YORUM | AHMET KURUCAN
Bir sokak röportajı izledim. Rastgele halka mikrofon tutan kişinin sorduğu soru şu: “Bugün seçim olsa kime oy verirsiniz?” Kimisi parti ismi söyleyerek “şu partiye bu partiye” diye kanaatini izhar ediyor kimisi de bizim ve bizim gibi ülkelerde partiler kurumsal kimlik kazanmadığı için direkt liderlerin ismini söyleyerek soruyu cevaplandırıyor. Bu cevaplar arasında “AKP’ye katiyen oy vermem, Erdoğan’a bir daha oy vermem, Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü adaya veririm.” şeklindeki cevaplar değil de şu cevap benim çok dikkatimi çekti: “Kim dinsiz ise ona oy vereceğim?”
Şaşırdım mı? Hayır, şaşırmadım. “AKP Müslüman ise ben Müslüman değilim.” cümlesini ilk defa Hilmi Yavuz’dan duyduğum an konunun bu noktalara kadar evrileceğini tahmin etmiş ve birçok yazımda da bunu dile getirmiştim. Ama sarsıldın mı diye soracak olursanız, evet sarsıldım. Çünkü bu cevabı veren kişi daha sonra kendisinin önceki yıllarda Cuma namazlarına gittiğini ama son on yıldır Cuma namazına dahi gitmediğini anlattı. Muhabirin “Neden?” sorusuna verdiği cevap ise şuydu: “Camileri siyaset meydanı haline getirdiler. Merkezden gelen hutbelerle iktidarın borazanlığını yapıyorlar.”
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Din ile haftada bir Cuma namazı kılma seviyesinde bile olsa irtibatı olan kişinin kime, hangi partiye oy vereceksiniz sorusuna “Dinsiz kim ise ona vereceğim.” diyerek düşüncesini ifade etmesi oldukça ilginç. Demek ki o zat Türkiye’nin son 20 yılına hakim olan din ve siyaset birlikteliğinden bîzâr olmuş olacak ki dini siyasete hiçbir şekilde alet etmeyecek bir arayış içinde. Haksız mı Allah aşkına?
Şimdi bu cevap benim çoktan beri kısa bir yazı ile dahi olsa yazmak ve tarihe mal etmek istediğim düşüncemi yazma fırsatı verdi. Düşüncem şu: Acaba dinin istismarı mı yoksa istiskali mi dine daha çok zarar veriyor? İstismar tam da bugün AKP rejiminin yaptığı şey. Çok tekrar ettiğim klişe sözle, “Hz. Ebu Bekir gibi konuşup Ebu Cehil gibi davranması”. Ellerinde Kur’an, dillerinde Hz. Peygamber siyaset meydanlarını geçtik, cami mihraplarında dahi hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, yalancılıklarını, beceriksizliklerini, cinayetlerini, kaçakçılıklarını örtme girişimleri. Şehit cenazelerinde bile istismardan dur olmamaları. Daha uzatmama gerek yok sanırım.
İstiskale gelince; kendisinin inanmaması bir yana kültürel anlamda dahi olsa Türkiye halkının dinine ve dini değerlerine inanmayan, saygı duymayan, benim gibi inanmadık, düşünmedik, yaşamadıktan sonra bu topraklarda hayat hakkın sınırlı diyen zihniyet. Bin yıl sürecek deyip 28 Şubat mimarlarının yaptıklarını hatırlayın. Maziye doğru kökeni uzadıkça çok farklı örneklerin verilebileceği bir zemin bu.
Önce şunu net olarak ortaya koyalım; dini istismar edenin de dini istiskal edip hafife alanın da dinin doğru anlaşılması gibi bir derdi yok. “Dini istiskal eden insanların yok biliyoruz da istismar edenlerin de mi yok?” diye sorabilir hatta beni sorgulayabilirsiniz. Cevabım alabildiğine net; hayır yok. Olsaydı inandığı değerleri kendi hayatlarında temsil ederlerdi. Milletin alın teri ile kaçak saraylar yapmaz lüks ve şatafat içinde yaşamazlardı. Olsaydı hırsızlık, yolsuzluk yapmazlardı. Beşeri hislerine ve menfaat düşüncelerine esir olup yapanlar çıkarsa aralarından “Kızım Fatima bile olsa” diyen Nebinin beyanına göre hareket ederlerdi. Olsaydı Kur’an ile “bakara-makara” diye dalga geçen insanları büyükelçi yapmazlardı. Olsaydı “Rahmetimizi gazabımızı geçmiştir” diyen liderlerine bir kelime ile bile olsa itiraz ederlerdi. Olsaydı halka hizmet için oturdukları koltuklardan kalkmamak için yıllardır yaptıklarını yapmazlardı. Olsaydı…Devam edebilirim ama meramının net bir şekilde anlaşıldığı zannıyla burada kesiyorum.
Gelelim hangisinin dine daha çok zarar verdiği sorusuna: Bana göre dini istismar dini istiskalden daha fazla dine zarar veriyor. Çünkü istiskal söz konusu olduğunda dine inanan kişiler kendi aralarında safları sıklaştırıyor, inandıkları değerleri korumak için mücadeleye başlıyor ama istismar söz konusu olduğunda aynı tepkiyi göstermiyor. Göstermeme bir yana onların yaptıklarını hile-i şeriyye izahlarıyla, te’vil, tefsir ve terviyelerle meşrulaştırmaya çalışıyor. Ve bu konuda o kadar pervazsızlaşıyor ve o kadar arsızlaşıyorlar ki: “İktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir.” diyebiliyorlar. Tabii halkın gözü önünde olan bu hadiseler, onların gözlerinin içine baka baka yapılan yanlışlar ve yanlışta ısrarlar insanları dinden imandan soğutuyor. Dine ve dindara karşı mesafe almak ile başlayan bu süreç nihayetinde dini inancı bütün bütün terk etmeye kadar uzanıyor.
Onun için diyorum ki “Kim dinsiz ise ona oy vereceğim.” cümlesini bu eksende bir feryat olarak ve bir protesto olarak okumak lazım. Ama feryadın ve protestonun dini bütün bütün terk noktasına gitmeyeceğine hiç kimse garanti edemez. Veysel Ayhan’ın “Kafir ama adil kral mı Müslüman ama zalim bir sultan mı” yazısını isterseniz bu gözle bir daha okuyun.
merhaba,
okudum ve anladım.
zihninize sağlık.
sizde, islâm’ın arı-duru hâle döndürülmesinin fâili olma performansı görüyorum. yazılarınızdan(fikirlerinizden) istifade ediyorum. sağolun.
bir de benden duyun/okuyun, lütfen:
elbette, elbette “dini, inançları, kanaatları, fikirleri” istismar edenler, “o şeye” daha çok zarar verdiler/veriyorlar. “o şeyi” istiskal edenlerin zararı adet olur, 1’dir. nicelik olarak, miktarı kestiremiyorum.
“istismar’ın” ana sebebi, “gizli ajandanın” realize edilmesi değil mi? genellikle böyledir.
“dini istiskal”, şayet, red etmekse aynı zamanda; bu “tercih” aklîdir, sağlıklıdır.
Adem Aleyhisselam’dan bu güne değin, örgütlü dindârlığın nelere kâdir! olduğunu biliyoruz, okuduk, gördük, fâili olduk, mağduru olduk! olmadı mı? oldu!
toplum hayatını ve kişilerin ilişkilerini dizayn eden “inanç” -zannımca- : Allah’ın belâsı! (her türlü inanç).
bu nedenle: sekülerizmden başka hangi yol var?
hangi “inanç” var ki! öldürmeyi, tecavüz etmeyi, kırbaçlamayı, taşlamayı, dövmeyi, esir etmeyi, köleliği, cariyeliği, savaşmayı, suikastı, kurban olmayı, kurban etmeyi,… önermesin-emretmesin?
Var mı?, sayın Kurucan! Var mı?
akıl baliğ olduktan hemen sonra, farzları yerine getirdim (80li yıllar). büyük günahlardan da kaçabildiğimce de kaçtım. küçük günahlarımda da istikrarlı olmamaya çabaladım. bu esnada, “dinciliğin hastalık olduğunu, düşünüyordum”.
yaşadıkça, yaptıkça, gördükçe/şahit oldukça, fail oldukça; anladım ki, “dindârlık da, hastalıkmış!” (90lı yıllar.)
yaşadıkça, yaptıkça, gördükçe/şahit oldukça, fail/mağdur oldukça; anladım ki, “Din, hastalıktır” (2000li yıllar).
Elbette, üstteki son cümlemden emin değilim. ki yanılma ihtimalim yüksek. inşâAllah da yanılıyorumdur.
Çünkü hâlâ, Din tercihim var. Emirlerine uymaya çabalıyorum. Allah’la olan bağımı da samimi ve güçlü tutuyorum. Çünkü varlığına inanıyorum. Bilmiyorum! İnanıyorum!
insan ilişkilerini ve toplum hayatının; dizaynı, hukuku, yasakları,.. hepsi, ama hepsi “seküler” ol-ma-lı.
saygılarımla.
sadece kendi deneyimlerinizden yola çıkarak düşünüyorsunuz ama bu meseleler bence bu tarz düşünmeyle halledilebilecek ve çözüm bulunabilecek meseleler değil. öncelikle ‘hastalık’ nitelendirmenizi rahatsız edici buldum. nasıl bir hastalık? psikolojik hastalık mı, toplumsal hastalık mı? bir şeye hastalık dediğinizde o şeye sahip olan kesimlere ‘iyileştirme’ adı altında yapılabilecek zulümlere meşruiyet kazandırırsınız. örneğin nazi almanyasında yahudilik bir hastalık olarak görülüyordu, sonrasında ne olduğunu biliyoruz.
ikinci olarak da sekülerizm ile ilgili tam bilginizin olmadığını düşünüyorum. seküler ülkelerin de birçoğunda dindar insanlar baskı altındadır. örneğin sovyetler birliğinde militan ateist grubu denen ve görevleri dini mabetleri yok etmek ve dindarları ‘ikna etmek’ olan, resmi bir grup vardı. türkiye cumhuriyetinde de özellikle ilk yıllarda dindarlara çok baskı yapıldı. belki o zamanlarda bir dindar olsaydınız laikliğe hastalık diyecektiniz. şu anki bazı seküler avrupa ülkeleri daha özgürlükçü olarak görünebilir ama bunun sebebi müslümanların bir güç olarak sekülerizme henüz bir tehdit olmamasıdır. tehdit olarak görülmeye başlandıklarında yasaklar ardı ardına gelecektir. nitekim fransa’da bunun örneklerini görüyoruz.
ayrıca sekülerizm bir modern dünya ideolojisidir ve tüm modern dünya ideolojileri gibi tamamen din kavramı göz ardı edilerek oluşturulmuştur. seküler bir ülkede ve dünyada bir müslümanın dinini kemaliyle yaşaması ve o dinin toplumsal hayata yansıması çok daha zordur. ha diyebilirsiniz ki ‘ben birçok müslüman ülkeye nazaran dinimi bu avrupa ülkesinde daha rahat yaşıyorum’. bunun sebebi müslüman ülkelerdeki başka sorunlardır ve bu sorunların kaynaklarından biri de o seküler ülkelerin zamanında yaptıkları işgaller ve zulümlerdir. kolonyalizm zamanının yapılan maddi/manevi tahribat ve yıkım, etkilerini hala devam ettirmektedir. normal şartlar altında müslüman bir ülkede dinini yaşaman çok daha kolay olur. birçok türk tanıyorum ki sırf çocuk yetiştirmede problem oluyor diye amerika’dan türkiye’ye geldi zamanında (şu anki türkiye’ye değil tabi, yıllar öncesinden bahsediyorum).
islam’ın amaçlarından biri en güzel toplumu oluşturmaktır. şeriat, tepeden gelen bir şey değildir. şeriat, dinin kendisidir ve temelden yükselir. yani bir toplum yavaş yavaş iman hakikatlerini benimser ve özümser, bunu amellerine yansıtır, işte böyle bir toplumda şer’i yasalar da uygulanabilir. bahsettiğiniz kırbaçlama, taşlama, hırsızın elinin kesilmesi vs. olaylar eski islam toplumlarında çok az yaşanmıştır çünkü toplum zaten şimdiki gibi baştan aşağı bozulmuş değildi. dini yaşam topluluğa sirayet ettiğinden insanlar bu cezaları gerektiren büyük günahları da açıktan işlemiyorlardı. yani günümüzde ‘vatandaşlık bilinci’ dediğimiz şey onlarda ‘müslümanlık bilinci’ şeklindeydi. elbette eski islam toplumlarında da büyük fitneler olmuş ve zulümler yaşanmıştır ama bunların şeriatin kendisinden dolayı değil, insanlardan dolayıdır. bu tarz zulümlerin çok daha fazlasını seküler dünya düzeninde gördük. ayrıca tüm o kırbaçlama tarzı cezaları ve size şu an garip gelen kavram ve uygulamaları düşünürken bu çağın değerlerine göre düşünürseniz büyük hataya düşersiniz çünkü bu çağın değerleri aslında batı’nın değerleridir ve birçoğu da din kavramına tepki olarak oluşturulmuştur. çıkış sebebi ‘hristiyanlığa tepki’ olan ideolojileri ve hayat görüşlerini nasıl islami kavramları değerlendirme aracı olarak kullanabiliriz ki?
aslında bu konu çok daha uzun. sekülerizm benim doktora tezimin bir kısmını oluşturan bir kavram ve emin olun hiç de masum bir kavram değil. günümüzde masum gibi sunulan hümanizm, rasyonalizm, empiricism, sekülerizm, bunların hiçbiri masum değil ve içlerinde bulunan varsayımlar, neden oldukları şeyler vs. islam’a çok zıt. eğer ille bir kavrama hastalık diyeceksek o kavram sekülerizm olmalı. hasta, maneviyatsız, amaçsız ve hedonizme meyilli toplumlar yaratıyor. kanıt olarak sekülerizmin hakim olduğu ülkelerin gençlerine bakabilirsiniz. ha tabi dini kullanan iktidarlar da türkiye gibi müslüman ülkelerde deizmde artışa sebep oluyor ama bu da ayrı bir konu. ben zaten ne sekülerizmi ne de dinin kullanılmasını/tepeden indirilen şeriati savunuyorum.
size wael hallaq’ın impossible state kitabını öneriyorum. orada hem neden günümüzde ‘islam devleti’ kavramı olamaz sorusunu cevaplıyor, hem de eski müslüman toplulukların birçok açıdan nasıl olduğunu ve nasıl işlediğini gösteriyor.
Merhaba;
-elbette, kendi deneyimlerimden DE yola çıkarak, düşünüyorum. mümkün mü, başka deneyimleri ‘yok saymam’? Belki de, haricen gelenler, kahir ekserdir.
Sadece “başkalarının deneyimleriyle yola çıkmamı” kast etmiyorsunuz, şart koşmuyorsunuz, değil mi? Kastınız buysa, kusabilirim!
-“hastalık” nitelendirmemi “rahatsız edici” bulmuşsunuz! şaşırdım!: nitelendirmem, “sadece” rahatsız ediciyse, yakın kanaatlarda olabiliriz. halbuki, nitelendirmemin “korkunç” olduğunu, sanıyorum.
-“hastalık”. psikolojik hastalık! ama pandemik performansı da var ve müthiş! şaka şaka , buna ne ben; ne de siz, karar veremeyiz. tıbbın konusu bu (dini otorite ve/veya din âlimlerinin, müctehidlerin, bediüzzamanların,.. konusu ASLA değil.)
Benim yaptığım, sadece; sarsmak maksatlı, bir şâhsî tesbit/zan.
-“iyileştirme” ihtimali üzerinden yazdıklarınıza ne diyeyim? hiç!
-“sekülerizm ilgili tam bilgim” elbette yok. yarım-yamalak var. ama, sizin bilginiz tam! yine bu bölümdeki; gönderme ve örneklemelerinize ne diyeyim? hiç!
-fransız lâisizmini, kemâlist lâikliği kast etmediğim âşikâr, değil mi?: müdahale de, tânzim de; sekülerizmde yok! din/ler yok! dinî hiç bir şey yok! yok olsun inşâAllah. yok kalsın inşâAllah. bu paragrafınızdaki, örnekleme ve göndermelerinize me diyeyim? hiç!
-islâm’ın amaçlarından biri en güzel toplumu oluşturmaktır.” cümlenizle başlayan paragrafınızı tekrar okur musunuz!? yazabileceğim bir şey yok! hiç!
-doktora teziniz açık kaynaklarda vardır, okumak isterdim. yine, bu paragrafınızda yazdıklarınız, sizin iç çatışma alanınız. ne diyeyim/yazayım? hiç!
hadi diyeyim: Allah kurtarsın!
– wael b. hallaq’ın “imkansız devlet”ini ne okumuş, ne de duymuştum. yazardan da bîhaberdim. iyi oldu: devlet inşâsına tâlip olmayan islâm; toplumun (milletin, halkların, ulusun) hayatına da karışmaz, karışamaz; değil mi? tânzim etmeye hiç kalkışamaz, değil mi? okuyacağım, inşâAllah.
kal sağlıcakla.