Dostun ahmağı

YORUM | YUSUF ÜNAL

Bir yerde okumuştum. Bir gün ünlü bir karikatüriste bir aile gelmiş. “Çocuğumuz karikatür çizmeye çok hevesli. Yeteneğini geliştirmek için ne yapmamızı tavsiye edersiniz?” demişler.

Sanatçı, “Elinizden geliyorsa engelleyin.” diye cevap vermiş.

“Ama nasıl olur?”

“Bakınız, birilerinin engellemesiyle sanattan vazgeçecek bir çocuk o alanda zaten başarılı olamaz. Bari vaktini zayi etmesin. Fakat çocukta sanatçılık yeteneği varsa ne yaparsanız yapın onu zaten engelleyemezsiniz.”

Okuduğum yerde tam olarak böyle miydi emin değilim, aklımda böyle kalmış. İşin özü de buydu ama, biz asla bakalım. Gerçek bir dost böyle olmalı belki de.

Ali Ulvi Kurucu hâtıratında, Mahmud Cevdet Sezer’le bir anısını anlatıyor: “İlk şiirimi tenkidine sunmak ve tavsiyelerini almak üzere, kimseye göstermeden, önce Cevdet beye götürdüm, arz ettim.

Üstat, şiiri okudu ve dedi ki:

‘Hazretim! Bazı kimselerin yaptıkları gibi, aferin! Maşallah! Şair olmuşsun yahu! Çok güzel olmuş! Diyerek sırtınızı mı sıvazlayacağız? Yoksa, bir hocanın talebesini irşad ve tenvir ettiği gibi, tenkit ve tahlile mi geçeceğiz? Hangisini istiyorsun?’

Hatır için konuşmayan üstattan bu kadar ciddi ve samimi teklif bana ana şefkati kadar sıcak ve bir gönül sevgisi kadar cana yakın geldi. … ‘Lütfen bütün samimiyetinizle tenkit ve tahlillerinizi, irşat ve tenvirlerinizi canıma minnet bilirim.’ deyince üstat, ‘Öyleyse bana bir kâğıt ve kırmızı kalem getir.’ dedi.”

Bu hâdiseden sonra Ali Ulvi Kurucu onu, “benim şiir hocamdır” diyerek takdim ediyor. Hoca olmak, dost olmak, iyilik yapmak; akıntıya kapılmamayı, rüzgârın yönüne göre yamulmamayı icap ettirir.

Bazen Arapça öğrenmek için kitap veya kurs tavsiyesi isteyenler oluyor benden. Onlara, neden öğrenmek istiyorsunuz diyorum. Verdikleri cevap hep aynı, “Kur’an’ı anlamak için.” Üstelik onlar dili çok öğrenmeseler de olurmuş. Ayetleri okuyunca manalarını anlasalar yeterliymiş. Onlara iki şey anlatıyorum: Bir; Kur’an’ı anlayacak kadar öğrensek yeter dediğiniz Arapça o dilin zirvesidir. İki; anadili Arapça olanların Kur’an’ı anladığını mı sanıyorsunuz? Onu anlamak için dilden daha çok şeye ihtiyaç var. O yüzden dil öğrenmek için harcayacağınız emeği, vakti ve parayı Türkçe tefsirleri tetkik ede ede okumaya verirseniz daha kısa bir yol seçmiş olursunuz. Zaten tefsirlerin hemen hepsi Türkçeye tercüme edilmiştir.

Bazıları kulak asar bu dediklerime bazıları asmaz. Kursa gidenlere bunun tamamen faydasız olduğunu söyleyemem. Ancak Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça öğrenen bir kursiyere henüz rastlamadım.

Benim anlayışıma göre insanlara sebepsiz yere gaz vermek, örneğin sınavı kazanamayacağı aşikâr bir öğrenciye kazanırsın, edersin demek onu oyalamaktan başka bir işe yaramaz. Bunu hepimiz biliriz. Fakat yine de herkesin ayaklarını suya değdirmeye çalışanlar moral bozucu, can sıkıcı hatta belki hasetçi, art niyetli görünür. Varsın olsun, akıllı dost olmak uzun vadeli bir yatırımdır sonuçta.

Bazı arkadaşlarım ve yakınlarım, bazı değil aslında doğrusunu söylemek gerekirse çoğu, bu tip heveslileri kuru kuruya teşvik etmekten geri kalmazlar. Hani bir yol yöntem gösterseler gam yemek bir yana, işte bu diyerek alkışlayacağım ama nerde; hepsi kuru hamaset. Böyledir böyle olmasına amma velakin yine de onlar sevgi pıtırcığı olur; çevrenin ilgi, itibar ve sempatisini kazanırlar. Benim literatürümdeyse bu tür tutumların ortak adı dostun ahmaklığıdır.

Ahmak dostun olacağına akıllı düşmanın olsun sözü, nice tecrübelerden sonra söylenmiş olmalıdır. Evet, dostun ahmağı; dostunun başına konan sineği kovmak için balyoz kullanır. Dostun ahmağı; terliyken soğuk su ikram eder, sigara uzatır, balık tutmayı öğretmek yerine karnını doyurur, uçmaya alıştırmak yerine kanatları altına alır.

Dostun ahmağı, yardım edeceğim diye kuluçkadaki yumurtayı dışarıdan kırar. Kelebek olmasına ramak kalan tırtılın zarını yırtar. Bütün bunları iyilik olsun diye yapar, niyeti temizdir aslında. Ama netice umduğu gibi olmaz. Birilerini kendine bağımlı hale getirmek, onlara yapılmış büyük bir kötülüktür. Asıl olan herkesin kendi ayakları üzerinde durmasına yardımcı olmaktır.

Civciv kendi imkânlarıyla kabuğunu kırarsa, bunun için gayret gösterirse hayatta kalabilir. Dışarıdan müdahale ile dünyaya çıkarsa anomali olur, alışamaz hayata. İbn Rüşd yıllar yıllar evvel söylemiş bunu: “Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa hayat son bulur, içten bir güçle kırılırsa hayat başlar. Zira doğru dönüşümler hep içten gelir.” Aklın yolu bir.

Kelebek olma yolundaki tırtıl, kabuğunun incecik zarını, buna pupa veya krizalit deniliyormuş, yırtmak için zorlanmazsa kanatları gelişemez. O mücadeleyi vermeden kırlarda uçmaya, çiçeklerle dans etmeye hazır hale gelemez. Uçamayan bir kelebekse talihsizdir; onu, kim neylesin!

İnsanlar; kendilerine özgürlük getirmeye, onları zengin etmeye yahut onlara cenneti kazandırmaya çalışanlardan; sigortalı iş, hamarat eş ve bilmem ne bulmaya çalışanlardan epey zarar görmüştür. Ve bu durum sadece fertler için değil, toplumlar için de geçerlidir. Sinan Çetin şu sözlerinde haksız değil galiba: “Dünya bizleri kurtarma ve bize iyilik etme aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşları yürekleri iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı. Hitler, Almanları; Stalin, işçileri; Mao, köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı. Milyonlarca insan, kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi.”

İnsanları düşünmek, onlara iyilik etmek elbette olumsuz kabul edilemez. Ancak inkâr edilemeyecek bir durumla da karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz. O şudur; etraf ahmak dostlardan geçilmiyor. Herkes sevdiğinin yumurtasını dışarıdan kırma, tırtılın zarını kolayca yırtıverme, armudu pişirip sevdiklerinin ağzına düşürmek hevesinde.

Ne yazık ki bunların neticesi arzu edildiği gibi olmuyor. Bu yüzden insan en çok kendisine iyilik etmeye çalışanlardan gelecek zararlara karşı önlem almalıymış gibi geliyor bana. Önce bir test yapmak lazım, bu dost akıllı mı yoksa ahmak mı? Çünkü en çok onlara karşı savunmasızız ve kendimizi en çok onlara kayıtsızca teslim etmişizdir.

“Tanrım ben düşmanlarımla baş edebilirim, sen beni dostlarıma karşı koru.” diyen Voltaire de, “Çocukların eğitiminde diğer herkesten daha az güvenilmesi gerekenler, ebeveynlerdir.” diyen Jonathan Swift de, “Senin için kendi ailen kadar, kendi odan kadar, kendi geçmişin kadar tehlikeli bir şey yoktur. Her şeyden yalnızca sana getirdiği eğitimi al…” diyen Andre Gide de bunları söylemek istemiştir zannımca.

Ben de, “İnsanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum.” doğrusu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Zihni alışılmış yutuculardan kurtaran, kendine dıştan baktıran orjinal bir yazı. Teşekkürler.
    İyiki varsınız…

    KURANI ANLAYABİLECEK kadar Arapça öğrenme konusunda az biraz şahsi tecrübelerimi paylaşmak isterim :

    “Bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamamen de terk edilmez”.

    Risale i Nur okuyan bir kişi, birçok Arapça kelime öğreniyor. 2, 3 ay süreli bir kursta, temel Arapça dilbilgisini öğrenmek çok kolay oluyor. Yani ala, ila, men, min gibi edatlar, sorular, şimdiki zaman, geçmiş zaman çekimleri vb…, basitçe öğrenmek zor olmuyor ve ayrıca zevkli de.

    Yani Kuranı dilbilgisi alimi gibi değil de, bir dinleyici olarak, (yarı yarıya da olsa) manalarını anlamak, çok güzel ve özel geliyor bana. Çünkü Allah kelamı ve vasıtasız siz.

  2. Çok hoş ve silkeleyen bir yazı olmuş. Sıra içi değil sıradışı bir bakış açısı. Sıranın birazcık dışına çıkıp ordan sıraya bakma denemesi. Bence çok etkili. Devamını da bekleriz. Elinize ve yüreğinize sağlık…

  3. Dilinize, kaleminize saglik. Yillar yili hep iyi dost olup dogrulari haykiracagim derken ,dokuz koyden kovulsamda, kirdigim gonullerden ozur diliyorum. Simdiki aklim olsa ayni seyleri daha az kirici uslupla soylerdim. Herkes hakikati kaldiramiyor, nefsini araya katabiliyormus.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin