UĞUR TEZCAN | YORUM
Başlığa bakarak hemen acele tepki vermeyin! Diyanet İşleri’ne, birebir ilişki kurmak suretiyle, Mescid-i Dırâr yakıştırması yapıyor değilim. Dini anlayışımız gereği münafıklık belirtileri sergileyenlere hemen ‘münafık’ diyemeyeceğimiz gibi, kafirlik sıfatı sergileyenlere de ‘kafirlik’ isnat edemeyiz.
Bu böyle olsa da toplumda var olan ve gittikçe de bir hastalık gibi yayılan münafıklık ve kafirlik sıfatlarının tespiti ve bunlara karşı ilmi, psikolojik ve sosyolojik bağlamda mücadele edilmesi de dini bir görevdir. Yine Kur’an’da temsil bulan “salih amel” ve “İlay-ı Kelimetullah” tabirleri bu hakikate işaret ederler. Zaten Kur’an baştan sona çoklukla münafıklara, kafirlere ve onlarla mücadele eden peygamberlere ve özel olarak zikredilen bazı Yahudi kavimlerine vb. işaret ederken aslında kişilere, kabile ve grupların kimliklerine değil insan karakterini ve toplum sosyolojisini mahveden maddi ve manevi hastalıklara ve bunlara karşı uyanık olunmasına davet eder ve sürekli olarak salih ameller dairesini dikkatlere sunar. Bu yazı işte bu bağlamda bir değerlendirme olup, uyarı niteliğinde, kendim ile yaptığım bir hasbihaldir.
Malumunuz; ayetle de sabit olan ve gerçekte Müslümanlara ve İslamiyet’in geleceğine zarar vermek gibi sinsice bir maksatla, münafıklar tarafından kurulan bir fitne merkezine işaret eder başlıktaki mescit tabiri. Diyanet Vakfı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde de ele alındığı gibi dönemin bazı münafıkları sayıları artan ve güçlenen Müslümanlardan rahatsızlık duymuş ve alternatif bir mescit kurarak bunu Peygamber’e (sas) orada namaz kıldırmak suretiyle onaylatmak istemişlerdir. Ancak inen bir ayet ile uyarılan Peygamberimiz (sas) bu mescidi yaktırmıştır.
Müslümanlar olarak tarihi olayları sadece menkıbeler ve tarihi kayıtlar şeklinde anlatıp geçiyor yaşananları sosyolojik boyutları ile yeterince irdeleyip günlük okumalar yapmayı beceremiyoruz. Gelin buna kabaca çekirdek çıtlama tarzında benimsenmiş tarih, hadis ve menkıbe aktarma sadeliği diyelim.
Düşünsenize! İslam’ın daha ilk dönemlerinde, Taif seferi akabinde, ortada sadece bir ya da iki mescit var iken, bir yenisini de bu münafıklar açmak istiyorlar. Kayıtlara geçen sebep, Müslümanların yükselişini önlemek için gizlice toplanıp planlar yapabilecekleri bir mescit inşa etmek şeklinde. Buna biraz daha şümullü bakmak faydalı olur.
Mesela; ayet ile uyarı yapılmasa ve o mescit devam etse idi bunun muhtemel siyasi, dini ve politik yansımaları nasıl olurdu? Mescidin bilinenin ötesinde daha başka amaçları var mıydı? Eğer başarılı olsalardı Peygamber’in (sas) vefatı sonrası etrafında cemaat palazlan bu merkezi bir siyasi oluşumun kaynağı olarak kullanma amacı gütmüşler miydi? Ne tür propagandalar üretecekler ve Müslümanların arasına ne şekilde tefrika düşürmeye çalışacaklardı. Planları baltalanan bu münafıklar, sonraki dönemlerde hangi alternatif oluşumlara gittiler? Bunun, sonradan yaşanan Muaviye-Yezid dönemleri ile ilişkileri var mıydı? Konunun günümüze bakan yönleri nelerdir?
Rejim kimlerden nefret ediyor?
Günümüzde hem seküler Kemalist rejimin hem de sonrasında gelen İslamcı Erdoğan hükümetinin farklı tonlarda olsalar da benzer amaçlarla Diyanet aygıtını kullanıyor olmalarının Mescid-i Dırâr kavramı ile sosyolojik bir benzerliği var mıdır? Mescid-i Dırâr yapılanmasının ardındaki nihai amaçla siyasi ve sosyolojik örtüşmeleri var mıdır? Bu gibi konular üzerinde dikkatlice durulup analiz edilmesi gereken konulardır diye düşünüyorum.
İlk bakışta hiçbir ilişki yok diyeceksiniz. Haklı olabilirsiniz! Diyanet İşlerini kuran Kemalist akım, dini farklı yorumları ile ama özüne bağlı kalmak kaydıyla değişik şekillerde yaşamak ve yaşatmak gayesindeki tarikat ve cemaatleri hem sistem dışına itip hem de kötürüm bırakmak amacıyla devlet aygıtı aracılığı ile kontrol altında tutmak istedi. Böylece dini devletleştirme ve dindarları kontrol etme amaçlı olarak Diyanet İşleri’ni kurdular.
İslamcı AKP geleneği ise Kemalist-Ergenekoncu akım ile iş birliği yaparak bunu bir ileri seviyeye taşıdı. Geldiğimiz noktada artık, dindarları devletleştirip, devleti ve kaynakları kontrol etme peşindeler. Kontrol edemeyecekleri, yolsuzluklarına ve devşirdikleri güce varlıkları ve inançları ile tehdit oluşturduklarını düşündükleri, eğitimli ve bağımsız İslami yorumlar geliştirebilen Müslüman tipinden nefret ediyorlar. Yani, aslında gerçek Sünnet-i Seniyye’yi temsil eden, ana akım, eğitimli, ahlaklı ve prensipli Müslüman yetiştiren “mescidlerin” köküne kezzap suyu dökmeye çalışıyorlar. Ülkenin Müslümanları arasına soktukları tefrikaları sürekli olarak canlı tutmaya çalışıyorlar.
Diyanet, propaganda aracı haline getirildi
Bu maksatla da Diyaneti ve camileri bir maniple, örgütlenme ve propaganda aracı olarak kullanıyorlar. Diyanet de İlahiyat da mescitler de artık böyle bir rejim anlayışının elinde esirler. Hepsi de neredeyse tüm öğeleri ile rejim propagandası yapma, parti militanı yetiştirme, Kur’an’ı yalnızlaştırma ve tehdit olarak görülen ve rejime biat etmeyen Müslüman tipini ötekileştirme hatta tekfir etme hedefi doğrultusunda kullanılıyorlar. Bunların dışında diğer cemaat ve tarikatları rejime angaje etme ve yolsuzlukları fetva yoluyla aklama gibi amaçlara da alet ediliyorlar.
Diyanet’in sadece 15 Temmuz sahte darbe operasyonu dahil son 15-20 yıl içinde getirildiği noktaya baksanız durumun geldiği vahameti anlarsınız. Özellikle son birkaç yıla baksanız, Diyanet’in emrindeki cami ve kurumlarla, Sünnet yolunu, peygamberane tebliğ ve temsil yöntemini kendilerine şiar edinmiş olan eğitimli ve alternatif Müslüman modelini ötekileştirmek, onları bir cadı avına maruz bırakmak ve onlara İslam dışılık atfederek terörist olarak göstermeye çalışmak amacı dışında başka hiçbir maksat için çalıştıklarını gösteremezsiniz. Meseleye bu açıdan bakınca da az önce sıraladığım Mescid-i Dırâr eksenli sorulara bir kere daha dönmenizi ve konuyu kendi vicdanınızda bir kez daha değerlendirmenizi öneririm.
Camilerde imamlık ve müezzinlik yapan alt kademedeki bazı vicdanlı insanları tenzih ederek söylemeliyim ki bugün birçok Diyanetçi kadro liderinin, ilahiyatçının ve cami imamının çıldırmışçasına geldikleri nokta budur. Bir süre önce yazdığım “Erdoğan’ı İslam’a davet ediyorum” başlıklı yazıda da benzer noktalara değinmiştim.
Yöntem ne olmalı?
İlahiyatçı Ahmet Kurucan’ın geçenlerde TR724’te yazdığı, “Diyanet kime/neye hizmet ediyor?” başlıklı yazısında (kendisi tasvip etmese de) Necip Fazıl’ın Diyanet’e “Dinayet” dediğine işaret etmiş ki bugünkü İslamcılar onu bir ekol olarak benimserler ama geldikleri noktada gücü ele geçirince Fazıl’ın şikâyet ettiği o merkezi daha alçak bir derekeye düşürdüler. Yazısının devamında Kurucan, Diyanet’in fetvalarını, yaptıklarını ve geçenlerde 15 Temmuz anısına, dipnottaki ayeti de suistimal ederek, yayınladıkları ve Hizmet insanlarını yine terörist olarak yaftalayan hutbelerini dikkate alarak şunları söylüyordu:
“Soruyorum kendilerine, AKP iktidarına camilerin mihrabını, minberini, avlusunu açma ve dinin siyasi emeller suistimal edilmesine vesile olma başlı başına bir fitne, fesad mıdır yoksa din ve toplum yararına ıslah mıdır? Hiç şüphesizi ilkidir ve acı olan gerçek şu ki bu münafıkların vasfıdır. Zira serlevha yapılan bu ayet* münafıkları anlatmaktadır.”
Katılmamak mümkün değil! Zaten konuyu benim ele alış şeklim meseleye bu noktadan daha geniş bir çerçevede bakıyor.
Nihayetinde günümüz Müslümanına düşen; elbette, artık münafık yöntemlerle çalışan bir rejimin operasyonel kurumları haline gelmiş bulunan bu “mescitleri” yakmak ve terk etmek değil, onları ilmi, fikri ve vicdanı tekrardan ele almak suretiyle ve salih amel dairesinde hareket ederek tasaffi ettirmek; yani o mabetleri ve modern Müslüman tipini yeniden inşa etmektir. Aynı şekilde, o yalancı merkezlerin kandırarak birer koyun haline getirdikleri, İslami yörüngeden çıkmış başıboş dolaşan cahil Müslüman yığınını da aynı şekilde dışlamamak ve onu yeniden yörüngeye sokmaya çalışmaktır. Günümüzün Mescid’i Dırâr sakinleri ile en etkin mücadele yöntemi de budur.
İki ayetle bitirelim:
“Öyleyse sen, güzel bir şekilde sabret!” (Mearic, 5)
“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr, 1-3)
Dipnot: * “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Hâlbuki onlar fesatçıların ta kendileridir. Lâkin onlar anlamak istemezler.”
Bu neslin insanları, ne nasihat, ne iyilik, ne güzellik hiç bir güzel şeyi haketmiyorlar. Bu neslin bu haliyle ömrünü tamamlayıp gitmesi lazım. Bunlardan bir halt olmaz. Uğraştığına da değmez. Yeni nesile, yeni bir anlayışla bakmak gerekiyor.