Dindar mahalle Hizmet’e nasıl bakıyordu?

YORUM | SALİH HOŞOĞLU

Şimdi Hizmet Hareketine uygulanan düşman hukukuna kimsenin itiraz etmemesine hayret edip yadırgıyoruz. Gerçek ve sözde muhalif bir çokları da “Cemaatin daha önce haksızlıklara ses çıkarmadığını” iddia ederek bu durumu açıklamaya çalışıyorlar. Bu iddialarının ne kadar hakikat payı olduğunu başka bir yazıda ele almayı umuyorum. Bu yazıda dindar kesimin Hizmet Hareketine eskiden beri nasıl baktığı ile ilgili kendi gözlemlerimi aktarmak istiyorum. 

Geçen yılki yazılarında Ahmet Kurucan Hoca dindar kesimde ciddi bir hakikat inhisarcılığı meyli olduğunu yazmıştı. Bu durum sadece dindar mahallede değil, Türkiye’de bütün gruplar arasında yaygındır. Sanki kendi grubu dışındaki dindarlar iyi olursa onun inancına halel gelecek gibi algılayanlar az değildir. Türkiye’de dini gruplar arasında ciddi bir kavga ve rekabet olduğunu söyleyemem ancak yerleşmiş bir centilmenlik de bulunmuyordu. Benim HH ile tanıştığım dönemde (1981-82) cemaatler arasında öyle etik ilkelere dayalı iyi ilişkiler olduğunu hatırlamıyorum. Özellikle küçük yerlerde ciddi çekişmeler olabilmekteydi. Gerçekten bir tarikat veya cemaat terbiyesi alanlar arasında ciddi bir saygı ve hoşgörü vardı ama meseleyi nefsi saiklerler sahiplenenler rekabetten geri kalmıyorlardı. Özellikle köyden kente göçle ve siyasal akımlarla politize olması sonrasında dindarlığın bir kariyer alanı gibi algılanması bu hoşgörü ve saygıyı ciddi anlamda zedeledi. Hizmet’i henüz daha benimseme aşamasında iken dindar çevreden, özellikle siyasi bağlantıları olanlardan Hizmet aleyhinde epeyce telkin almıştım. Bunlardan biri ciddi bir din alimi ve dindar camiada çevresi olan saygın bir zattı. Daha 1981’in Eylül’ünde konu Fethullah Hoca’ya gelince “iyi bir alim ama darbe olmasaydı Adalet Partisi’nden milletvekili olacaktı” demişti. Demem o ki çok müstakim insanlar bile tamamen asılsız iddialara inanabiliyordu.

Zaman Gazetesi’nin çıkması sonrasında gazetenin bütün dindarların haklarını savunması ortamı nispeten yumuşatmıştı. O zamanlar “İrancı” denilen siyasal İslamcılar dışındaki dindarlar arasında daha iyi bir diyalog zemini vardı. Bu zemin 28 Şubat döneminde de nispeten muhafaza edilebildi. HH en baştan beri herkesle, özellikle de başka dini gruplarla dostluklar tesis etmek için gayret gösteriliyordu. Bir problem ortaya çıktığında da asla çatışmaya girilmiyordu. Ancak Ak Parti iktidarında dindar çevreler söz sahibi oldukça bir kısım alanlarda sürtüşmeler de ortaya çıkmaya başladı. Referandum sonrasında iktidar partisinde ciddi bir tavır değişikliği oldu ve daha önce yalvar yakar göreve getirdikleri bürokratları uzaklaştırırken yerlerine başka cemaatlerden birilerini getirip cephelerini genişlettiler. Dindar olmayan birçok kişi tarikatlara, cemaatlere yanaşıp oralardan referansla iyi yerlere gelmeye çalıştı, çalışıyor. Yansıyan haberlerden anlaşıldığına göre çok öncelerden diğer cemaatleri iknaya yönelik bir fitne kazanı kaynamaya başlamış. Güya onların bürokraside etkili olmalarını Hizmet engelliyormuş. Bu iddiayı alttan alta öyle ciddi bir şekilde yaydılar ki konuya vakıf olmayan herkes bundan etkilendi. Bunu yaparken herkese kendi kurumu dışındaki kurumlardan haberler veriliyordu. Mesela eğitim camiasındaki birine “Cemaat Diyanet’te şöyle ayrımcılık yapıyor”, üniversitedekine “Cemaat Adliyede filancalara şöyle engel oluyor” diye anlatılıyordu.

Kadimden beri siyasal İslamcıların epeycesi sadece Hizmet’e değil bütün cemaat ve tarikatlara düşmandılar, düşman olmayanları da ciddi mesafeliydi, halen de öyledirler. Bu radikal grupların Hizmet’e olan düşmanlıkları konjonktüre göre arttı veya azaldı ama hiç bitmedi, onlar için Hizmet toplumu uyutan, bazılarınca İslam’ı yumuşatmaya çalışan bir oluşumdu. Bu düşmanlıkları 28 Şubat sürecinde İslamcı iktidar çuvalladığı zaman da azalmadı, hatta çoğaldı ve Refah-Yol Hükümetinin askerlere karşı daha sert karşı koyamamasının faturasını Hizmet’e kesmeye çalıştılar. 

Bunların fanatikleri dahil Ak Parti’nin kuruluş aşamasında ve iktidarının ilk döneminde Hizmet’i takdir eder göründüler, çünkü Hizmet’in imkanlarına, kamuoyu desteğine, medyasına ve meşrulaştırmasına ihtiyaçları vardı. Kendileri “gömlek değiştirdik” diyerek büyük bir güce kavuşuyorlardı ve dereyi geçene kadar Hizmet’le kavga etmemeleri gerekiyordu. Hizmet’in iyi günlerinde gazetelerinde, dergilerinde yazan, buralardan iktidarın dikkatini çekip kendine kariyer yapan epeyce akademisyen ve gazeteci de daha sonra Hizmet’e saldırılarda başı çektiler. Siyasal İslamcılar iyi laf yaparlar, edebiyatları kuvvetlidir, ama icraatta zayıftırlar. HH ise tam tersidir, o nedenle de o zamanlar Hizmet medyasında Hizmet’ten olanın yazma şansı pek olmazdı. Şundan da adım gibi eminim, yeniden Hizmet’in yıldızı parladığı anda bugün selam vermeyen, aleyhte her fırsatta yazıp çizenler en baş köşeye ulaşacak yollar arayacak ve belki de bulacaklardır. 

Sosyal bilimlerde bir araştırma metodu olarak “odak grup görüşmesi” yöntemi vardır. Bu yönteme benzer iki farklı grup görüşmesi gözlemim oldu. İlkinde 2010 yılının sonlarında, farklı yaşlarda, farklı kamu kurumlarında, farklı grup bağlantıları olan ve değişik  pozisyonlarda çalışan beş dindar doktorun HH hakkındaki yaklaşımlarını gözlemledim. En genç olanı Ergenekoncu akrabaları olan, kemalist çizgiye yakın bir uzmandı ve “Hizmet’ten insanların 28 Şubat sürecinde devlette çalışan eşlerine işi bıraktırmak yerine başlarını açtırdığını ve bunun İslam’a aykırı olduğunu” ileri sürerek Hizmet’i karalamaya girişti. Daha başka aslı astarı olmayan birçok iddia ortaya attı. Ancak başörtüsü yasağını uygulayanlara bir eleştirisi yoktu. Benden dört-beş yıl kıdemli, önceden tanıdığım, dindarlığı kimseye bırakmayan, bir kamu hastanesinde çalışan ama hiçbir cemaate girmeyen bir doçent arkadaşımız da onu destekledi ve kendince ağır eleştiriler getirdi. Profesörlük için gözüne kestirdiği bir üniversitede kendi bölümündeki hocanın (o hoca’nın Hizmet’le iltisakı(!) varmış) kendisine profesörlük için kadro açtıramadığı için Hizmet’e derin bir düşmanlık içindeydi. Anlaşılan gitmek istediği üniversitede o bölümde yeterli hoca vardı ama komşu vilayetteki üniversitede o bölüm tamamen boştu, fakat hocamız oraya ve benzeri başka alternatiflere, teklif almasına rağmen, gitmek istemiyordu.  Bu arkadaşımızın talebinin yerine getirilmemesi Cemaatin idamına ferman vermeye yetmişti. Konu ortada bu minvalde konuşulurken diğer üç kişi net bir şekilde bu suçlamaların yersizliğini bu iki arkadaşa söylemedi. Kıdemli profesör hocamız tabir yerindeyse orta sahada top çeviriyor ve Hizmet’i savunmak istemiyordu. Diğer iki meslektaşımız (biri profesör, diğeri Bakanlıkta bürokrat, pratisyen) Sağlık Bakanlığında etkili bir tarikata mensuptular ve bu konuda nispeten daha makul bir yaklaşım sergilediler, bu suçlamaları reddetmeseler de katılmadılar da.

Diğer gözlemimi 2012 yılı baharında liseden arkadaşlarımızla buluşmamızda yaptım. Orada bulunanların ikisi lise yıllarında da İslamcı çizgideydi. Onlardan benim yakın arkadaşım olanı şimdi iyi kazanan bir müteahhitti, diğeri, anlaşılan işleri pek iyi gitmeyen, bir küçük esnaftı. Lise de modern muhafazakar olan bir diğeri ise önemli bir bürokrat olmuştu, üniversite yıllarında İslamcı çizgiye gelmişti ve Hizmet’e eleştiriler yapmaktan çekinmiyordu. Lisede dini yada siyasi konulara hiç girmeyen bir diğeri ise ise şimdi akademisyendi, anlaşılan daha dindar bir çizgideydi. Bir de daha önceden tanımadığım alt sınıftan fanatik partici birisi daha vardı. Akademisyen ve küçük esnaf olan sınıf arkadaşlarım Hizmet’e inanılmaz derecede düşmandılar. Oysa birinin kızı, ne hikmetse, Hizmet’in evinde kalıyordu. Çok absürd iddialarla Hizmet’in Ak Parti’ye zarar verdiğini, derhal yollarını ayırmaları gerektiğini ileri sürüyorlardı. Hani Hizmet’ten kurtulsalar ülke uçacaktı. Bürokrat arkadaşım ve alt sınıftan olan da benzer bir yaklaşımdaydı. Bu iddialara katılmayan sadece müteahhitlik yapan arkadaştı, bir tek o bu suçlamalara itiraz etti. Oysa o Parti’ye gönülden bağlı biriydi ve hala da o çizgide olduğunu sanıyorum. Daha sonraki süreçte O’nun çocuklarının da mağdur olduğunu ve Türkiye’ye dönemediklerini öğrendim.

Henüz 17 Aralık olmadan dönemin Başbakanının “ne istediler de vermedik” dediğinin ertesinde Yüksek İslam Enstitüsü mezunu fanatik partici bir esnafın Hizmet’e olan düşmanlığını görünce şok olmuştum. Adam Hizmet’in fakir fukaradan para toplayıp banka kurduğunu iddia ediyordu. Gözlemlerimde dindar çevrelerde Hizmet’i savunan pek kimse de yoktu. Bu anlattığım örnekler elbetteki bir hüküm vermek için yeterli değildir. Ancak muhafazakar ve dindar çevrelerin fikriyatını yansıtmaları açısından anlamlıdır ve fikir vermektedirler. Çünkü bu kişiler toplumda kanaat oluşturmada önemlidirler ve belli düşünceleri temsil etmektedirler. Bizim toplumun teşekkür etme, kendisine faydası olanı destekleme ve hakperest olma konusunda ciddi zaafiyeti olduğunu kanaatindeyim. O nedenle başkalarının yergilerini de övgülerini de fazla dikkate almamalıyız. Makul eleştiriler hariç.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

20 YORUMLAR

  1. Dindar mahalle cemaati iftiralar, carpitmalar üzerinden taniyordu. 28 subat sürecinde baslayan karalamalar, irtica yaygarasi vs daha sonra internet ve dini forumlar üzerinden devam etti, mesela diyalog tartismalarini hatirlayin, o dönemde cemaate inanilmaz iftiralar atiliyordu, ama cemaat hicbirzaman kendini savunmuyordu, en cokta elestirdigim konu budur, cemaat kendini anlatamadi, dindar mahalleye yanasmadi, diger cemaatlerle diyalog kurmadi, meydan fitnecilere birakildi ve olan oldu.

    Mesela, cemaate atilan iftiralara cevap ararken, yani bu iddialara cemaat ne diyor diye arastirma yaparken genelde iftiralar.org sayfasindan faydalaniyordum, daha sonra ögrendimki bu sayfanin sahibi kendi basina gönüllü olarak yapiyormus bu isi, daha sonra tutuklandi. Cemaatin kendini savunma kendini anlatma iftiralara cevap verme gibi bir derdi olmamis. Bu cok büyük bir eksiklik ve suan böyle bir calismaya ihtiyac var.

  2. Lafi evelemeden cok direk birsey soyleyecegim o da sudur ki Hizmet kendini diger Islami gruplardan hatta diger Risale-i Nur fraksiyonlarindan hep ustun gordu; nedense belki iyi niyetli belki erken urucu onleme belki suya sabuna dokunmadan is gorme -irdelenebilir- kendimizi hep siyaset ustu, cemaatler ustu, hatta en son Demokrasi divaninda gecen ifadeyle Transnasyonal (Uluslarüstü) gorduk (bu sonuncusu ozellikle canimi acitti zira sen kendini boyle tanimladigin an ABD’nin de Rusya’nin da Cin’in de ilgi alanina girmis olursun -gercekten iyi niyetli ahmaklariz herbirerimiz); heryerde bulunup at kosturup sonra da alemi enayi yerine koyup bize ilismeyin tehdit unsuru degiliz, aramizda denklik esasi yok mesaji verdik; disardan kabak gibi gorunen bu durumu ne vahimdir ki hala anlamamakta direniyoruz; hala cemaat enaniyeti ismam edecek tavirlardayiz. Kendimizi savunmayi bir eksiklik degil bir zaman israfi saydik zul addettik; o gunleri hic yasamamis gibi simdiki magduriyet psikolojisiyle cozumlemek sorunu iskalamak hatta nefsi temize cikarmak olur o yuzden ben hala ciddi bir ozelestiri yaptigimizi dusunmuyorum. Basyazilardaki mavi hulyalar gibi kendi hulyamizda basrol oynarken digerlerini figuran addettik ama yedigimiz sert tokat bizi uyandirip gercek dunyaya dondurdu. Kult hareketin tanimina ne kadar uyariz irdelenmeli ama kitlesel bir illuzyondaydik ve bircogumuz itibariyle halen de cikamadik icinden. Surdurulebilir bir altin nesil romantizminin reel dunyada karsiliginin olamayacagini goremedik. Ye’si terketmekle bos hayaller pesinde kosmanin ayni sey oldugu zehabina kapildik.

    • son iki cümleye itiraz.
      Altın nesil romantizminin reel dünyada karşılığı olduğunu gördük. Sürdürülebilir mi, herşeyin bir ömrü var.
      Boş hayaller değildi, gerçekleşen hayallerdi.

    • Bence de böyle. Ben de yazdım birşeyler ama yanınlanmadı. Fikir özgürlüğünden dert yanan bizler, fikir özgürlüğüne müsade etmemek için canhıraş çırpınıyoruz. Karşı tarafı eleştirmesen önce kendimizi chek etmeliyiz bence.

    • Transnasyonelin ne oldugunu anlamadan yorum yapmissin. Önce oku öģren sonra yorum yap. Aç oku bakalim transnasyonel ne demekmiş. Yazik!

    • “Transnasyonalizm, insanların geleneksel ülke sınırlarının ötesine esnek hareket etmeleri; birden fazla milletle ve toplumla sosyal, politik, kültürel ve ekonomik bağlar kurmaları olarak tanımlanmaktadır.”

      Şu kadarcik bir wikipedia bilgisi dahi okusaydin işini görürdü ancak çene ishali böyle bir şey demek ki! Kızma nedenim sizin gibi yazanlarin insanlari yaniltmasi. Sizin gibi klavye silahşörü tipler insanlari ifsad ediyorlar!

  3. Bu türden, hâlâ sanal bir âlemde yaşayan ve gerçeği bir türlü göremeyen yazıları okuyunca ümidim bir daha kırılıyor. Selim Bey sağolsun kısmen hakikati yazmış. Bir de benim başımdan geçen bir hadiseyi anlatayım da neden insanlar bize düşman yazarımız belki anlar.

    Ben hasbelkader siyasi bir kanaldan bir kuruma idareci oldum. Vazifem gereği iyi tedbir yapmak zorundaydım. Kurumun tepe yönetimi ise tamamen hizmet bir şekilde ele geçirmiş. Kritik pozisyondaki personel de yine bir şekilde hep hizmetten arkadaşlar. Yöneticiler siyasi atamadır ona bir şey demem ana personel güya birinci sınıf uzman, dil bilen memurlar.

    Bu kısmı sansürlemezseniz hayatında bir sayfa resmî yazı yazmamış, ingilizcenin i’ sinden habersiz bu arkadaşların nasıl oralara geldiği de ayrıca tartışılır.

    Herneyse, ben göreve başlayınca bu manzarayı gördüm ve şok oldum. Bunu Kurum Başkanı’na anlatınca başıma gelmeyen kalmadı. Bu arkadaşlar insan olarak kaliteli, dürüst, dindar olabilirler ama bulundukları pozisyonlarda niteliksiz, zararlı ve zehirli birer personel olarak görev yapıyorlardı.

    Tabii beni bilmedikleri için benden kurtulmaya karar vermişler. ihaleye fesat karıştırma şeklinde bir komplo hazırladılar. İçlerinden beni tanıyan ama beni deşifre etmeyen bir arkadaşın ikazı ile oyunlarını bozdum ve memuriyetten atılmaktan kurtuldum.

    Peki benim profilim nasıldı. Eşim baş örtülüydü ve beş vakit namaz kılıyordum. Sicilim de çok parlak ve parmakla gösteriliyordum. Ana hizmetten biri değilmiş gibi görünüyordum. İşkolik ve ortada bir adamdım. Hizmete düşman da değildim ve çocuklarımı hizmetin okullarına gönderiyordum. İşte komplo kurdukları adam buydu. Niye, çünkü onların emrine girmiyordu. Liyakati ve hukuku önceliyordu.

    O gün yemin ettim. Bu kurumun başına gelirsem ki öyle bir ihtimal vardı. Bütün bu hizmetteki arkadaşları kurumdan uzaklaştıracaktım. Kader benden önce hepsini gönderdi. Hizmetten olmayan diğer personele yapılan ve birebir şahit olduğum mobbingi, haksızlıkları ve hukuksuzlukları saymıyorum. O kurumda çalışırken şunu söyledim. “Hizmet buysa ben bu hizmetten değilim.”

    Şimdi kimse yalan söylemesin. Sivil ve askeri bürokrasideki herkes genel bir strateji olarak hizmetin kendinden olmayanlara yaptığını bilir. Kimse de ahmak değildi. Herkes herşeyi görüyordu. Ha, onlar çok mu temizdi. Hayır. Ama Muhamnedi bir yol takip ettiğini iddia eden bir hareket herkesten çok hakka ve hukuka riayet etmeliydi. Kim ne yaparsa yapsın.

    Kimse kızmasın! Biz bunu hak ettik. Kader adalet eder. Bence oturup biz çok pir u pak idik diyeceğimize Allahım, güç zehirlenmesi yaşadığımız o günlerde yaptığımız beyinsizliklerden dolayı bizi affet. Yaşadıklarımızı da kefaret kabul buyur deyip topluca tövbe istiğfar edelim.

    Son söz min haddin gayrin bu sürecin uzamasının en büyük sebeplerinden birinin bizim hâlâ bu tövbeyi yapamayışımıza bağlıyorum. Vesselam.

  4. Diğer cemaatlerin hizmet hareketine bakışını veya dindar mahallenin ahlakını ele alırken büyük beklentilere girmemek lazım. Yoksa hayal kırıklığı kaçınılmaz olur.
    İki örnek vereyim.
    1980´li yıllardı. Mahallemizde iki cemaatin camisi vardı. Biri Süleymancılar denen cemaatin camisi, diğeri Milli Görüş´ün. Cemaatler arası ilişkilerin hoş olmadığı yılllardı.
    Ben Süleymancılar camisine gitmiştim. Yeni taşındığımız mahallede komşumuzun oğlu da oraya gidiyordu çünkü.
    Hoca bize Milli Görüş´çülerin sakalı ile şöyle derdi: “Onlarınki sakal değil, kıl.” Yani: Müslüman kurallarına göre tıraş olmayı bırakabilir, sakalı olabilir. Ama onlarınkine bu sakal tabiri bile çok.
    Ayrıca o yıllar şöyle de denirdi: „Ahir zamanda Müslümanlar 72 fırkaya bölünecek, bunlardan sadece biri kurtuluşa erecek, o firka da biziz.“ Yani Süleymancılar.
    Gelelim günümüze.
    Geçen Youtube´da karşıma bir video düştü. Ahmet Akgündüz konuşuyor. İsminin önünde Prof. ünvanı olan zat. Video kapağına Rum Patriğinin fotoğrafı konmuş. Başlık şöyle: “Baş Piskopostan büyük itiraf: Hıristiyanlık bitti.” Ayrıca şu bilgi öne çekilmiş: “Papazlar tek tek işlerini bırakıyor! Avrupa´da Hıristiyanlık bitiyor mu?”
    İtiraf edeyim, böyle bir saçmalığa ayıracak 25 dakikam olmadığı için tümünü izlemedim.
    Ama düşünebiliyor musunuz, adam kendi dinini anlatmak için Hıristiyanlığı yere batırmak, bitirmek zorunda. Başkasının dinini kötülemeden kendi dinini anlatamıyor. Hem de bunu bir Hıristiyan ülkesinde yapıyor.
    Ve bunu güzel ahlaki tamamlamak üzere geldiğini söyleyen bir din adına yapıyor. Ne kadar itici bir tavır içinde olduğunun farkında olmadan.
    Bunu neden anlattım? Biz Müslümanlar ahlakı çok kısıtlı bir şekilde anlıyoruz. Küçükler büyüklerin elini öpsün, büyükler de küçüklere iki şeker versin, bir de kadınlar başını örttü mü tamamdır bu iş.
    Al sana insanlığın özlemini çektiği kamil ahlak!
    Başkasına hangi ilkeye göre niçin öyle davranmalıyız, kendimizi başkasının yerine koysak bize nasıl davranılmasını isterdik, davranışlarımız başkasında nasıl bir etki bırakır?… Bu gibi sorular gündemde yok.
    Hak dine mensup olma inancı insanları çok itici etki uyandırabilecek davranışlara itebiliyor. Maddi çıkar, toplumun beklentisi vs. değil de evrensel ilkeleri belirleyip onlara göre davranma bilinci okumuşlarda da pek gelişmiş değil gözüküyor.
    Sanıyorum bu, sırf dini kaynaklar ile yetinmek ve bu kaynakları sorgulamadan ezberci bir yaklaşımla tekrarlamaktan kaynaklanıyor.
    Çevre kirliliği, iklim ısınması, mültecilere nasıl davranılacağı, dünya kaynaklarının sınırlı oluşu ve dünya nüfusunun fazlalığı, milliyetçilik ve popülizmin zararları… Bunlar Müslümanların gündeminde yok.
    Bu olmadığı sürece de, hangi cemaat olursa olsun ve neye inanırsa inansın, Müslümanlar olarak galiba çözümün değil sorunun bir parçası olmaya devam edeceğiz.

  5. Herkesin fikrine saygı duymak lazım. Tabi fikirler doğrulanabilir bigiler ya da hakikatler üzerine kurulursa daha da saygı duymak lazım.
    Salih Hoşoğlunun yazısını bazı verilerle desteklemek mümkün. Hizmetin yaptığı okul ve yurtların kaçı hangi cemaatlere verildi? Bu sayılar aslında hangi cemaatlerin hizmete ve AKP iktidarına nasıl baktığı konusunda fikir verebilir.
    Daha önemli bir veri diğer cemaatlerin yayın organlarıdır. 2016 öncesi neler yazıp çiziyorlardı ve şimdi neler yazıyorlar?
    Bunlar üç aşağı beş yukarı hizmet hareketine nasıl baktıkları konusunda bir fikir verir ve resmin yazıda belirtilene uygun olacağını tahmin ediyorum.

    Hizmet hareketi eğitim konusunda Türkiye’de daha önce hiç görülmemiş başarılara imza attı, bu da alınan çeşitli madalyalar ve okulların başarı istatistiklerinde görülebilir. Türkiye’de hareketi ötekileştirenler bundan memnun olmadı. İnsan doğasında kıskançlık var…
    Bu da bugün Türkiye’nin eğitimde rakamlara yansıyan kötü gidişine hiçbir cemaatin yorum dahi yapmamasının açıklaması olabilir. Öyle davranıyorlar ki, sanki hizmet hiç olmamış, hiçbir şeye fayda etmemiş…
    Yukarıda yazılan yorumların birisinde olaylar cemaat enaniyeti ile açıklanmış …
    Her cemaate duygusal ve realiteleri dikkate almayan bir miktar insan olabilir, ama bütün cemaat böyle yapmıştır ve bunları hakketmiştir demek büyük insafsızlık olur.
    Sonuçta hizmet hareketinin kaç yayınında veya söyleminde diğer cemaatler kötülenmiştir ?
    Şahsen hiçbir cemaate veya gruba üstünlük taslamadım ve hiçbir arkadaşımı böyle yaparken görmedim.
    Bu hamur çok su götürür fakat birşey iddia ederken biraz veri, biraz hakikat de olmalı. Öyle değil mi?

  6. Malesef islamcı kesimin durumu kendini Hz. Meryem den daha dindar ve dinin gercek sahibi oldugunu zanneden o dönemin yahudilerinin durumuna cok benziyor.
    Hz.Meryem dizisini izlemenizi öneririm.

    • Biz diyor Sadukilerden veya Ferisilerden bir ruhban, sizin için düşünülmesi gerekeni düşünüyor, sorgulanması gerekeni sorguluyoruz. Siz gidin ibadetlerinizi yapın.

  7. Bence bizi yanıltan bu durumun en temel kaynağı ve hala devam etmekte fikir alışverişinin olmaması. İstişare kültürü gelişmemiş ve en ufak bir eleştiri de aforoz etme kültürünün yaygın olmasından kaynaklanıyor. Herkes kendi fikirlerini kabul ettirebileceği kesimle görüşüp evet abi doğru abi hep böyle gitti. Tabi böyle olunca da alınan feedbackler hep bizim istediğimiz gibi oldu. Çünkü aksine bir sesi ya yanımıza almadık ya da bizden uzaklaştı. Biz de bunları kolayca hizmeti bıraktı veya başka bir yaftayla yaftaladık. Durum böyle olunca cemaatin imkanlarından istifade etmek isteyenler hep TABİ ABİ SİZ BÜyükünüz, siz dünyayı dize getirirsiniz laflarıyla gazı verdi. Millet de bunları samimi sandı. Veya etrafa bize birşey olmaz biz bürokrasi de güçlüyüz söylemleriyle etrafa korku saldı, bir kısmı da başıma birşey gelmesin diye ‘he abi’ dedi. Hizmetin içindekiler de dışlanmamak için ‘he abi’ dedi ve demeye devam ediyor. Anlayacağınız dürüstlükten ziyade iki yüzlülük vardı ama hoşumuza gidiyordu. Diğer bir hususta kaliteden ziyade sayı daha önemliydi. Şu kadar okul açtık, şu kadar insan var etrafımızda, senetöre, milletvekiline veya bürokrata ulaştığımızda herşeyin tamam olduğunu zannettik. Ulaşmamız gereken tek şey Allahın rızası sadece bundan zamanla ızaklaştık.

  8. Hizmet’in en büyük kusuru, toplumu tanıyacak sosyologları yetiştirmemesi, yetişenleri de muhatap almamasıdır. Hizmet kendinden o kadar emindi ki, toplumun nabzını tutmayı aklının ucundan bile getirmedi. Bunun yerine olimpiyatları araçsallaştırarak toplumun gazını almaya çalıştı.
    Halbuki toplumun gazı falan alınmadı. Sen insanların gözünde bir işgalciydin, her yeri kendi çiftliğine döndürmeye çalışıyordun, kimseye hayat hakkı tanımıyordun, her alanda domine etmeye çalışıyordun. Ve bir gün düştün ve kaldıran olmadı.

  9. Bu güzel ve seviyeli yorumlardan sonra bunu yazmak istemezdim ama Salih Hocam’a kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum.
    Ne olur yazılarınızı yazdıktan sonra bir Türkçe öğretmenine kontrol ettirin lütfen. Özellikle “de, da” ayrı ya da bitişik mi yazılır konusunda bir destek alsanız.
    Bir de yazılarınızda lütfen “sokak Türkçesi” kullanmasanız.
    Tekrar özür diler, yazılarınızı bekleriz.
    Selam ve hürmetler

  10. 28 şubatta bugünlerin tohumu atıldı. Menzilcilerin sohbetine çağırdılar beni, gittim ve H.E yi kötlediler. Sonra ülkücülerin sohbetine çağırdılar, katıldım ve H.E kötülendi. İslamcılar zaten siz Kuran yerine Risaleyi koyuyorsunuz diyerek kötülüyorlardı. Yani bugünlerin temeli 28 şubatta atıldığına inanıyorum.

  11. Şimdi tarikat ve cemattler( guya hizmet cok kötüydü ya…)
    🔴uçan ekonominin,
    🔴Bozulan ahlakin
    🔴Deizme kayan nesillerin
    🔴Hâşa (allahin sifatlari ustunde deikleri adamin…….,Hâşa Peygamber gurura kapildi ama…..(hâşa)Bakara makara…..diyenlere hiç seslerinin çıkmadigi icin dunya ve ahirette bu isten mesul olacaklar….SORUYORUM sahiden sizin kutsallarınız neki…….

    bunların hepsinden suçlusunuz.Buda bize yeter.

  12. Hep aynı terane; bizi çekemediler.
    Peki sen ne yaptın. Uyandırmak isterim bayım, 1980’lerde değiliz. Eskiden günlük gazeteler köylere 1,2 gün gecikmeli gelirdi, şimdi köy, şehir fark etmeden aynı dakikada haberin oluyor.
    Akp iktidarının ve ortaklığınızın başladığı 2002 yılından 2013 yılına kadar yaptıklarınızı Türk halkı bilmiyor mu sanıyorsun.
    Yaşadığım yerde küçük bir market işleten, HH’ne meyilli iki kardeş vardı. Bir gün baktık dükkan açılmadı. Duyduk ki, hükümetin el koyduğu çimento fabrikasına el altından işe alınmışlar. Bu en küçük örneği, buna benzer binlerce olay vardır kesinlikle. İnsanlar bunu görmez mi, duymaz mı.
    Akp’nin ilk yıllarında, seçim kazanmadan, bir tane bile oy almadan gölge iktidar olmuştun. Yargı ve emniyet teşkilatı tamamen eline geçmişti, ordu eline geçmek üzereydi.
    Bana göre sizin başınıza gelen şey güç zehirlenmesi. Akp dönemindeki akıllı ortaklığınızla akla, hayale gelmeyecek ölçüde güç ve paraya kavuştunuz. Zenginleşince, zor zamanlarınızda hep yanınızda olan Türk halkını böcek gibi görmeye başlamıştınız artık. Ne o öyle değil mi, yoksul, köylü, konuşmasını bilmez, üstü başı kirli.
    Sen ne yapıyorsun, aynaya bakmak yerine, nerede hata yaptık diye sormak yerine en kolayını seçiyorsun; biz her zaman olduğu gibi çok iyiyiz ama Türk halkı çok değişti, fesat, kıskanç.

    • sen farklı açıdan baktirmiyorsun …….bunca iftiranın sadece ortağı oluyorsun,bir yerden bir kuyruk acın var onu herkese genellestirerek bütün iftiralara ortak olup ahiretini yakıyorsun.

  13. Sayin Polat,

    Masallah sistematik, her yazının altına hizmet insanina kara çalacak yorum yapmakta pek mahirsiniz.

    Hizmet insanının hatası mütavazi olacagim derken yeterince özgüvenli olamaması, ve bu kadar egitimli insanların hukuk bilmemesi, öz elestiri yapacagim diye kendi hakkından vazgeçmesi…

    Neyseki ragmen kervan yürümüş….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin