YORUM | YUSUF K. YILMAZ
Parmaklarım klavyenin tuşlarına bir şeyler yazmak için en son 21 Temmuz 2016’da dokunmuştu. O günden hatıramda capcanlı duran anları, zihnimin arka odalarında hapsettim. Orada gün yüzüne çıkmayı bekliyorlar. O günün geleceğinden emin, ecelinden şüpheli bir şekilde…
O güne, ondan öncesine ve sonrasına dair anlatacak ne çok şey birikti. Meslek hastalığı galiba, kaleme dökemesen dahi aklına yazacak çok şey geliyor. Senelerdir gel – gitlerle yaşıyorum. Yazayım, bir şeyler karalayayım diyorum. Her seferinde toslayıp durduğum kapılar, duvarlar “geçemezsin” diyor boğuk bir sesle. Çok şey var da… Hepsinden önce bir hicretsizim!
“Şimdi ne oldu da yazmaya başladın?” diye sorar gibisiniz. Kaderin garip bir cilvesi, açık hapishane hükmünde yaşadığım memleketimde, zahiren uzlaşmaz gibi görünen ama kendi içimde barış içinde yaşatmaya çalıştığım çelişkilerle yüzleşme fırsatım oldu.
Geçen hafta sonu, bir arkadaşımla Eyüp Sultan Camii’nde sabah namazında buluşmak üzere sözleştik. Evet, camiye gitmeye devam ediyorum. Sadece Cuma değil, vakit namazlarına da iştirak ediyorum. “Sen bilirsin ama namazlarını iade et istersen” diyen arkadaşlarım da oldu, sağ olsunlar. Yurtdışına göç etmek zorunda kalan insanları bırakın, burada yaşamaya devam edenler için bile camiye devam etmek, “Diyanet imamlarının arkasında namaz kılmak” büyük bir tartışma konusu. Neyse, bu hamur çok su götürür. Senelerin yaşanmışlığını tek bir yazıya sığdırma yeteneğinden mahrumum.
Hava yağmurlu, cemaat kalabalık. Malum rağbetin yüksek olduğu hafta sonları park yeri bulmak zor olur Eyüp sokaklarında. Biraz dolaştıktan sonra bir otoparka girmeye karar veriyorum. Camiye hızla yürürken, dış avluya önde koruma arabası, arkada Mercedes makam arabasıyla devletlû zevatından bir konvoy giriyor. İçlerinden biri açık renk imam cübbesi ve yanında birkaç kişi olduğu halde, açılan şemsiyeler eşliğinde camiye seğirtiyor. Belli ki namazı bu adam kıldıracak. Bu zamanda o makamlarda bulunmak için ne tip bir karakter sahibi olmak gerektiğini az çok bildiğimden, “Keşke kimin arkasında namaz kıldığımı bilmeden kılıverseydim şu namazı” diyorum içimden. Şahit olduğum bu sahneyi, buluşacağım arkadaşıma kesinlikle anlatmamaya karar veriyorum hemen oracıkta. İçindeki öfke ve nefretin onu ne kadar yıprattığını biliyorum. Bildirip de daha fazla sabrını zorlamaya gerek yok.
Zor bela, avluda sundurmanın altında bir yer bulup namaza duruyorum. İmamın tekbirinin ardından ben de namaza duruyorum. Nafile, şüpheler kalbimi kemiriyor. Bir türlü susturamıyorum içimden yükselen “bu adam kim, arkasında durulur mu?” seslerini. Namazımı bozuyorum. “Allah’ım bu namazı senin için kılıyorum. Kimin arkasında kıldığımdan bağımsız, niyetimi kabul et” deyip, içimi teskin ederek yeniden dâhil oluyorum namaza. Namazdan sonra şadırvanın önünde arkadaşımla buluşuyoruz. Ben tabii kendime verdiğim sözle, güya başımdan geçenleri ona anlatmayacağım. Heyhat, asıl golü ben yemişim de haberim yok:
– Abi geç kaldım, namaza yetişemedim. Cemaat dağılırken içeri girdim. Kendim tek kıldım ama Allah’ın sevgili kuluymuşum.
– Hayırdır, ne oldu ki?
– Namazı kim kıldırdı, bilmiyor musun?
– Yoo, kim?
– Diyanet İşleri Başkanı!
O an gerçekten şok oldum, bu kadarını beklemiyordum. İlk aklıma gelen şey, tahmin edebileceğiniz üzere, “Namazımı iade etmeli miyim?” sorusu oldu. Arkadaşımla biraz müzakere ettik ve sonuç olarak, “Allah kabul etsin” niyazıyla tekrar kılmamaya karar verdim.
Baştan peşinen söyleyeyim. İlahiyatçı değilim, hoca filan hiç değilim. Haddimi bilir, ahkâm kesmekten kaçınırım. Konunun uzmanı insanlar bu ve benzeri konularda çokça yazdı, konuştu. Kim neye inanıp, nasıl amel ediyorsa kendi bileceği iş. Sonuçta aklımız, iz’anımız var. Yapıp ettiklerimizin hesabını tek başımıza vereceğiz. Ama her şeyin ötesinde basit bir mantık silsilesi şu soruları gündeme getirir:
➢ Birinin arkasında kıldığın namazın geçersiz olduğunu iddia etmek ne anlama gelir?
➢ Namazı kıldıran o kişi hakkında ben bilerek veya farkında olmadan kafir, mürted, münafık demiş olur muyum?
➢ İnanan insanları gözünü bile kırpmadan alenen küfürle, dinden çıkmakla ve nice iftiralarla itham edenlerin arkasında namaz kılınır mı?
Çok ağır ve tehlikeli konularla dolu mayınlı bir arazi. Her adımda patlayabilecek bombalar kişinin dünyasını da ahiretini de mahvedebilir. İslam fıkıhçıları ile tarihçilerinin alanına giren hassas mevzular. Ehline müracaat edip okuduğum, dinlediğim uzmanlar oldu. Özellikle Emevi döneminde Ehl-i Beyt’e hutbelerde, vaazlarda yapılan saldırılar ve bunlar karşısında camiye / Cuma’ya devam konusunda çok çarpıcı detaylar var. Bu yazıyı, onların görüşlerini özetlemek için yazmıyorum.
Kendi adıma, saf masum müminlere bilumum medya araçlarını veya cami kürsülerini kullanarak alenen küfür, irtidat, terör vs isnatlarında bulunduğunu bildiğim kişilerin arkasında namaz kılmamaya çalışıyordum. Ta ki Diyanet İşleri Reisi Ali Erbaş’ın arkasında namaz kılana kadar. Onu da bilerek kılmadım, ama öğrendikten sonra da tekrar etmedim. Türkiye’de camiye / Cuma’ya hiç gitmeyen, hadiste belirtilen kalp mühürlenmesi tehdidinden dolayı 3 haftada 1 Cuma’ya giden, Cuma namazını kendi ofisinde birkaç kişi toplanıp kılan ve benim gibi her şeye rağmen cami cemaatine devam eden arkadaşlarım var. Hepsi de kendince haklı. Konuşmaya, tartışmaya devam ediyoruz, yaralarımız bir türlü kabuk bağlayıp şifa bulmuyor. Ruhları kanamalı hastalar gibiyiz her daim.
Geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Bir imamın, hatta Diyanet teşkilatının reisi olan bir imamın arkasında namaz kılıyorsunuz ve içiniz rahat değil. Nasıl bir ülkede yaşadığımın farkında olduğumdan emin olabilirsiniz. Masum insanlar, terörist, vatan haini, kâfir, dinden çıkmış sıfatlarıyla kolayca itham edilebiliyor. Kendi siyasi görüşüne uymadığı için sadece rakip partileri değil sıradan insanları bile iftiralarla karalamak ve özgürlüklerinden mahrum bırakmak, itibar suikastlarıyla toplum nezdinde bitirmek, hayatlarını kazanmak için çalışmalarına engeller çıkarmak ve daha nice şerleri irtikâp etmek sıradanlaşmış. Ve tüm bunlar karabasan gibi ülkemizin üzerine çökerken özellikle Diyanet’in tepe yönetimi ve dini temsil ettiği varsayılan ilahiyatçı hocalar, kanaat önderleri milletin dünyasını ve ahiretini tehdit eden bu kahredici yangına adeta hortumlarla benzin taşımış. Bunları inkâr etmek ne mümkün?
Amma! Kendi adıma yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var. Bu süreçte evvela imanımla, insanlığımla, affetmekle sınanıyorum. İnandığım İslam ve onun şanı yüce Peygamberinin (sav) ortaya koyduğu hayat prensipleri olmasaydı, bugün sahabe deyip hayırla yâd ettiğimiz birçok Mekkeli, müşrik olarak ölüp gidecekti belki. Hizmet Hareketi gönüllülerinin Üstad deyip baş tacı ettikleri Bediüzzaman Said Nursi’nin ihlas ve şefkat düsturları bu milletin hamuruna maya olmasaydı; M. Fethullah Gülen ve onun yol arkadaşları hoşgörü ve diyalogla köprüler imar etmeseydi Anadolu topraklarında ve dünyada milyonların gönüllerine ulaşılamayacaktı belki de.
Ne olursan ol gel diyen Mevlana gibi değil de kim olursan ol sana ben gelirim deyip dünyanın dört bir yanına yelken açan insanlar benim hayatıma ışık oldu. O ışığa herkes muhtaç. Hoşgörü erlerine öfke ve intikam değil, affetmek, sinesini özellikle de kendisini düşman kabul edenlere açmak yakışmaz mı?
Eyüp’teki hikâyemin bu kadarla kalmaması gerekiyormuş ki kader son bir cilvesini daha gösterdi bir börekçi dükkânında. Namazdan sonra kahvaltı için bir yere oturduk. Siparişlerimizi verdik, bekliyoruz. Yan masaya 5-6 genç oturdu. Büyük bir heyecanla konuşuyorlar. İster istemez duyuyoruz konuşmalarını. Ali Erbaş’ın giydiği açık renkli cübbeyi kendisinden almaya çalışmışlar. Ve mıh gibi saplanıyor birinin ağzından çıkan son cümle: “O sıradan bir cübbe değil ki!”
Şimdi bu gençler için hakaretamiz sıfatlar kullanmak ne kolay değil mi? O zaman son sözü size bırakıyorum. Bu gençleri nerede görmek isterdiniz?
Tabi ki af edelim. Mevlana’nın gel davetini bir adım daha ileri taşıyarak ben ayağına geleyim diyen hizmet erleri ise affetmektek en önde olmalılar. Ancak burda dikkat edilmesi gereken ve sanırım gözden kaçırdığınız nokta tövbe eden ve pişman olanı affetmek gerekir. İşlediği günahı ısrarla sürdüreni affedersen o kişi kendini haklı bulur ve gunahında ısrar eder ve daha da büyük günaha gider. Daha çok yazardım. Şimdilik bu kadar. Vesselam .
Sanki kalbimin içinden yazmışsınız, kaleminize sağlık…
Gençler için şu kadar söylemek istiyorum: “Sızar sızar yol olur, akar akar göl olur…” şeklindeki birçoğumuza rehber olmuş ifadeyi “su akar, yatağını bulur” atasözümüze bağlayarak ve Efendimiz’in (S.A.V.) meşhur “Allah’ım kavmimi bağışla çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar” hadisinden de hareketle derim ki; “Rabbim(iz) (C.C.) hem o gençlerin, hem kendi etrafımızda saf tutmuş gençlerin akış istikametini hayra çıkarsın, kafası karışık olanların zihninde oluşmuş bulutları dağıtıp bakışlarını berraklaştırsın ve suyun sıza sıza başlamış olan bu yolculuğunu en doğru yatakta buluşturup gürül gürül çağlayanlar üzerinden pırıl pırıl göllere, denizlere, okyanuslara ulaştırsın inşaAllah. Zira hocamız bize yıllar yılı hep duayı, en çok duayı, neredeyse sadece duayı tavsiye ediyor…
Ben kazasini eda ederdim o namazin, eger sizin yerinde olsaydim
Hz. Hüseyinin ailesinden birisi olsaydınız ve Yezid ya da onun atadığı, onun sözlerini hutbe yapan, size onun gibi bakan ya da dilsiz şeytanlık yapan birisi namaz kıldırsa nasıl gidip onun arkasında namaz kılarsanız, bunların arkasında da öyle kılınır. Ve o cemaat de öyle bir cemaat ki Yezid bile o kadar hüsnü kabul görmemiştir kendi ahalisinden.
Ancak Cuma suresinde herhangi bir koşula bağlı olmadan “Cuma günü namaz için seslenildigi zaman hemen Allahin zikrine koşun” diyor. Bu sebeple imkanı olan, hür olan, zalimlerin serrinden kaçmak zorunda olmayanlar için Cumayı (hutbe hariç olan kısmını) emir ve Allah rızası için camide kilmakta daha hayır vardır.
Ama tabii ki peşine vaktin kazası olan 10 rekatı da kılmak gerekir.
Benim yorumlamam bu şekilde. Allah gönlünüze göre versin inşallah.
aslında kafanızdaki tüm soruların cevabını namaz sonrası börekçideki gençler vermişler.Kainatta tesadüf yoktur.Bir yaprak bile Onun izni ve bilgisi ile düşer.Allah CC size sorularınızın cevabını vermiş ama siz yine anlamamışsınız.