Diskur – öykünün gücüne dair

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Diskur nedir? Nelere kadirdir? İktidar ve güçle alakası nedir? 

Kelimelerin gücünü küçümsemeyin. Unutmayın, kâinatın ve insanlığın varlığına dair en önemli İbrahimi inanç sistemlerinde yaradılış “söz” üzerinden açıklanır. Yaratıcının yaratıcı olabilmesinin ana öğesi us sahibi oluşudur. Mutlak aklın toplam sözcük dağarcığı olarak tahayyül edilmesi, kelimelerle fiiller arasındaki güçlü bağa işaret eder. İnsanın insan olma macerasında onun dil sahibi (konuşarak anlaşan) düzeyine ulaşması, en önemli evredir. Tüm insanlık tarihi, soyutlamaların somut fiillere dönüşmesi üzerine kuruludur. Dil olmadan düşünce olamaz. 

İnsan aynı zamanda zoon politikon’dur, yani politik hayvandır. Siyasal bir varlık olan insan, siyaseti de tıpkı toplumun diğer alanlarında olduğu gibi dil üzerinden inşa eder. İnsana dair ne varsa inşa edilmiştir. Ormanda doğal haliyle var olan insanlar bugünkü gibi bir politik sistemde yaşamıyorlardı. Politik hayvan, siyasi diskur üzerinden güç ilişkilerini inşa edebildi. Dilin olmadığı bir yerde hiçbir sosyal ilişki mümkün olamaz. Politik varoluşun esasını siyasi diskur oluşturur. Politikanın üzerine inşa olduğu normlar, etik, strateji gibi unsurlar diskur üzerinden yürür. 

Weber’yan manada siyasal otorite, meşru güç kullanımını diskur üzerinden gerçekleştirir. Diskur olmaksızın gücün meşrulaşması mümkün olamaz. Dolayısıyla Max Weber’in tanımıyla, gücün otoriteye dönüşümü, politik diskur üretimiyle olanaklılaşır. Siyasi güç sahipleri (iktidar) kendi güç tekelini meşrulaştırabilmek için bunun gerekliliğini ortaya koymak durumundadır. Bu sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Sert güç unsurlarının seferber edilmesiyle, sıradan güç meşruiyet elde eder ve siyasal iktidara otorite olma imkânını sağlar. Gücün otoriteleşmesi, otoriterleşmesi demek değildir. Gücün toplumca kabul edilmesinin yanında, o gücü kullananların, güç kullanma durumlarının toplumun geneli tarafından normal ve olması gereken kabul edilmesidir. 

Bir örnekle açıklamak gerekirse, mesela bir devrimden sonra gücü elde eden devrimci iktidar eliti, devrimi (kaba güç kullanımını veya şiddeti) meşru gösterebilmek için bu şiddetin gerektirdiği koşulların anlatısını ciddiyetle kurgulamak durumundadır. Ekim Devrimi, Fransız Devrimi, Amerikan Devrimi veya Maocu Devrim, hiç fark etmeksizin, bu meşruiyet sağlayıcı dinamik daima diskur inşası ve bu diskurun dayatılması üzerinden yürür. Ya da mesela 1919-1923 arası meydana gelen Kurtuluş Savaşı sonrası Mustafa Kemal’in cumhuriyet rejimini ilan edişi, kendisi tarafından bunun gerekliliğinin ortaya konduğu diskur üzerinden gerçekleşmiştir. Bu diskur, çoğu devlette resmi tarihin temelini teşkil eder. Sovyetler Birliği de Türkiye de bu resmi tarihin topluma dayatılması üzerinden kendi varlık gerekçelerini izah ettiler ve kullanılan gücü meşrulaştırmaya çalıştılar. Dönüştürücü her siyasi hamlenin bir diskurla kitlelere izahı gerekir ki dönüşümü gerekli kılan gerekçeler halk tarafından kabul görsün. Aksi takdirde siyasi iktidarın meşru güce (otoriteye) dönüşümü mümkün olamazdı. 

Bu bahsettiğim kural, salt olumlu manadaki siyasi dönüşümler için kullanılmıyor. Aynı zamanda olumsuz siyasi dönüşümler de izah etmeye çalıştığım meşrulaştırma dinamikleri üzerinden kendilerini meşrulaştırıyorlar. Maocu Devrim de, Hitler’in Almanya’yı totalitarizme dönüştürmesi de, Stalinist sosyal faşizm de bu mekanizmalar üzerinden meşrulaştırıldı. Diskur, meşruiyet devşirir. Meşruiyet devşirimi için bir hikâye yazmanız ve kitleleri bu hikâyenin gerçek olduğuna ikna etmeniz lazımdır. 

Türkiye’de 17 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 olayları bu şekilde öyküleştirildi ve bir diskur inşa edildi. Bugün görünen odur ki bu öykü tuttu. Nasrettin Hoca’nın göle maya çalıp gölü yoğurda dönüştürmek istemesi hikâyesinde olduğu gibi, öykülerin özelliği onların nesnel gerçeklere dayanması değil, öyküyü anlatanın veya anlatanların ikna gücüdür. Kitleleri ikna etmeniz, eğer elinizde güç tekeli varsa (yani devleti kontrol ediyorsanız) daha kolaydır. Türkiye’de iktidar mümessilleri gölü yoğurda dönüştürmeyi başardılar. Bu ille de fiziki olarak suyun yoğurda dönüşümünü gerektirmez. Önemli olan suyun yoğurda dönüştüğüne insanların inanmasıdır. Tarihte diskur rasyonel akla karşı daima galip gelir. İnanılan hikâyeler mite, mitler hatta bazen kutsal metinlere dönüşür. Bilmek ve anlamak, inanmaktan her zaman bir adım geridedir. Çünkü bilmek için hafızaya, anlamak için usa gerek vardır. Oysa inanmak için bunlar gerekmez. Göle maya çalanın sizi ikna edebilmesi için örneğin kendi karizmatik özelliklerini kullanması yeterli olabilir. 

Diskurun en önemli potansiyel düşmanı hukuktur. Hukukun işleyişi rasyonel aklı gerektirir. Gücünü diskur kurgulamak üzerinden otoriteye dönüştürmeye çalışan siyasi hava korsanları, tıpkı uçağı kaçıran hava korsanları gibi devleti kaçırabilirler. Devletin kurallar bütünü oluşu hukuk olmaksızın hiçbir işe yaramaz. Neticede devlet de olsa bir avuç insanın oluşturduğu bir sosyal ağdan bahsediyoruz. İnsanların anlattığınız öyküye inanmaları istediğiniz efsunu fazlasıyla sağlar. Bu size yeter de artar bile. Var olmayan giysileri giyen kralın çıplak olmadığını göremeyen hilyeler gibi, diskur üzerinden kitleleri rahatlıkla efsunlarsınız ve bu efsunlanış en yüksek geometrik hızla çoğalan bir virüsten çok daha hızlı yayılım gösterir. Göl maya tutmaya görsün, insanlar gerçek yoğurdun ne olduğunu hatırlamaz bile. Herkes yeni duruma uyum sağlar. 

Genel hukuk kaidelerini işlemez hale getirebildiler. Çünkü diskurları tuttu. Örneğin hukukta iddia makamı iddiasını ispatla yükümlüdür. İspat etmek kanıta dayanır. Olasılık, şüphe, akıl yürütme, sanı, emare, kanaat, sav, vs. üzerinden suç ispatı olmaz. Oysa koskoca bir devlet, bir dini cemaati ve onunla bağlantılı geniş tabanlı bir sivil toplum hareketini suç-kanıt-ispat üçgeni kurulmaksızın terörist ilan etti ve milyonlu rakamlarda vatandaşını bu hayali terör örgütüyle “irtibatlı veya iltisaklı” olduğu iddiasıyla kriminalize etti. Bu “başarıyı” nasıl elde ettiler? Öncelikle istedikleri imajı diskur üretimi ve onun başarıyla kitlelere dayatılması üzerinden oluşturdular. Anlatılan hikâyeye giderek daha fazla insan inandı. Hikâyeye inanmayanları o hikâyede linç ettikleri gruba dâhil etmekle tehdit ettiler. “Ya bizdensiniz, ya da bize karşısınız” dediler. Kendilerine karşı olarak damgalanan herkes “FETÖ’cü” ilan edildi. Sadece kendileri değil, onların karılarını, kocalarını, çocuklarını, annelerini ve babalarını, erkek ve kız kardeşlerini, onların aile bireylerini de “FETÖ’cü” ilan ettiler. Böylece hikâyeye inanmamanın bir bedeli oldu. Bu bedeli ödemek istemeyenler de hikâyeye inanmasalar da inanıyormuş gibi yapmaya başladılar. Artık hiçbir şeyi ispat etmelerine gerek yoktu. “Devlete sızmış” bir habis yapıyı, “mevcut hukuk üzerinden” elimine edemezlerdi. Bu rejim kendi hukukunu üretmeliydi. Öyle de oldu. Gölün maya tutmasında bu zihinsel dönüşümün mümkün kılınması lazımdı. Şartları oluşturmak için en büyük motivasyonları, bunun dışında bir opsiyonlarının olmamasıydı. İnsanın en büyük dürtüsü var olma içgüdüsüdür. Var olmak için yok etmeye başladılar. Bunun doğru olduğunu söylediler. Kitleler buna inandı. Diskur artık tutmuştu. Ve işte güç! 

Bu diskuru bugün Türkiye’deki “muhalefet” de kullanıyor. 

Muhalefetin, iktidarın diskurunu kullanması nedir? 

Tüm figürler aynı hikâyenin karakterleriyken, o hikâye içinde başka bir hikâye olmaz. Olma iddiası varsa da bu hikâye gerçeğe tekabül edemez. Öykü içi öyküyü anlatan dolayısıyla ana öykünün figürüdür. Türkiye siyaseti muhalefetsiz bir alandır. Ortada bir rejim var. Bu rejim, rejimin öyküsünü kabul eden ve onun dilini kullanan tüm kişi ve kurumları kapsar. Bunun bir istisnası olduğuna inanmak rasyonel değildir ve bunu yapan kişileri o öykünün başka yan figürleri haline getirir. Matrix’te Morphius’un Neo’ya söylediği gibi “sen bir rüya dünyasındasın, Neo”. Bu hayali dünyanın dışında bir gerçeklik olduğunu görebilmek için, önce uyanmak gerekiyor. Öyküyü kabul edenler, rüyayı yeniden üretiyor. Rüyanın döngüsü, ona inananlar tarafından sağlanıyor. Diskurun gücü, o güçlü inanç. İnanç, çoğu zaman gerçekleri görmenize engeldir. İnancın tül perdesi ardından sokağa baktığınızda her şey belirsizleşir, birbirine girer, renkler ve şekiller karışır ve hayal gücüne geniş bir alan açılır. Diskurun gücü, size sunduğu alternatif gerçekliğin gerçek gerçeklikle aynı anda var olmamasından geliyor. Sahtesi varken gerçek gerçekliği göremezsiniz. Diskurun kategorik olarak reddi bu nedenle en önemli siyasi hedef olmalıdır. Rejim, kendi söylemini oturtmuşken, onu yenemezsiniz. Çünkü diskur bireylerden güçlüdür. İnsan ömrüyle de, siyasi kadro değişimiyle de onu yenemezsiniz. 

Öykünün gücü, ona inanılmasından kaynaklanıyor. Herkes öyküye inanırken, onun gerçek olup olmadığını sorgulayanlar, öyküdeki kötü adamların saflarına katılıyorlar. Öykünün iç kurgusu, içindeki diskur bütünlüğüyle sağlanıyor. 

Matrix’te Neo’nun gerçekliği bulması, bir kaşık sayesinde olmuştu. Olanaksız görünenin başarılması için çok basit bir çorap söküğü gerekiyor. “Aslında kaşık yok!” Diskuru reddettiğiniz anda rejimin kontrolünden çıkıyorsunuz. 

Yazıyı bir soruyla bitireyim: Muhalefet kurban mı, yoksa suç ortağı mı? 

Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıldaki geleceği bu sorunun yanıtına bağlı. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin