YORUM | HAKAN ZAFER
“Dengeleri gözetme” gibi beylik laflara, kendimi engelleme zahmetine girmeden gıcık oluyorum. Yorumlamayı alaka koparma bilince, şom ağızlarda kenger sakızına dönüşüyor. Öyle bırakmıyor, haktan nasip almış bir sebebe dayanmayan her şeye, sonradan sebep bulma gibi bir rezalete düşüyorlar diye koca koca adamlara öfkeleniyorum da. “Yapıyorsa sebebi var, yoksa da buluruz” diye diye en önce kendi inandıklarıyla bağını koparan bu kimselerin, telif ve izah yeteneğiyle çözemeyeceği düğüm kalmadı. Bu kabiliyete, sadece ilim-bilim adamları değil sokaktaki vatandaş da erişmiş de haberimiz olmamış maalesef. Ortadaki öz güvene ise hayran kalmamak elde değil.
Dengeleri gözetmek, adaletle, hakla aynı zannedilince put tesirine ulaşıyor. Orada bunu yapamazsın, şurada bunu söyleyemezsin… Bu sınırları kim koyuyor beyim? Sen, ben ve Âdem’in kalan evlatları. Gecekondu arazisi çevirir, mafya sahası paylaşır gibi. Siyasete biri ceketini atmış, diğeri dinin üstünü küllemiş, öteki bilimi ciltlemiş, beriki ticareti mühürlemiş… İlla ısrar edeceksen buralarda bir yerlerde olayım diye, sana bana kalan alkışçı olmaktan ötesi değil. Teklifim, dengesizlik yapmak değil ama adil olmanın, haktan yana durup doğru söylemenin, hatayı görüp müdahale etmenin bozduğu dengeler varsa ne yapalım o halde? Birinin dengesi bozuldu, tekeri çomak gördü diye diğeri neden dengesiz, hatta –dindarların pek sevip abra kadabra gibi kullandığı terimle- fitne çıkarmış olsun?
*****
Denge gözetip eğilmenin de mahallesi yok. Geride kalan haftadan iki olta ucu solucanı, andımız meselesi ve Diyanetin, İlahiyat dekanlarıyla müftülerin arasını yapmaya çalıştığı il müftüleri istişare toplantısında lafı ne yapıp edip Gülen Hareketine getirmesi gibi…
Andımız meselesinde bir ben eksik kalayım kalmasına da Diyanet Reisi ve saz arkadaşlarının herkesten fazla şansı olduğunu ve kullanmaktan çekinmediklerini düşünüyorum. Her ne kadar en etkili silahı (fırak-ı dalle, sapkın grup) ilk çekmiş olsalar bile yer yer münasebet icat edip bu potansiyeli değerlendiriyorlar. Ne bileyim mesela, Alev Alatlı’dan, İlber Ortaylı’dan, artık en önemli işi Teşvikiye’de sanatçı cenazesinde gözükmek olmuş eski sanatçı yeni yatırımcılardan, hatta gurme Celal Şengör’den bile daha şanslılar. Cübbe giyiyor, konuşuyor, kırıp döküyorlar, millet “çarpılırız” korkusundan ses etmiyor. Yükleri ağır ama Cuma namazı öncesi cemaatin yarısını kâfir ilan edip on dakika sonra onlarla huşu içinde rükûa varabilmeyi kaldıracak sağlamlıkta bir omurgaya sahipler çok şükür.
Klasik Türk sanat müziğinde “ten nenni, ten nenni, nere na” nakaratlı şarkılar var. Alanım değil, elbette teknik izahı vardır ama bir dinleyici olarak ben bu eserlerden pek hazzetmiyorum. Beste yapılmış, güfte kısa gelince nağmeye kıyamamaktan mıdır nedir bilmiyorum, boşluk dolduruluyor galiba. Diyanet ve benzeri gibi siyasi konserler veren orkestraların işlevi de buna benziyor. Bestesi önceden yapılmış, güfte yetmiyor, nağmeyi taşıyacak uyduruk kelimelere ihtiyaç varsa bu tip adamlar dolgu korosu oluyor. Öyle ağır meseleler olmasına da gerek yok. Şuraya yazıyorum, başımıza gelirse hiç şaşırmam –inşallah gelmez-, marulun salataya yakışmadığına dair devletlilerin bir kanaati oldu diyelim, nice mübarek amca, Ankara’nın sıcak kaplıcalarında çimdikten sonra gelen esrikle, aynı yönde beyanatta bulunabilirler mesela.
Maksadım, kimin ne tarafta duracağını tarifle tercihlerine müdahale hevesi değil elbet ama adamlar tercih falan etmiyor düm düz ayıp ve bu ayıpla iftihar ediyor, mesele o.