YORUM | AHMET KURUCAN
İki anekdot üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım bu yazımda. İlki şöyle: Hala devam ettiğim seyahatimde uğradığım duraklardan birinde can ciğer dostlarımdan biriyle kısa bir müddet beraber oldum. Yıllardır beraber olamamıştık. Eskiler-yeniler, eşlerimiz-çocuklarımız hemen her şeyi konuştuk. İşlerini sordum. “Nasıl gidiyor?” dedim. Aldığım cevap şu oldu: “İyi giden işlerimiz var. İyi gitmesi gereken işlerimiz var.” İyi gidenleri anladık da iyi gitmesi gerekenler böyle mi ifade edilmeliydi? Sözün akışı içinde “İyi gitmeyen işlerimiz de var” demeli değil miydi? Hassasiyetine hayranım. Gıybetlere kapı açmamak için belki de böyle söyledi ama gerçek bütün çıplaklığı ile ortada, iyi gitmeyen işler de var.
İkincisi ise şu: Geçenlerde bir başka dostum ile konuşuyorum. Bir meseleden söz açıldı. Üçüncü bir şahsın o mesele hakkında dedikleri gündeme geldi. “Doğruyu söylemiyor” dedi ve sustu. Sorum şu oldu: “Doğruyu söylemiyorsa ne söylüyor?” Öyle değil mi söylediği doğru değil o zaman söylediği şeyin adı ne? Susmaya devam etti. Cevap vermemeyi tercih etti. Açık ve net, yalan söylüyordu ona göre. Ama bu dostum onun hakkında “Yalan söylüyor” demedi, diyemedi.
Üzerinde düşündüm neden böyle davranıyor diye. Ulaştığım sonuç şu oldu: Yalan söyleyene yalancı denir. İhtimal, yalancı demeyi ya ona yakıştıramadı ya da kendine. Halbuki ona göre yüzde yüz o kişi yalan söylüyor.
Bence doğru yapmıyoruz. Nevbahar dergisinde yeni yayınlanan birkaç yıl önce kaleme aldığım “Yalanı gerçek gibi yaşamak” başlıklı yazıda dediğim gibi, “Yalanların oluşturduğu sahte gerçekler dünyasında saraylarda yaşamaktansa, gerçeğin oluşturduğu hakikat dünyasında gecekondularda yaşamayı tercih etmeli Müslüman.”
Yalana yalan demeli. Kuyruklu ise o yalan, kuyruklu yalan demeli. Katmerli ise katmerli. Belki de bu yaklaşım muhatabın derinden derine düşünmesine neden olacak. Bir tokat gibi inecek suratına “Yalan söylüyorsun!” cümlesi. Üzerinde yürüdüğü yolu değiştirmesine neden olacak. Eğer bunu yapabilirse o kişi, bizim ona yalancı demesek de iki kelimelik mana yüklü “yalan söylüyorsun” cümlemizin açıkça belirttiği yalancı sıfatı onu kendine getirecek. Belki de halkımız arasındaki meşhur deyimle “Söyleyene değil söyletene bak” diyecek ve medyun u şükran olacak.
Şişmana şişman demekle yalan söyleyene yalancı denilmesi arasında bir fark görmüyorum şahsen. Evet, ikisi arasında dağlar kadar fark olduğunun bilinci içindeyim. Biri fiziki düzlemde bir hakikatin beyanı diğeri ahlaki ve dini bağlamda. İlki bedeniyle barışık insana hiçbir tesir etmezken diğeri onu toplum içine bile çıkarmayabilir. Herkesin kendisine yalancı gözüyle bakması onun yüzünü yere baktırır. Ama olsun. İradi varlık olmanın hakkını versin. Eğri otursun eğri konuşmasın aksine doğru oturup doğru konuşsun. Şems-i Tebrizi’den mülhem, sözünü süzsün de söylesin, gönülleri bulandırmasın. Sözünü dizsin de söylesin, kulaklara inci olsun. Ve sözünü yüze söylesin. Gıybet olup, yalan olup, iftira olup, itham olup onu utandırmasın. Eğer bunları yapmıyor ve hala yalan söylüyorsa varsın utansın, rezil kepaze olsun, insan içine çıkamasın.
Evet, bir taraftan yalanın dini inançtan bağımsız olarak gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukuki olduğunu söyleyeceğiz, öbür tarafta peynir ekmek yeme kolaylığı içinde yalan. Bir tarafta Müslümanız, müminiz, yalan söylemek haramdır, münafık sıfatıdır diyecek, ayet ve hadislerle bu davranışın yanlışlığını vurgulayacağız öbür tarafta yalanı söz dünyamızın merkezine koyacağız. Anadolu’da güzel bir deyim vardır. “Yalan ağzına yuva yapmış” derler ayaküstü yüz tane yalan söyleyenler için. Bakın isterseniz bu insanların hayatına; kim bilir yalan dünyasına yelken açtıkları zaman birileri ona yalancı deseydi belki de rotasını doğru bir istikamete çevirecek ve arkasına aldığı rüzgarın hızıyla doğru limanında demirleyecekti.
Hasılı, “İyi gitmesi gereken işlerimiz var” değil “iyi gitmeyen işlerimiz var” ve “doğru söylemiyor” değil, “yalan söylüyor.”