Din dilinin sekülerleşmesi korkusu 

YORUM | AHMET KURUCAN

Geçen haftaki “Din böyle mi anlatılır?” yazısında bazı örnekler vermiş ve bir soru ile yazıyı bitirmiştim. Soru şuydu; “Bütün bu örnekler din dilinin sekülerleşmesi anlamını taşımaz mı?” Cevabım evet idi. Ben de aynı endişeyi taşıyorum dedim. Ama din ve devlet ilişkilerinin anlatıldığı her yerde verilen bu örneklerde güncel dil kullanılmasının meseleyi daha anlaşılır kılacağını söyledim. Şimdi devam ediyorum.

Her şeyden önce, Kur’an dünyevi yani seküler hayata ait nice emir ve yasakların yer aldığı hem bir hitap hem de bir kitaptır. Kullandığı dil, üslup ve malzeme tarihsel zeminde var olan ve muhataplarının anlayacağı bir şekildedir. Onun içindir ki birçok şeyin tarif ve tanımı yapılmaz Kur’an’da. Riba’dan bahseder ama onun ne olduğuna dair bir izah yoktur. Tarifini bulamazsınız onun Kur’an sayfaları arasında. Bir boşama biçimi olan ‘zıhar’dan bahseder ama zıharın ne olduğuna dair bir satır bile bulamazsınız. Daha yüzlerce örnek verebilirim. 

Neden? Çünkü muhatapları ribayı da, ziharı da bilmekte ve uygulamaktadırlar. Onun içindir ki nüzulünden 14 asır sonra yaşayan ve Kur’an’ı kitap olarak elimize alan bizler bu ayetleri okuduğumuzda “neden riba yasaklandı, neden zıhara düzenlemeler getirildi” sorularına cevap bulmak için önce ‘riba nedir, zıhar nedir, nüzul toplumunda bunlar ne ifade ediyordu?’ gibi soruların cevaplarını arayarak işe başlıyoruz. Bir başka tarifle ribanın, zıharın tanımını yapmaya çalışıyoruz.

Madem öyle önceki yazımda verdiğim örneklerden hareket edecek olursam İslam ve devlet ilişkileri alanında neden aynı şeyleri yapmıyoruz? Efendimizin ya da Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin devlet başkanı vasfıyla dönemin meclisi sayılan mescidin minberinde yaptığı konuşmaları ‘hutbe’ diye anlatıyoruz. Neden ‘biat’ın halkın devlet başkanını devlet başkanı olarak kabullenme oylaması olduğunu söylemiyoruz? Neden halife ya da emiru’l müminin demenin günümüz dilinde devlet başkanı, cumhurbaşkanı ya da başbakan anlamına geldiğinin altını çizmiyoruz?

Madem bunları yaptığımızda sekülerleşme endişesini taşıyoruz, o zaman benim önceki yazımda yaptığım gibi direkt reel politik bir dile çevirmeyelim ama mukayeseli olarak anlatalım yukarıda yazdığım çerçeve içinde. Dünün halifesi bugünün devlet başkanı diyelim, mescidi parlemento, minberi kürsü, hutbe siyasi konuşma diyelim. Evet, neden bunları yapmıyoruz ya da yapmıyorlar? 

Yapmıyoruz yargısını iyi niyetliler için söylüyorum ve gerekçesini de “farkında değiller, üzerinde hiç düşünmemişler, derinlemesine ve mukayeseli okumalar yapmamışlar, günümüz siyaset bilimi ve teorilerine vakıf değiller” şeklinde söyleyebilirim. Açık yüreklilikle ifade edeyim, ben de bu sınıfa dahilim. Belki tek farkım siyaset bilimi, teorileri ve kavramları hakkında ansiklopedik bile sayılmayacak kısır okumalar yapmış olmamdır. Ama bu kadarcık kısır okumalar bile benim mukayeseler yapma ve söz konusu tespitlere ulaşmama yetiyor.

Yapmıyorlar’a gelince, bu fiilin öznesi siyasi hayatın içinde bulunanlar. Onlar için bu kadar iyi niyetli düşünmüyorum. Pratik siyasetin içinde oldukları, sabah-akşam, gece-gündüz bu kavramların hakim olduğu bir zeminde yaşadıkları halde hala daha halife, emiru’l mü’minin, biat, hutbe, minber, mescid demeleri bunların Müslüman zihninde almış olduğu yer ile alakalıdır. Düşünün, biat ya da halife denildiği zaman bugün sıradan bir Müslümanın zihninde yapmış olduğu çağrışımı? İşte bunu kaybetmek istemiyorlar. Onun için ısrarla ama ısrarla bu kavramlar üzerinden siyaset yapmayı tercih ediyor ve oy ütmeye, taraftar toplamaya, toplanmış taraftarlarını konsolide etmeye çabalıyorlar. Sakın ola ki bu sözlerimle yine Türkiye yine siyasete giriyor demeyin. Hayır, Türkiye de dahil 57 tane İslam ülkesinin siyasi dünyasında, iktidarıyla muhalefetiyle maalesef aynı zihniyet hakim bugün.

Pekala bu süreçte kaybeden kim oluyor? Hiç şüphesiz ilk önce din kaybediyor. Hem insan hem de toplum hayatında çok ulvi bir yere sahip olması gereken din, bu tür yaklaşımlarla araçsallaştırılıyor ve o araçsallaştırma dünyevi menfaatler, şahsi çıkarlar uğruna yapılıyor.

İkinci kaybeden insan ve toplum oluyor. Zira böylesi dinbazların -dindarların demiyorum- elinde tabiri caizse oyuncak hale gelen din, icra etmesi gereken fonksiyonunu icra edemiyor ve onun bırakmış olduğu boşluk doldurulamıyor.

Sanırım yeter. Meramımı anlatabildiğimi sanıyorum. Kaldı ki mesele sadece siyaset ve siyasi kavramlar da değil. İnanca ait meseleleri anlatırken de aynı. Dili ve üslubu günümüz insanının anlayacağı bir şekle çevirmek zorundayız. Örnekleri 14 asır öncesinden değil günümüz insanının gündelik hayatının parçası olan şeylerden seçmek mecburiyetindeyiz. Yoksa…

İşin aslı yazının başlığı olarak seçtiğim ‘Din dilinin sekülerleşmesi’ cümlesi müstakil bir yazı ile izah ister. Sahi ne demek o?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Dili ve üslubu günümüz insanının anlayacağı bir şekle çevirmek zorundayız.

    Evet, aynen katılıyorum size.. Aksi halde araç alan dile, sanki amaç gibi gereksiz bir kategorik yükseltilme yapılmış olur.. saygılar..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin