Dua saatimiz var mı?

YORUM | SÜLEYMAN SARGIN

Mânânın maddeye feda edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Materyalist eğitimin dayattığı dünyevileşmiş bakış açısı sebebiyle pek çokları için her şey maddeden ibaret görünüyor. Bundan dolayı da gerçekler, gerçek gibi görülenlere feda ediliyor ya da pek çok gerçek gizli kalıyor. Böylesine donmuş ve çoraklaşmış bir zeminin en büyük kurbanı da maalesef din ve dinî hakikatler oluyor. Din adına konuşan, ekranlarda boy gösteren, gazete ve dergilerde yazılar neşredenlerin bile büyük kısmı bu maneviyat körlüğünden nasibini almış görünüyor.

Günde beş defa Rabbimize arz-ı ubudiyet etmek için camiye giden hacı amcadan, onu yönlendirip manen besleyen hocasına kadar hemen herkes “sebeplere tesir-i hakîkî” veren bir düşünceye sahip. İfadeler, beyanlar “Her şey Allah’ın elinde”, “O bir kere Ol desin, her şey oluverir”, “O’nun izni ve iradesi olmadan bir yaprak bile ağaçtan düşemez” vb Kur’anî hakikatleri dile getirse de kalbler aynı istikamette atmıyor, düşünceler bu zeminde neşv ü nema bulmuyor. “Cenab-ı Hakk’a sebepler üstü teveccühün ünvanı” olarak tarif edilen dua, bırakın ona hususi vakit ayırmayı, beş vakit namazın sonunda bile ihmale uğruyor.

Oysa başta Kur’an-ı Kerim ve ehadîs-i Nebeviye olmak üzere düşünce dünyamızın temelini oluşturan eserler başta dua ve onun tesirleri olmak üzere, mânâyı da çağımız insanının yabancı olduğu manevi gerçekleri de soyut olarak değil, maddi gerçeklerden çok daha müşahhas gerçekler olarak ortaya koyuyor. Ehl-i tahkik dediğimiz İmam Gazzali, İbnü’l-Arabî, İmam Rabbâni ve Bediüzzaman gibi zatlar kalbî ve ruhî tecrübeler ve müşahedelerle hem ayne’l-yakîn, hem de kalbin ve ruhun derinliği ölçüsünde hakka’l-yakîn seviyesinde idrak edilen bu hakikatleri ilmî bir kesinlikte izah ve ispat ediyorlar.

Bediüzzaman Hazretleri’nin şahs-ı manevi bünyesinde pek çok ferdin iştirakiyle gerçekleştirilen dua ve ibadetler için sıkça kullandığı “iştirak-i a’mâl-i uhreviye” tabiri bu hakikatlerden biridir. Onun “Ağızdan çıkan bir sözün işitilmesinde nasıl ki bir cemaatle bir ferd birdir, bunun gibi, insanın bir akrabası için yaptığı iyilikten, mesela okuduğu bir Fatiha-i Şerîfe’den hâsıl olan sevaptan istifade etmekte de bir ile bin aynıdır. Çünkü lâtif şeyler matbaa gibidir; basılan bir kelimeden bin kelime çıkar.” (Mesnevi-i Nûriye, Hubâb) tespiti daha başka pek çok hakikatin de anahtarı mesabesindedir. Buna göre, ağızdan çıkan bir kelime “Hüve” nüktesine mazhar havanın zerreleri tarafından yüklenip taşınır ve milyonlarca kulağa aynı anda ulaştırılabilir. Bu ulaştırma işinde hiçbir karışma da olmaz. O kadar ki, milyonlarca dimağ, konuşanın sesini önceden tanıyorsa o kelimenin hangi ağızdan çıktığını da bilecek şekilde aynı anda onu alır. Çünkü ağızdan çıkan kelime mânâ ölçüsünde şeffaftır; maddi veya cismani bir kesafeti ve ağırlığı yoktur. Manevi olan bir şeyin önünde herhangi bir engel bulunmaz. Şu halde, dua eden kul ellerini kaldırıp “Ya Rabbi!” dediğinde Rabb-i Rahîm anında “Lebbeyk-Söyle kulum, ne istiyorsun!” mukabelesinde bulunur.

Bu hakikatin şöyle de bir yanı var: Cenab-ı Allah bir cemaatin ortak amelle kazandıkları bir sevabı o cemaatin fertleri sayısına bölerek paylaştırmaz; o sevabın tamamını her bir ferde ayrı ayrı verir. Bu O’nun Rahmetindendir.  Sözgelimi, bir sabah namazı tek başına kılındığında yüz sevap kazandırıyorsa, on kişilik bir cemaatle kılındığı takdirde cemaate iştirak eden her bir ferde asgari bin sevap kazandırır. Asgari dememizin sebebi şudur; bu bin sevabın yanısıra fertler, namaza verdikleri önem, onu kılmaktaki dikkat, kalbin ihlası, huşû, hudû ve maiyyet-i ilâhiyyeyi vicdanın derinliklerinde hissetme gibi sebeplerle farklı ölçü ve miktarlarda ek hasenata ve sevaplara mazhar olurlar. Bütün bunların yanısıra, bazen de Rabb-i Rahîmimiz, razı olduğu amellere Kendi katından ilave sevaplar verir. “Kim güzel bir amelde bulunur ve Allah’a onunla gelirse yaptığının on misliyle mükâfatlandırılır. Kim de bir kötülükle gelirse, sadece o kötülüğe denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez.” (En’am/160) ve “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin hali, yedi başak bitiren ve her başağında yüz dane bulunan tohuma benzer. Allah kime dilerse ona kat kat verir…” (Bakara/261) âyetleri bunu anlatmaktadır.

Gönül gönüle tutuşalım

Bediüzzaman’ın “iştirak-i a’mâl-i uhreviye” tabiri gibi, Hocaefendi de sık sık “duanın külliyet kesbetmesi” üzerinde duruyor. Duanın külliyet kesbetmesi binlerce, milyonlarca gönlün aynı istikamette çarparak aynı ruh hali ile Ulu Dergâh’a teveccüh etmesi ile olur. Aynı derdin dertlisi sineler, derman bulacakları Yegâne Mercî’ye ısrarla ve ızdırar diliyle yönelirlerse, tek kuluna “Lebbeyk!” diye cevap veren İlâhi Rahmet aynı şeyi dillendiren yüzbinlerin bu samimi yönelişini karşılıksız bırakmaz. Fetih’ler, Cevşenler, Tefriciyeler, Kulûbu’d-Dâria’lar, Kırık Dilekçeler, Enînü’l-Kalbler bunun için paylaşılmalıdır. Paylaşılarak okunan her bir evrad ve dua, iştirak eden kişi adedince sevapla çarpılarak Rabbimize arz edilir. Bu durum, şahs-ı manevinin Hak nezdindeki yerini kıymetler üstü bir noktaya taşımaya vesile ve ilahî inayete tertemiz bir davetiyedir.

Paylaşarak okumak, duaya iştirak eden insanların kalbleri arasında görünmez nurâni bağların oluşmasına da sebep olur. Öyle bir dua atmosferinde ne şeytanların vesveseleri, ne nefsin hırıltıları ne de kalbi kirli, ruhu kirli, dili kirli, kalemi kirli edepsizlerin sözleri kendilerine tesir alanı bulamaz. Kaygan yolda düşmemek için el ele tutuşmak nasıl önemliyse böyle isli, puslu havalarda kaymamak için gönül gönüle tutuşmak çok daha ehemmiyetlidir. Bunun en pratik yollarından biri her yerde “dua saatleri” oluşturmaktır.

Hemen hepimizin iştirak ettiği bir ders, sohbet ya da müzakere meclisi mutlaka vardır. Her meclis kendi içinde şöyle bir karar alabilir; paylaşılan dualar meclisin her bir ferdi tarafından her gün aynı saatte okunmalıdır. Bunun için herkesin uygun olabileceği ortak bir saat tespit edilebilir. Mesela, filan sohbet grubu her akşam saat 20.00’de kendi evinde ya da iş yerinde yarım saat dua ile meşgul olabilir. Buna o ailenin müsait olan küçük büyük bütün fertleri iştirak edebilir. Bu, “dualaşmanın” önemli yollarından biridir. Bunu gerçekleştirmeye matuf farklı yollar ve usuller de elbette denenebilir.

Bir diğer konu da Hocaefendi’nin üzerinde ısrarla durduğu “bir araya geldiğinizde vaktinizin çoğunu Allah’la irtibata ayırın” tavsiyesidir. Bahsini ettiğimiz sohbet veya müzakere grupları bir araya geldiklerinde ilk yarım saat ya da kırk dakikayı sadece dua etmeye ayırmalılar.  Böylece “keşke arkadaşlar her yerde dua saatleri ve dua meclisleri oluştursalar” temennisi de bir nebze yerine getirilmiş olur.

Maddenin ve esbapperestliğin ruhlarımıza kâbus gibi çöktüğü bu zamanda “külliyet kesbetmiş” duaların ve “iştirak-ı a’mâl-i uhreviyenin” nurdan atmosferine çok ihtiyacımız var…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin