köken olarak aynı yere dayandığı için Arrakis, yani çöl gezegeninde yaşayan Fremen halkı, konuksever olmayan çölde nesiller boyu yerleşmiş olmalarıyla Yahudi tarihini fena halde hatırlatıyor. Bir yandan, Mısır’dan çıkıp 40 yıl çölde yaşayan İsrailliler’e bir benzetme olarak da görmek mümkün. Diğer yandan, Kibbutz’lerden yola çıkarak yeni bir devletin kurulduğu modern İsrail’in başlangıçlarını da akıllara getirmiyor değil. Bene Gesserit’in işlediği mantra “Korkmamalıyım! Korku zihni öldürür” ritüeli Ahd-i Atik’ten alınmış gibidir: “Ölüm gölgesi vadisinde yürüsem bile, kötülükten korkmam.” (Mezmur:23)

Bu serinin dikkatli okuyucuları, Frank Herbert tarafından yazılan altıncı ve son cilde kadar ilerlediklerinde, Yahudiliğin açık bir şekilde karşılarına çıktığını görür: Burada Şabat’ı kutlayan Yahudiler ve “dağınıklık içinde” kendi cemaatini yönetmiş bir haham birdenbire ortaya çıkıyor ki bu, Diaspora için bir eşanlamlıdır.

Dune’da silinen sahnelerden biri.

Artık bu vurgulamadan sonra bu durum form değiştiren dinler ve senkretizm gibi okunmaz, okunmamalıdır. Günümüzden alınmış bir Yahudiliktir bu. Özellikle Yahudi dini, Dune’daki senkretist dinlere tek karşı örnek olarak sunuluyor. Yahudi cemaatinin neden ayrıldığı kitapta şöyle açıklanıyor: “Uzun zaman önce savunmacı bir karar aldılar. Tekrarlanan pogromlara çözüm, kamuoyunun gözünden kaybolmaktı. Uzay yolculuğu, bunu mümkün kılmakla kalmadı, aynı zamanda cazip hale getirdi. Kendi dağınıklıkları- sayısız gezegende saklandılar ve muhtemelen yalnızca kendi halklarının yaşadığı gezegenler var- bu, eski pratiklerden vazgeçtikleri anlamına gelmiyor. Eski din, biraz değişik bir biçimde de olsa, kesinlikle devam edecektir. Büyük ihtimalle eski zamanlardan bir haham, günümüzde bir Yahudi evindeki Şabat Menorası’nın arkasında yer alsa yerinde saymış olmazdı.” Malum; Yahudiliğin değişmezliği, değişmeyen bir yapıya sahip olması, Hristiyan ikame doktrininin eski bir klişesi; Yahudilerin değişemeyeceğine dair bu görüş, onların artık çağdaş olmayan bir din olarak zamanlarının geçtiği, geride kaldıkları anlamına geliyor. Buna karşın, Hristiyanlık eski antlaşmanın yenilenmesi olarak düşünülmüş; yani İsrail halkıyla yapılan antlaşmanın yerine geçme olarak.

Dune’daki Yahudilerin değişmezliği, ancak Hristiyan anti-yahudiliğinin bir kalıntısından çok daha fazlasını ifade ediyor. İnsan gruplarının tüm belirsizliklere rağmen kimliklerini koruyabilecekleri inancı var kitaplarda. Özellikle Yahudiler, zorluk altında asimile olmamayı öğrenmiş, hassaten bu durumlarda kendi kimliklerini gururla göstermeyi ve korumayı başarmışlar.

Dune’de, Frank Herbert’in dinlere genel olarak ve özellikle Yahudi dine olan hayranlığı kendini gösteriyor. Bu nedenle, ilk filmin devamını izlemek sadece sinematik bir ilgi nedeniyle değil, aynı zamanda Hristiyan, Müslüman veya Yahudi perspektifinden Frank Herbert’in dini-senkretist eserinin sunacağı ilginç bakış açıları ve tartışma konuları nedeniyle de değerli.

MENA (Middle East and North Africa) Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan bir coğrafi ve politik bölgeyi tanımlamak için kullanılan bir kısaltma… Bu bölge, geniş bir kültürel, etnik ve dini çeşitliliği barındırıyor ve genellikle Arap dünyası, İran, İsrail ve bazen (ve hatta) Türkiye’yi içeriyor. Ekonomik ve politik bağlamda sıkça birlikte ele alınan bu ülkeler, tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olarak kabul edilmiş ve birçok küresel meselede merkezi bir rol oynamış.

Kitabın yayınlandığı yıllara dönüp dünya konjonktürüne baktığımızda aslında Dune’un emperyalizme oldukça cesur sayılabilecek bir karşı duruş sergilediğini söylemek bile mümkün olabilirdi.

Seyirciler mescid gibi bir yerde Allah’a yalvaran Jessica sahnesini de izleyemediler… Önce kitaptaki ifadeyi çarpıttı Villeneuve. Zira Herbert “öne doğru eğildi” demesine rağmen yönetmen yan yatırarak yapmıştı bunu. Ardından tamamen çıkardı sahneyi. Kitapta bu sahne şöyle: “Jessica, avuçlarını yanaklarına koydu, duyguları yatıştıran ve zihni arındıran ritüel solumayı uygulamaya başladı; ardından vücudu zihnin isteklerine hazırlayan ibadet egzersizi için belini kırarak öne doğru eğildi…” (Dune, s:581)

Ve yazının sonunda da ifade edeceğimiz gibi, kitabın ilk nüshasını ele alan editörler eserdeki İslam ve Arap kültürü etkisinin azaltılmasını talep etmişlerdi. Dune’daki Fremen mücadelesi isterseniz Orta Doğu’nun Yahudi baskısına karşı direnişini, isterseniz Kafkas toplumunun Rus baskısına karşı direnişini örnek alan bir modeldir. Hatta buna Amerika ve Latin Amerikan direnişini de ekleyebilirsiniz. Bu perspektifle bakıldığında bu direniş çok katmanlı bir alegori olarak da görülebilir.

Hatta şunu söylemek bile mümkündür: Evet diğer dinleri de ele alsa da, Herbert, “Dune”un tüm evreninde “çok güçlü bir unsuru” olarak İslam’ı görmüş; cebir veya “Tabula Rasa” (Dune ve Felsefe başlıklı makalemize bakabilirsiniz) gibi—Bene Gesserit misyoner düzeninin söylediği Kuran ayetlerinden, bir savaşçı-şair karakterin (filmde Josh Brolin canlandırıyor) Endülüslülüğüne ve evrenin kitabesindeki Şiiliğe kadar bunu gösteriyor.

Gerçi film analizinde tekrar değiniriz ama bu meyanda Villeneuve, romanın bu kültürlerle ve deneyimlerle cesur—ve evet, oryantalist—ilişkisini geliştirmek ve iyileştirmek yerine, romanın özgünlüğünü sulandırdığını söyleyebiliriz. Film yapımcıları, Herbert’in görünür duyarsızlığından kaçınmaya çalışırken, İslam’ı, Orta Doğu’yu ve Kuzey Afrika’yı (MENA) aktif olarak baskın gösteriyor. Yani film, din, ekoloji, kapitalizm ve sömürgecilik gibi konuları, özgüllükten arındırılmış geniş soyutlamalar olarak ele alıyor.

Senarist Jon Spaihts, kitabın etkilerinin “egzotik” kostümler olduğunu iddia etmesi ise durumu kurtarmıyor maalesef. Çünkü (bu ifade ona aittir) “İslam bizim dünyamızın bir parçası.” Bu, Herbert’in, İslam’ı inceleme konusundaki önyargıyı tersine çevirme amacına tamamen zıt. Ve esasen filmin -kitabın aksine- İslam’a temel yaklaşımı ters teptiğini görmekteyiz: Filmin Müslüman ve MENA yaratıcıları dışlamasını haklı çıkarmak için, “Dune”un Müslümanlığını egzotik estetiklere indirgeme çabasına şahit olduktan sonra şunu bile söyleyebiliriz: Film, romanından daha oryantalist ve daha az cesur! Bu konuya ayrıntılı olarak gireceğiz elbette.

Öte yandan Kitap’ta Frank Herbert, filmlerde Denis Villeneuve, çöl gezegeni Arrakis’teki Fremen Bedevilerinin, Arap Müslümanları seçmek, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde çekim yapmak ve Herbert romanlarından alınan Arapça kelimeleri kullanmak da dahil olmak üzere çeşitli şekillerde “Müslüman” olduğuna işaret ediyor. Kitaplar (ve filmler), Fremenlerin Müslümanlığını küçümsemekle de suçlanıyor ve belki de dillerinde biraz daha az Arapça var ve dinlerine (romanlarda ZenSünni olan) daha az atıfta bulunuluyor. Ama bence filmlerin görsel dağarcığı, Fremenlerin en azından eski dünya Müslümanlarının bir nevi torunları olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Dune serisine muttali olduğumuzda, biz her ne kadar geçen günkü yazımızda Melanj-baharat ile Esir maddesini bütünleşik olarak analiz etmiş olsak da çöldeki baharat ile petrolün korelasyonunu kurmak en kestirme ve akla ilk gelen şeydir. Herbert’in benzetmesini Ortadoğu petrollerinden aldığını ve romanın Batı’nın petrole bağımlılığı ve bu değerli kaynağı kontrol etmek için verilen güç mücadeleleri hakkında sembolik olduğunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değildir.

Şimdi bu perspektiften hikayemizi yine kısaca özetleyelim:

Arrakis (Dune) gezegeninde Melange (Melanj) ya da baharat adı verilen çok değerli bir şey var. Bu emtia sadece bu çöl ve misafirperver olmayan gezegende bulunuyor. Baharat galaksiler arası uzay yolculuğu için gerekli. Güçlü tüccar loncası buna ihtiyaç duymakta. Bir imparator, Atreides ve Harkonen adlı iki savaşan ev aracılığıyla baharatın çıkarılmasını kontrol ediyor. Gezegenin yerli sakinleri, orada nasıl hayatta kalacaklarını bilen kabile çöl göçebe halkı Fremenler. İmparator, Atreideslere karşı Harkonenlerin tarafını tutuyor ve Paul’ün babası Dük Leto Atreides bir suikast sonucu öldürülüyor. Paul sürgüne gönderiliyor, ardından Fremenlerle bir ittifak kuruyor ve onların lideri oluyor. Daha sonra Harkonenlere ve imparatora karşı direniş hareketine liderlik ediyor ve ailesinin mirasını adil hükümdarlar olarak geri alıyor. Tabii hikâyede çok miktarda ayrıntı, gizem, metafor ve bir dolu gönderme var.

Aslında Dune Evreni ile İslam arasında bir ilişki kurmadan önce bu evren ve Arap kültür/Arapça hakkında bir münasebet düzlemi oluşturmak durumundayız.

Frank Herbert’in Dune’a koyduğu çeşitli İslami tonlar ve Arapça etimolojiler açıkçası pek bilinmiyor ya da folklorik olarak değinilip geçiliyor. En azından benim denk geldiklerim böyle idi.

Halbuki Dune Ansiklopedisi gibi devasa hacimli bir kaynak var ve bu kaynağa yukarıda bahsini ettiğim perspektiften bakmamız gerekmekte.

Çalışmamızın bu bölümünde Dune Ansiklopedisi’nden Arapça ve İslam ile ilintili olduğunu düşündüğüm bazı -tadımlık- kavramları açmaya çalışacağım. Başlayalım…

ABA: Fremen kadınları tarafından giyilen bol cübbe: genellikle siyah. Bu terim günümüzün modern teriminden doğrudan türetilmiş gibi görünmekte: “Abaya” yüzyıllardır Müslüman kadın kıyafeti olmuş.

ADAB: Edep’ten gelen bir kavram. Nezaket olarak çevirebiliriz. Arapça ‘da Adab, “görgü” ve aynı zamanda “edebiyat” anlamına geliyor.

ALIA: Alia, Paul’un küçük kız kardeşinin adı. Alia, Kral Hüseyin döneminde Ürdün’ün birçok kraliçesinden birinin adıydı. Bu isim “Yüce” kelimesinin dişil hali. Tim O’Reilly’nin Alia’nın peygamberin ailesinin bir üyesi olduğunu belirttiğine dikkat edelim. Öte yandan bu kavramın Ali (eril) anlamına geliyor gibi görünmektedir. Belki de sadece Herbert’in kafası karışmıştı. Ya da Kelime oyunu yaptı.

AL-LAT: Eminim Müslüman olan herkesin aklına ilk olarak cahiliye dönemi putlarından biri gelecektir. Malum “4 büyükler” dediğimiz (Kur’an’da da geçen) Lât, Menât, Hubel ve Uzzâ’yı duymuşsunuzdur. Lat, Hicaz bölgesinde saygı duyulan diğer putlardan biriydi. Lat kelimesinin birçok etimolojik açıklaması var. Bu açıklamalardan en tutarlısı; sözcüğün, tanrıça anlamına gelen “el-ilahe” kelimesindeki -he harfinin çıkartılarak yerine dişilik anlamı katan -ta harfinin getirilmesi fikri. Lat, öyle gösterişli olmayan alelade beyaz bir taştı. Müşrikler bu taş için kurbanlar kesiyor, hediyeler sunuyor etrafında kadın erkek tavaf ediyordu. Mekke’nin fethinden sonra yıkılmış, sunağında bulunan altın ve gümüş mücevherler İslam Devleti için kullanılmıştı.

ALEM-İ MİSAL: Yine eminim çok rahatlıkla ne anlama geldiğini çıkardınız. Dune evreninde bu kavramı Alam al-Mithal olarak görüyoruz. Herbert bu kavramı “tüm fiziksel sınırlamaların kaldırıldığı mistik ‘benzetmeler dünyası” manasında kullanıyor. İslam terminolojisinde bu kavram bu kadar basit değil elbette. Ruhlar âlemi ile cisim âlemi (âlem-i şahadet) arasındaki geçiş âlemi diye tarif ediliyor.

EMSAL: (El Misal) Benzerler, eşler, yaşıtlar. Denk. Örnek, numune anlamına geliyor. Dune Evreninde “ilkel dünyalarda bir şeyin sınırlarını veya kusurlarını belirlemek için test edildiği ortak bir kural. Yaygın olarak: yıkıma kadar test etme” olarak kullanılıyor.

BENE GESSERIT: (Paul) Pavlus’un annesinin mensup olduğu cadı kardeşliğine ya da sınıfına Bene Gesserit dendiğini yazmıştık. Her ne kadar genel kanaat Herbert’in bu karakterizasyonu Katolik Rahibelerden yola çıkarak oluşturduğu genel kanaati varsa da bu ifade Arapçada “Adanın/Yarımadanın Oğulları” anlamına gelmektedir. Arap yarımadası genellikle “El Cezire” (Yarımada) olarak adlandırılır. Ayrıca, “Beni” terimi bir kabilenin/klanın soyundan gelen ya da aslen yaşadığı bir köy/kasaba anlamına da gelebilir. Bununla birlikte, alternatif bir açıklama da mümkün; kökeni Latincedir ve “iyi yapacak” veya “iyi doğmuş olacak” anlamına geliyor. Belki de Herbert kelimelerle oynuyor ve burada ikili bir anlam kastediyordu. Fakat bu yorumun biraz metazori olduğunu da Bene Tleilaxu aynı “Bene” önekini paylaştığı için söylemeliyiz.  Hasılı Herbert bu karakterler için Orta ve Güney Amerika tarihinden esinlenmiş gibi görünmekte.

Bununla beraber Burka’dan baklavaya, Baraka’dan Ayat’a, Burhan’dan Dar-ul Hikman’a, Cabbar’dan Hal Yevm’e kadar 100’den fazla Arapça ve İslam kökenli isim ve karakter barındırdığını söyleyebiliriz bu evrenin.

Herbert’in bu kavramların çoğunu kullanmak için Fremenler kabilesini kullandığını görmekteyiz.

Son olarak Fremenlere biraz yakından bakarak bugünü kapatalım. Zira, daha sonra işleyeceğimiz “Dune ve Oryantalizm” başlığında da benzer kavramlara başvuracağız.

Gerek Dune Ansiklopedisi’nde, gerekse Dunepedia’da Fremenler ile ilgili yazılanlara bakmadan önce Herbert’in ürettiği enteresan bir kavrama bakmamız gerekiyor: Zensunnilik!

Dune evreninde ise zensünnilik, özellikle Dune serisinin ikinci kitabı “Dune Mesihi”nde daha belirgin bir şekilde ele alınıyor. Zensünnilik, Herbert’ın inşa ettiği kozmosta, Zensunni inançlarının bir uzantısı olarak gelişen bir düşünce sistemi ve yaşam biçimi. Hemen anlaşılacağı üzere Zensunni, İslam ve Zen Budizmi’nin elementlerini harmanlayarak oluşturduğu bir inanç sistemi ve Dune’un çeşitli kültürler arası etkileşimleri yansıtan zengin dini yapısının bir parçası. Zensünnilik, bu hibrid inanç sisteminin pratik ve felsefi yönlerini daha da derinleştiren bir gelişim olarak karşımıza çıkıyor. Bu düşünce sistemi, evrenin doğasını ve insanın içinde bulunduğu evrendeki yerini anlama çabasıyla ilgili. Şurayı vurgulayalım, Dune evreni bu yönüyle Star Wars evreninden daha derin ve kıymetlidir.

Dune serisinde, zensünni düşüncesinin takipçileri, genellikle çöl gezegeni Arrakis’te yaşayan Fremenler arasında bulunuyor. Fremenler, zorlu çöl yaşam şartlarına uyum sağlamış, derin dini inançlara ve güçlü bir topluluk duygusuna sahip insanlar. Zensünnilik, onların evrenle uyum içinde yaşama ve içsel huzura ulaşma arayışlarını şekillendiriyor. Bu düşünce, aynı zamanda Fremenlerin liderleri Muad’Dib (Paul Atreides) etrafında şekillenen dini ve politik olaylara da derinlemesine etki etmekte.

Fremenler için hayatta kalma mücadelesi, uzun süredir kültürel kimliklerini domine etmiş. Arrakis’in acımasız çevresi, özellikle su olmak üzere enerji ve kaynakların tutumlu kullanımını zorunlu kılmış. Ayrıca, kültürel baskılarla dolu tarihleri, savaş bilgisi ihtiyacını da mecbur kılmış. Bu iki yön, onları etkin ve dayanıklı savaşçılar olarak ortaya çıkarmış; Arrakis’in çevresini ve kendi becerilerini kullanarak, çoğu zaman çok daha üstün teknolojiye ve resmi eğitime sahip dünya dışı rakipleri püskürtmüşler.

Fremenler genellikle, bir Naib tarafından yönetilen, “sietch” adı verilen ataerkil topluluklarda yaşıyorlar. Her sietch, Arrakis’in kumlarını süsleyen sayısız kayalık formasyonlardan birinde bulunuyor. Genel olarak tüm Fremenler, İchwan (İhvan) Bedwine veya geniş kardeşlik grubuna ait. Fremen toplumunda çok eşlilik yaygın; daha öne çıkan erkeklerin her biri birden fazla eş ve çocuğa sahip. Topluluklarında ayrıca Hayat Suyu (Ab-i Hayat) içtikten sonra ortaya çıkan ve kusmuğunu sietch üyeleriyle paylaşan Kutsal Ana da önemli bir yere sahip.

Su ise, Fremen kültürünün merkezi bir parçası. Gerçekten de Fremenler için su, hayat demek. Çölde suyun gereksiz yere kaybını önlemek için Fremenler, vücuttaki nemi geri kazanan karmaşık tam vücut filtreleme sistemleri olan stillsuit giyiyorlar. Ayrıca, özel başlıklar, terleme yoluyla normal kayıpların çoğunu önlerken, maskeler ve burun tıkaçları solunan havadan nemi geri kazanıyor. Eldivenler de mevcut, ancak birçok Fremen, terlemeyi engellemek için ellerine kreozot çalısı suyunu sürmeyi tercih ediyor. Doğru çalışan bir Fremen stillsuitiyle giyen kişi, günde sadece bir parmak dolusu su kaybediyor.

Fremen kuralına göre bir kişinin suyu kabilesine ait. Bu nedenle bir Fremen öldüğünde veya savaşta öldürüldüğünde, gömülmez ya da yakılmaz, suya dönüştürülür. İki Fremen arasında, stillsuitsiz yapılan ölümüne dövüş anlamına gelen “amtal-emsal” durumunda, kaybedenin suyu galibi yenilemek için kullanılıyor. Kalan su ölçülüp galip gelene tahsis ediliyor.

Pek çok Dune yorumcusu Fremenleri menşe olarak Arap Bedevilere benzetse de ben bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Fremenler kültürel ve sosyal olarak en çok Berberi’lere benziyor diye düşünüyorum. Zaten liderleri Stelgar’a baktığımızda dört dörtlük bir Tuareg prototipi görmekteyiz. Hemen bu kavramları açalım.

Berberiler, Kuzey Afrika’nın yerli halklarına deniyor ve genellikle Atlas Dağları, Sahra Çölü ve çevresindeki bölgelerde yaşıyorlar. Tarih boyunca, Berberi topluluklar farklı adlarla anılmış olup en yaygın kullanılan isimlerden biri “Amazigh”dir ki bu da “özgür insanlar” anlamına gelmekte. Berberi kültürü, dil, gelenek ve yaşam tarzı açısından zengin ve çeşitlilik gösteren bir yapıya sahip.

Çoğu Berberi günümüzde hala Müslüman ve İslami inancına sahip. Ancak bazı geleneksel inanç ve ritüeller de hâlâ sürdürüldüğü de bilinmekte. Dini pratikler, genellikle Sufizm’in etkilerini taşıyor, bu da Berberi toplumunun maneviyatında önemli bir rol oynuyor.

Dune’daki bir Fremen kızı… Ve bir Tuareg kızı…

Gelelim Tuareg’lere…

Tuaregler, genellikle Sahra Çölü’nün kuzey ve batı bölgelerinde, özellikle Mali, Nijer, Cezayir, Libya ve Burkina Faso gibi ülkelerde yaşayan, Berberi kökenli etnik gruplardır. Geleneksel olarak göçebe olan bu halk, çölün zorlu koşullarına uyum sağlamış ve kendine özgü bir kültür geliştirmiş. Tuaregler aynı zamanda “Mavi Halk” olarak da bilinirler, çünkü onların geleneksel giysileri ve başlarındaki örtüleri genellikle indigo boyasıyla boyandığı için derilerine mavi bir renge sahip.

Tuareg toplumu, aşiret ve klanlara dayalı sosyal bir yapıya sahip. Topluluk, çoğunlukla hayvancılıkla uğraşıyor; develer, keçiler ve koyunlar en önemli geçim kaynakları. Tarih boyunca, Tuaregler Sahra boyunca tuz, baharat ve diğer malların ticaretini yapan kervan yollarını kontrol etmiş.

Frank Herbert’ın “Dune” evreni, Berberi ve Tuareg kültürlerinden ilham alarak konulmuş bazı özellikler taşır, özellikle Fremenlerin tasviriyle. Fremenler, Dune evrenindeki çöl gezegeni Arrakis’te yaşayan savaşçı bir halk ve bu topluluk, Berberi ve Tuareg kültürlerinin bazı yönlerini yansıtıyor.

Tuareg (1984)

Bunlara bakacak olursak…

Tuaregler ve Berberiler gibi, Fremenler de zorlu çöl şartlarına mükemmel bir şekilde uyum sağlamışlar. Tuareglerin Sahra Çölü’nde, Fremenlerin ise Dune’un çölünde hayatta kalabilmeleri için geliştirdikleri stratejiler benzerlik gösteriyor. Örneğin, her iki kültür de suyu son derece verimli kullanmakta. Fremenlerin giydiği ‘stillsuits’ (sütsü), vücuttaki nemi geri kazanarak su kaybını minimize eden bir teknoloji ve bu ise, Tuareglerin su kaybını azaltmak için kullandığı yöntemlere benziyor.

Tuareglerde görülen matrilineal (anaerkil) özellikler, Fremen toplumunda da belirgin. Fremenlerde kadınlar, savaşçı ve toplum lideri olarak önemli roller üstleniyor. Bu durum ise, Tuareg toplumundaki kadınların sahip olduğu nispeten yüksek statü ile paralellik göstermekte.

Daha önce yazdığımız gibi, Fremenlerin Zensunni inancı, İslam ve Zen Budizmi’nin öğelerini harmanlar. Bu, gerçek dünyadaki Tuareg ve Berberi topluluklarında görülen İslam’ın özgün yorumlarına benzer. Ayrıca, Fremenlerin kutsal kabul ettiği baharat ‘melanj’ ile Tuareglerin tuz ticareti arasında da bir bağlantı kurmak da mümkün. Her iki madde de sadece belirli çöl bölgelerinde bulunuyor ve ekonomik olarak büyük öneme sahip.

Öte yandan Fremenlerin düşmanlarına karşı kullandıkları gerilla savaş taktikleri, Tuareglerin tarih boyunca kullandığı taktiklere aşırı benzer. Her iki topluluk da zorlu çöl ortamını avantaja çevirerek, teknolojik olarak üstün düşmanlara karşı etkili bir direniş göstermiştir.

Yeri gelmişken İtalyan yönetmen Enzo Castellari’nin 1984 yılında yönettiği Tuareg filmini tavsiye edebiliriz. Mark Harmon’un başarıyla canlandırdığı Tuareg bu kültür hakkında önemli bir kanaat oluşturmayı başarıyor.

Şunu mutlaka söylememiz lazım; her ne kadar Paul Atreidis tüm kitap uyarlamalarında tipik olarak beyaz aktörler tarafından canlandırılsa da karakteri sonunda hikâyeye adını veren çöl gezegeni Dune’da yaşayan insanlar olan Fremenler için Mesihvari bir figür haline geliyor.

Ve gramatik açıdan baktığımızda 20.000 yıl sonrasında yaşanan bu olaylarda dini bambaşka bir şekilde tanımlamış olsa da İslam temelde bugünün İslam’ı olmadan her şeyin bir nevi ifade edilme şeklinin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu da karşımıza bir sonraki yazıda ele alacağımız Oryantalizm meselesini çıkarıyor. Evet İslam kelime olarak geçmiyor ama bu semavi dinin ve kültürün varlığı Dune evreninin neredeyse her noktasına sirayet etmiş bir şekilde gösteriliyor. Açıkçası yazar Frank Herbert da bu konuda gayet açık yürekli ve sözlüydü. Kitabın kaleme alındığı yıllar batı kolonyalizmi çok yaygındı. Herbert neredeyse yaptığı her söyleşide Arap ve Arapça bilen yakın dostlarından bahis ederdi. Bu da sadece İngilizce ve Fransızca bilen Herbert’in (internet ve iletişim imkanları nispeten iptidai olduğu için) bu kültüre erişimini açıklıyor.

Burada ilginç olan bir başka detay var.

Biliyorsunuz Herbert Dune’u yazıp yayınevlerine götürdüğünde 20’den fazla yayınevi bu kitabı yayınlamayı reddetmişlerdi. Bir editörün şöyle dediğini (doğrudan değil başkasından aktarım şeklinde) okudum. Bu reddedişin tem unsurlarından birinin (sadece bu değil ama) başta Arap kültürü ve Arapça olmak üzere, bu kitapta bu kadar yabancı kavram ve kelimenin kullanılmasıymış. Hatta bahsini ettiğim editör, kitabın ilk baskısı için bazı kavramların çıkarıldığını hatta değiştirildiğini ileri sürmekte. Hatta kitabın sonuna Dune Lügati konmasının da sebebi böyle açıklanmakta. Yani eğer kitap ilk yazıldığı haliyle orijinal şekilde basılsa belki şu anki mevcudun birkaç katı bu etkileşimin yansımalarını görecektik!

Buraya kadar okuyabildiyseniz, gerçekten siz bir Dune hayranısınız demektir!

2 YORUMLAR