Diyarbakır Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı neden tutuklu? 

HABER-ANALİZ | Av. MEHMET TAHSİN

Geçtiğimiz ağustos ayında görevden alınan seçilmiş Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı’nın dün duruşması vardı. Mızraklı, geçen ağustos ayında İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmış ve 18 Ekim’de de tutuklanmıştı. Dün ilk defa hakim karşısına çıkan Mızraklı’nın tutukluluğuna devam kararı verildi.

31 Mart 2019 yerel seçimlerden sonra en çok konuşulanlardan biri, Kayyım yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı makam odası görüntüleriydi. Yeni seçilen Başkan Dr. Selçuk Mızraklı, kayyım Cumali Atilla’dan devraldığı makam odasının görüntülerini sosyal medya hesabından paylaşmıştı.

Biraz daha geriye gidelim. 25 Ekim 2016 tarihine… Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmışlardı. Yerlerine Etimesgut Kaymakamı Cumali Atilla kayyum olarak atanmıştı.

Her vesileyle Milli İrade’yi kutsayıp sandık sonuçlarına saygı isteyen Erdoğan iktidarı, Diyarbakır halkının iradesine saygı göstermemiş, 2014 yerel seçimlerinde yüzde 51,11 oyla seçilen Gültan Kışanak’ı görevden alıp yerine bir bürokratı oturtmuştu.

Tarih bir kere daha tekerrür etti. 31 Mart 2019 yerel seçiminde, HDP’nin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Mızraklı yüzde 62,93 oy aldı. Görevi devraldıktan sonra, kameralar eşliğinde girdiği makam odasında karşılaştığı lüks ve israfı sosyal medya hesabından paylaşıp, “Halkın parası ile kendilerine saraylar yapmışlar… Bütün israf ve şatafatlarını halka tek tek göstereceğiz.” demişti.

Tabi buna fırsat bulamadı. 19 Ağustos tarihinde görevden alınan Mızraklı, 21 Ekim tarihinde gözaltına alındı 23 Ekim’de de “terör örgütüne üye olmak” suçundan tutuklandı. Erdoğan iktidarı Milli İrade’yi bir kere daha hiçe sayıp, yüzde 62,93 oy alarak sandıktan çıkan bir belediye başkanını önce görevden alıp ve ardından cezaevine gönderdi.

Hatırlayalım… 7 Ekim 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kızılcahamam’da yaptığı bir konuşmada 2019 Mart ayında yapılacak yerel seçimlerle ilgili “Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa, anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz.” demişti.

Bir kişinin teröre bulaşması halinde gereğinin yapılmasına elbette kimsenin itirazı yok. Ama Erdoğan iktidarının son 10 yılı, muhalif olmakla terörist olmanın aynı şey kabul edildiğini gösterdi bize! Son yapılan bütün seçimlerde kendisine oy vermeyen herkesi teröre destek vermekle suçlayan Erdoğan, sokaktaki her iki kişiden birine bu yaftayı yapıştırmakta beis görmedi. 

Başkan Selçuk Mızraklı’yı görevden alıp cezaevine gönderen süreç, aslında seçilmeden önce başlamış. Seçimlere sadece 11 gün kala ortaya çıkan bir tanık beyanıyla düğmeye basılmış.

Kullanışlı tanık: Hicran Berna Ayverdi 

Özel bir hastaneden anestezi teknikeri olarak çalışmış olan Hicran Berna Ayverdi, 26 Mayıs 2016’da Nusaybin’de güvenlik güçlerine teslim olan 42 kişiden biriydi. Ayverdi teslim olduktan sonra tutuklanmış ve Kayseri Cezaevine konulmuş. Hakkında düzenlenen iddianamede 76 kez ağırlaştırılmış müebbet isteniyor.

Tutuklanmasından 3 yıl sonra, 2019 seçimlerine 10 gün kala Etkin Pişmanlık Yasası’ndan faydalanan Ayverdi, Diyarbakır Büyükşehir belediye başkan adayı aleyhine ifade verdi. İfadesinde 2012 sonu veya 2013 yılının ilk ayları olarak belirttiği bir zaman aralığında Diyarbakır’da özel bir hastaneye gece geç saatlerde yaralı olarak getirilen bir PKK’lının, Mızraklı tarafından ameliyat edildiğini ve güvenlik güçlerine teslim edilmeden taburcu edildiğini iddia etti.

Halbuki o güne kadar polis, savcı ve mahkeme huzurunda defalarca verdiği ifadelerinin hiçbirinde Mızraklı lehine veya aleyhine tek bir kelime geçmiyordu. Her nasılda 3 yıl sonra, tam da seçimlere 10 gün kala ‘aydınlanan’ Ayverdi, Mızraklı’nın tehlikeli bir örgüt üyesi olduğunu hatırlamış ve önce koltuğunu kaybetmesini ardından cezaevine gönderilmesini sağlamıştı. Tabii ki itirafçı tanık Ayverdi’nin SGK kayıtlarına göre, Mızraklı’nın ameliyatı gerçekleştirdiğini iddia ettiği tarihlerde bahsettiği hastanede çalışmadığının ortaya çıkması sonucu değiştirmedi.

Ve mutlu son… Verdiği ifade ile iki belediye başkanının görevden alınıp cezaevine konulmasını sağlayan Hicran Berna Ayverdi, müebbet hapis talebiyle yargılandığı Mardin 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, 5 Eylül 2019’da tahliye edildi!

Hikâye burada bitmedi, devam ediyor. Muhtemelen görevden alınan Başkan Mızraklı’nın yargılaması bir süre daha devam edecek ve sonunda 7 ila 15 yıl arasında bir cezaya çarptırılacak. Onun aleyhinde ifade vererek cezaevine girmesini sağlayan tanık da sessizce ortadan kaybolacak. Nereden mi biliyorum? Çünkü benzeri olaylar çok yaşandı. Polisin, savcının ve hakimin nasıl hareket edeceğini az çok tahmin edebiliyorsunuz artık.

Bir kişi ya da topluluk hedefe konulduğunda ya isimsiz bir ihbar yaptırılır veya önce gizli ya da açık bir tanık bulunur. Bu tanıktan tehditle istenilen ifade alınır. Ardından polis operasyon yapar, savcı iddianame hazırlar, hakim tutuklar ve nur topu gibi bir örgütünüz oluverir. 

Örneğimiz yine Diyarbakır’dan. 15 Temmuz sonrasında Diyarbakır’da gözaltına alınıp tutuklanan onlarca kişi, bir tanık beyanıyla silahlı terör örgütü üyeliğiyle suçlandı. Birçoğu esnaflık yapan bu insanların düzenleri alt üst oldu mal varlıkları talan edildi. Haklarında iddianame düzenlendi ve yargılamaları başladı. İlk duruşmada ifade veren tanık ne dese beğenirsiniz? Duruşma tutanaklarında aynen şöyle diyor:

Ben Sur esnafıyım. Elektrik malzemesi satarım. Sanıkları yerel basından tanırım. Herhangi bir şekilde konuşmuşluğumuz yoktur. Benim sanıklarla ilgili FETÖ üyesi olduklarına dair herhangi bir bilgim yoktur. Bunun için 3 defa da dilekçe verdim. Ben sanıkların FETÖ terör örgütü üyesi olduklarına dair bir şey söylemedim. Böyle bir ifadede bulunmadım. Şikâyet üzerine polisler iş yerine geldiler, beni gözaltına aldılar. Avukatımı çağırmama gerek olmadığını söylediler. Önüme kâğıt konulduğunda bu nedir dedim. Serbest bırakılmak için dediler. Ben de imzaladım. 

Savcı beye geldim, ifademi istedim, gizlilik kararı olduğu için ifademi bana vermediler. Ben de bunun üzerine 3 defa dilekçe yazdım. Benim ifademde tanımadığım insanlar da var, tanımadığını insanların ailesi iş yerime gelince ben de bu şekilde böyle bir ifadem olduğunu öğrendim. Ben sanıkları canlı olarak hayatımda hiç görmedim. Ben ifademde bir şeyler anlattım ama bu sanıklar hakkında iddianamede belirtilen şekilde ifade vermedim.” dedi.

Gördüğünüz gibi ilk örnekte yer alan tanık beyanından pek farkı yok. Önceden hazırlanmış ifadeler kolluk veya savcılıkta baskı ve tehditle imzalatılıp, masum insanların hayatları böyle karartılıyor. Asılsız ihbarlar veya uydurma tanık beyanlarıyla insanları tutuklattıktan sonra delil toplamaya başlayan savcılar, “Havuz Sorgusu” adını verdikleri akıllara zarar sistemden, Bank Asya hesabı, gazete dergi aboneliği, SGK kaydı, HTS kaydı, sendika üyeliği, Digitürk aboneliği vs. gibi kriterlere göre sorgulayıp iddianame düzenliyorlar. Bu kriterlere göre AKP üyelerini sorgulamış olsalar yüzde doksanı kendini hapiste bulur.

Son sözümüz HDP’ye: Erdoğan rejiminin, terörist ilan ederek lideriniz Selahattin Demirtaş’ı sebepsiz yere hapiste rehin tuttuğu halde, siz hala iktidarın F.tö sakızını çiğnemekte mahzur görmüyorsunuz. Sizinle ilgili yargılamalarda kullanılan hukuk dışı yöntemler, Gülen Cemaati söz konusu olunca normal mi oluyor?

Ayı yavrusunu yemek istediğinde çamura bular öyle yermiş. Mevcut rejim, çok uzun süreden beri muhaliflerini ‘terörist’ çamuruna bulayıp yemeye alıştı. Sorun, ‘terörist’ çamuru atılmış muhaliflerin üzerlerindeki çamura bakmadan iktidarın söylemlerini sahiplenmeleridir. Böyle yapmanız sizi beklenen akıbetten kurtaramayacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin