Din, deizm, agnostisizm ve ateizm

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 61)

En son din, hayat ve özgürlük konusuna gelmiş, bununla ilgili olarak bu kavramları izah eden 3 yazı kaleme almış ve orada kalmıştık.

Pekala nereye varacaktım? Varacağım yer deizm, ateizm, agnostisizm olarak ifade edilen Tanrı inancının keyfiyeti, Tanrı’nın varlığının bilinemeyeceği dolayısıyla varlığının da yokluğunun da eşit olduğu ve Tanrı tanımazlık şeklinde kısaca izahı yapılabilecek ve günümüz dünyasında birçoklarının inanç dünyasını şekillendiren konular olacaktı. İşte o noktaya geldik.

Çok boyutlu bu meseleye hangi açıdan yaklaşacağım? Bu sorunun cevabı yazının çerçevesini çizme adına da önemli. Şöyle ki benim şahitliğim bana şunu gösteriyor; işin felsefi ve kelami boyutu bir yana ne felsefenin ne de kelamın A, B, C’sinden bile haberi olmayan, bu iki ilmi disiplinle alakalı 10 sayfalık kitap okumamış birçok insan kendi inanç kimliğini ifade ederken “Ben deistim, agnostiğim, ateistim” diyebilmekte ve bu tercihinin altında da çok büyük oranda inancın onun hayatının her alanına müdahil olduğunu, bunun ise istediği gibi yaşama, hayat düzenini belirleme özgürlüğünü elinden aldığını düşünmektedir. Bir başka tabirle bir inanca sahip olma, o inancın ibadetler başta olmak üzere gereklerini yerine getirme bu zihniyete sahip kişileri özgürce yaşamaktan alıkoymakta, onlar da istedikleri gibi yaşamak için “Tanrı var ama…, Tanrının varlığı bilinemez… ya da Tanrı tanımaz” bir noktaya evrilebilmektedirler. Dolayısıyla gençlerimizin dine mesafe koymasının nedenlerini irdelediğimiz bu çok uzun yazı serisinde konuyu sadece bu açıdan ele almaya çalışacağım.

Yukarıda bir cümle ile ifade ettim ama önemine binaen tekrar edeyim, söz konusu üç kavram hatta bunlara “Tanrı umursamazlık” diye tercüme edebileceğimiz Apateizm’i de ilave edecek olursak bu dört kavram ve bunların ifade ettiği düşünceler insanlık tarihi boyunca konuşulan konular arasındadır. Uzağa gitmeye gerek yok. Google’dan yapacağınız kısa bir literatür taraması ile sadece ateizm hakkında yazılan kütüphaneler dolusu kitaplar olduğunu görürsünüz. Kaldı ki bu konularda felsefi ve kelami düzlemdeki tartışmalara katkı sunmak, eleştiriler getirmek, yeni şeyler ortaya koymak zaten bu satırların yazarını aşar. Bunun idraki içindeyim.

Bazılarına şaşırtıcı gelebilir. Nitekim bu serinin ilk yazısında yapmış olduğum 2050 yılına ait bir gelecek tasavvuru bu eksende yüzlerce, hiç mübalağa etmiyorum, e-mail yoluyla geri bildirimler almama neden oldu. Zaten hemen peşinden yazdığım yazıda da bu e-maillerdeki cevabi geri bildirimleri 3 ayrı kategoride tasnif ederek anlattım. Bir şey daha ilave edeyim, bu seri yazılara başlama nedenim de söz konusu e-maillerde dile getirilen ve özellikle dini duyarlılığı yüksek olan anne babaların bir manada feryatları oldu.

Başlayayım; benim yakın ve uzak çevremde gördüğüm, kendisini deist, agnostik veya ateist olarak tanımlayan gençlerle yaptığım müzakerelerde din denildiği an itiraz ettikleri nokta “kurumsallaşmış din” anlayış ve uygulamaları. Bunu bu yazı dizisinde daha önceden ele almıştım, dinin sosyal hayata bakan değer, prensip, emir ve yasaklarından oluşan hükümler üzerinden misaller de vermiştim.

Herkesin bildiği gibi dinler tarihinden bildiğimiz kadarıyla bütün dinler Yüce Yaratıcı ile kul arasında kalan ve ferdi düzlemde yerini alan itikadi boyutunun ötesinde sosyal boyutu da olan manzumelerdir. Zira dinlerin hepsi de bir toplum içinde neş’et etmiş ve o toplumda yer alan hadiselerle içli dışlı bir şekilde oluşumunu sürdürmüştür. İlahi vahye mazhar olan dinler de böyledir, vahiy mahsulü olmayan inançlar ve dinler için de aynı şey geçerlidir. 

Bu neyi gösterir? O dinin öğretileri ile emir ve yasaklarının neşet ettiği toplumla olan diyalektik ilişkisini. Evet, öyledir, din ile toplum arasından diyalektik bir ilişki vardır. İsterseniz Kur’an’a bu gözle bakın. Normatif alandaki hükümlerinin hepsi de 610-632 yılları arasında Mekke ve Medine toplumunda cereyan eden hadiselerle sınırlıdır. Siyasetten ticarete, evlenmeden boşanmaya ne kadar hüküm varsa ya spesifik olarak bir hadise ya da hadiseler zincirinin oluşturduğu zemin üzerinde nazil olmuştur. Muhtevasına baktığımızda da gördüğümüz ya muhataplarına birebir emir ve yasaklar sunmuştur ki biz buna reel politik diyoruz ya da ideal politik dediğimiz hedefler ortaya koymuştur. Aynı şey hadisi şerifler ve bir adım daha ileriye gidersek fıkhi hükümler için geçerlidir. O zaman şunu diyebilir miyiz; toplum dini hükümlerle kendine şekil vermiştir ama dinler de neşet ettiği toplumdan ve o toplumdaki hadiselerden etkilenmiştir. Bunda hiç şüphe yok.

Yalnız hemen muhtemel itirazlara cevap olarak şunu ifade edeyim; bu durum İslam’ın en son din olması, vermiş olduğu mesajların evrensel ve tarih üstü keyfiyete sahip olmasına mani teşkil etmez. Olan şey olması gerekendir. Muhataplarını, onların gündelik hayatlarını, spesifik sorunlarını ve idrak seviyelerini merkeze koymuş, söz konusu evrensel ve tarih üstü mesajlarını ise onlar üzerinden vermiştir. 

Devam edecek.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

15 YORUMLAR

  1. Hocam, maalesef benim bir arkadaşım da artık Müslüman olmadığını söylüyor. kur -an ı kerimi kendi içinde çelişen insanlığa faydası olmayan hatta zararı olan bir kitap olarak kabul ediyor. eskiden namazlarını kılan, meseleleri bilen bir arkadaşım. konuşunca iyice inatlaşıyor. bence çok önemli bir konuyu işliyor sunuz. başkalarına ışık olalım derken, yanimizdakilerin yoldan sapması çok kötü maalesef. bence bu işte uzman kişiler, ve psikologlar dan bir ekip kurulup bu konuya etraflıca bir çözüm bulunmalı

  2. Sayın Ahmet Kurucan, değindiğiniz konu çok mühim bir konu fakat bu üstte saydığınız gruplarla 15-20 senedir birçok kez etkileşime geçmiş, onlarla tartışmış ve onların fikirlerine maruz kalmış biri olarak ben konuya yanlış yerden yaklaştığınızı düşünüyorum. Demişsiniz ki:

    ‘…bu iki ilmi disiplinle alakalı 10 sayfalık kitap okumamış birçok insan kendi inanç kimliğini ifade ederken “Ben deistim, agnostiğim, ateistim” diyebilmekte ve bu tercihinin altında da çok büyük oranda inancın onun hayatının her alanına müdahil olduğunu, bunun ise istediği gibi yaşama, hayat düzenini belirleme özgürlüğünü elinden aldığını düşünmektedir. Bir başka tabirle bir inanca sahip olma, o inancın ibadetler başta olmak üzere gereklerini yerine getirme bu zihniyete sahip kişileri özgürce yaşamaktan alıkoymakta, onlar da istedikleri gibi yaşamak için “Tanrı var ama…, Tanrının varlığı bilinemez… ya da Tanrı tanımaz” bir noktaya evrilebilmektedirler.’

    Oysa ki saydığınız gruplar içinde çok az insan Allah’a inanmayı bu üstte bahsettiğiniz sebepten dolayı bırakıyor veya iddia ediyor. Buradaki bir başka yorumcunun da dediği gibi asıl bırakma sebeplerinden biri işte Kur’an’da çelişkiler bulduğunu söylemesidir. Benim gözlemlediğim başka sebepler de şunlardır: Aşırı seküler bir hayat tarzının onlarda bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) dediğimiz psikolojik bir durum oluşturması (yani seküler hayat tarzındaki davranışlar ile İslami inançlar uyuşmadığında kişinin davrandığı şekilde inanmaya başlaması), Kötülük İkilemi (Tanrı varsa neden dünyada kötülük var), insanların internette Allah, peygamber ve İslam ile ilgili çok fazla negatif bilgiye ve iftiraya maruz kalması ve beyinlerinin yıkanması (tüm bu yalan bilgileri de tasnif edip cevaplandırmak gerekir), günümüzdeki müslümanların hal-i pür melali, temelden aile veya başka birileri tarafından yönlendirilmemeleri gibi sebepler var. Hatta bu sebepler daha da arttırılabilir. Ama ben sizin bahsettiğiniz bir sebepten dolayı bırakan görmedim.

    Daha doğrusu belki İslam’ın özgürlüğü kısıtladığını düşünmesi de İslam’ı bırakmasında bir etkidir ama son tahlilde o bırakma kararını verdiren itici güç değildir diye düşünüyorum. Çünkü İslam’ı bu sebepten dolayı bıraksa neredeyse hiçbir şeyi kısıtlamayan Hristiyanlığa, Budizme, şuna buna da inanabilir. Bir Yaratıcıya veya dine inanmayı bırakma çok radikal bir karar ve bahsettiğiniz ‘özgürlüğün kısıtlandığını düşünmesi’ bana çok cılız bir etki gibi geliyor. En azından benim gözlemim bu şekilde. Siz de örneğin girin bir ekşisözlük’e bakın, ülkedeki tüm ateist, deist ve agnostikler orada toplanmış zaten. İslam’a karşıt binlerce başlık ve yüzbinlerce yorum var. Şöyle birkaç gün onları araştırın, siz de göreceksiniz demek istediğim şeyi.

    O yüzden bence bu deizm, ateizm ve agnostisizm konusuna ve sebeplerine yaklaşacaksak bu konuda daha etkili olan sebeplerden başlamak daha verimli olacaktır diye düşünüyorum. Özellikle de kapsamlı bir sekülerizm eleştirisi yapılmalı çünkü seküler bir yaşam tarzı bizi en sonunda ‘yaşadığımız gibi inanmaya’ itiyor. Bu hepimiz için bir tehlike ama özellikle çocuklarımız için çok daha büyük bir tehlike, hele ki artık Amerika veya Avrupa gibi ülkelerde yaşayanlar için. Aileler gerçekten birçok konuda çocuklarıyla alakalı korku içinde.

  3. Bu konulara çözüm aranırken, BSN ve MFG gibi bir metodoloji yazılmıyor, konuşulmuyor maalesef.. Yani, ya kafaya/makuliyete hitap, ya da kalbe/irfana hitap ediliyor.. Böylece fizik/metafizik, madde/mana BİR in alemleri iken, karşıklı vuruşturulyor..Oysa iki yönlü hitap edilip din/bilim BULUŞTURULMALI.. Dikkat edin, yorumlarda vuruşunlar, bu iki alemden birinin formasını giyen futbolcu gibi, öteki tarafla gereksiz yere vuruşup duruyor..

  4. Davut Beyin Yorumu gercekten ufuk acici bir persfektif sunuyor.Tesekkur ediyorum.
    Mehmet Kara Bey de cok onemli bir konuya isaret etti. Kendisinden ricam ne demek istedigini biraz daha genisce acabilir mi? Tesekkurler.

  5. Bir insan dilini bilmediği bir kitabı eline alıp içindeki birkaç resme bakıp belki birkaç satırını okuyup, ya da okumaya çalışıp, o kitap hakkında kabaca bir fikir sahibi olabilir. Peki sahip olduğu bu fikir o kitabın hakikati midir?
    Bu metafor insanın bizatihi kendisi de dahil olmak üzere kâinatta sorgulanabilecek, irdelenebilecek her “kitap”, her delil, her alamet için kullanılabilir.
    Yazıda bahsedilen dört farklı grupta “genel itibariyle” ortak bir nokta var ki, o da bu insanların inançları, inanılan esasları veya kitapları sorgulamalarına rağmen; kendilerini, hatta daha da önemlisi sorgulamayı yaparken kullandıkları “akıl” melekesini sorgulamaktan kaçınmalarıdır. Bunu hepsi için söylemediğimi tekrar belirteyim.
    Her hangi bir şey hakkında değerlendirme, yargılama yapılsın ama bunu yapacak organın, iradenin, kuvvenin, melekenin “kendisi” değerlendirilmemiş, irdelenmemis olsun. Bir noktadan sonsuza uzanan bir düzlemde ilk nokta olarak ifade edilebilecek bu sorgulamanın yapılmaması baştan tutarsız bir kırılmaya yol açacaktır, zira her şey bunun üzerine bina edilmektedir.
    Akıl kavramının sorgulamasının, kavrayabildigi en somut fiziksel kavramlar ve bunların matematiği üzerinden olmaması durumunda ise başka bir temel çelişki ve kırılma ortaya çıkacaktır. Zira aklın “kavrayıp kavrayamama” özelliği, fonksiyonu veya ameliyesi varlığının en temel esasıdır. “Somutu kavrayamayan” bir akıl en temel vasfından yoksun olmuş olacaktır.
    Bu sorgulama çapraz kritiklerle ve kontrollerle yapıldığı zaman ortaya çıkan sonuç şudur ki, aklın varıp bir noktada sınırlara dayandığı, “kavrayamadigi” ama var olduğunu anladığı fiziksel kavramların olduğu, buna binaen “kabul” etmekten başka seçeneğinin olmadığı hakikatidir. Kuantum teorisinde de, evrenin ulaşmamızin imkansız olduğu sınırları noktasında da, basit bir çemberin içindeki π sayısının sonsuzlugunda da, Bergemann’in çözülemeyen sonsuzluk paradoksunda da bu sınırlardan bazılarına dayanılmaktadir. Bu sınırlarda belirli bazı “kabullerin” olmaması durumunda yapılan bütün hesaplar çökmekte ve “adem”e mahkum olmaktadır. Bu nedenle herhangi bir insanın hiçbir koşulda “kabul” denilen kavramdan bağımsız olması “imkansız”dır. Haddi zatında nihilist ve sofistike anlayışlarda görüldüğü üzere kabulden bağımsız olmayı iddia etmek bile başlı başına bir “kabul”den öte bir şey değildir.
    Bu nokta ile birlikte devreye irade, tercih etme, karar verme, seçme kavramı girmektedir.
    Bir insan ilk kabulünü kendi hür iradesiyle belirleyip her şeyi onun üzerine bina edebilir. Bunu tutarlı bir şekilde yapabildiği sürece iç dünyası bakımından herhangi bir buhran yaşamayabilir. Insanın bu iradesi her türlü çevresel faktörlerden (aile, arkadaşlar, yaşam tarzı vb) etkilenedebilir, ama sonuçta karar insanın kendisi tarafından verilmiştir. Sonuçları da en başta onu ilgilendirecektir.
    Kendi içinde tutarlılığa sahip ve en baştan her sorgulamayi düzgün bir şekilde yapmış bir insan bunun neticesinde yazının konusu olan dört gruptan herhangi birine veya başka bir inanç sistemine dahil olmuşsa eğer, ki şahsen şimdiye dek sadece bir kişi gördüm karşılaştığım onca ateist veya deist arasından, o insanı ikna etmek vb. çabalar ne kadar doğru ve ne derece yararlıdır emin değilim. Sözgelimi Kur’an ve Sünnet benim için tartışılmaz kabul ise ve ben hayatımı, diğer tüm inançlarımı da bunun üzerine bina etmişsem, bunun sonucu beni bağlar. Hz. Ali’ye (ra) atfedilen ve inanmayan komşusu ile aralarında geçtiği söyleyen şu kıssa bu noktada oldukça manidar.
    “Komşusu ona ”Allah’a(CC), ahirete inanıyorsunuz. Peki ya yoksa?” demiş. Hz. Ali (ra) ise ”Yoksa benim kaybedecek bir şeyim olmaz; ya varsa sen ne yapacaksın?”
    Rabbim başta nefsim hepimize hidayet etsin, Kur’an ve Sünnet üzere, sırat-ı müstakim üzere iman edebilmeyi ve bu iman üzerine kabre girebilmeyi nasip etsin.

    • Şimdiye kadar gördüğüm vakialardan edindiğim bir izlenimi de paylaşmam belki yararlı olabilir.
      Tanıdığım deist, ateist ve agnostik insanlardan birisi hariç tamamı dinden irtidat eden insanlar oldu. Hariç olan bir tanesi ise zaten ateist olan bir ailede büyümüş bir arkadaştı, ki yukarıda bahsettiğim kendi içinde çelişkileri olmayan ve dinlere öfke ile yaklaşmayan, en azından açıktan ifade ettiği bir nefreti bulunmayan, hayatta genel olarak da saldırganlığı olmayan gördüğüm tek örnektir kendisi.
      Bunun dışındaki irtidat edenlerin nedenlerini incelediğimde ise tamamında insanların temelde istedikleri bir şeylerin olmaması sonucu ortaya çıkan öfke duygusunu dine yönlendirmeleri ile karsilastim. Psikolojik tanımlamalarla ifade etmek gerekirse insanın sahip olduğu ve bozulmasını istemediği stabil, güvenli, öngörülebilir konfor alanı bir şekilde bozulunca insanda öfke hissi beliriyor ve insan bu hissi kendisine yönlendirebilecegi, saldıracagi bir kaynak arıyor. Birçoğu bu şekilde bozulan konfor alanına yeniden sahip olabileceğini veya öfkesini dindirebilecegini zannediyor. Üzerine bir de bu insanlar günümüz sosyal medyasinda kendilerine benzer ve yüzbinlerce takipçisi olan insanlarla da karşılaştıklarında aradıkları cevapları buldukları algisina sahip olabiliyorlar. Öfkesini dine yönlendiren bu insanların yeniden o konfor alanına sahip olabilmeleri ikinci ve ayrı bir konu olsa da, çoğunun bu hedeflerine ulasamadiklarini da gözlemledim. Hatta bazılarının “kendi tabirleri ile” dinden kurtulunca sahip olduklarını iddia ettikleri “özgürlük hissi”ne rağmen halen içlerinde sönmeyen öfke ve nefret ateşini kendilerine gösterince birçoğu bu alandan kaçmayı tercih etti. Kendi karşılastiklarima ilave olarak YouTube’da karşılaştığım başka örneklerde ise bu insanlardan “kaçmak” yerine “saldırganlığını o andaki muhatabına yönlendirmeyi” tercih edenler de var. Hakaretler, alaya almalar, hatta bazılarının kendilerine yakışan şekilde başvurdukları galiz küfürler, birbiri ardına sıralanıyor.
      Bu durumun nedenlerini irdeleyince ortaya çıkan manzara şu ki, “ben birşey istersem olması lazım”, “istiyorum, dua da ediyorum, elimden gelen her şeyi de yapıyorum ama neden olmuyor”, ” bu kadar insan varken bu bela neden beni buldu, bu nasıl adalet”, “ben yanlış hiçbir şey yapmadım, benim suçum ne”, “neden kanser olan ben oldum, madem acı çekecektim beni niye yarattı” gibi kibir, acelecilik ve öfkeyle sorulan ve örnekleri çoğaltılabilecek sorular var. Şahsi kanaatim tüm bunların altında yanlış dizilen taşların yer aldığıdir. Bu nedenle buna benzer vakialara taşları en baştan doğru dizmeye yardım etmenin yararlı olabileceğini düşünüyorum. Konunun mütehassısları bu hususları daha iyi gözlemleyebilir, analiz edebilir ve uygun yaklaşım tarzları geliştirebilirler.

  6. Modern dünyada cogu insan diploma pesinde, diplomasi olan da kariyer icin sertifika pesinde. Ne kadar cok sertifikan varsa bireysel gelecegin de o kadar parlak.
    Diger taraftan modern dünya caresiz. Bundan 50 yil öncesine göre hamile bir kadinin saglikli bir cocuk dogurmasi icin neler yapmasi gerektigi hakkinda yiginla ve harika bilgi var, anne-babanin üc yasina kadar cocuguna mutlaka asilamasi gereken yiginla davranis var, cocukluk yillari, hele ergenlik caglari, karsi cinse bakis, dogru kisiyi bulma, tanisma ve iliski safhalari, efendim hic olmazsa evlenmeden önce bir koca, bir baba adayi olarak kendini tanima, konumlandurma… Sonra bir amca olarak, teyze olarak, isci olarak, patron olarak, komsu olarak nihayet insan olarak konumlandirma ve bi yerlere götürme..
    Bireysel gelecegimizi parlatacak en önemli seyler bunlar olsa da bu alanlarda yaygin olacak sekilde bir sertifikalandirma yok. Olmasi da zor. Kendini özgürlükler temelinde tanimlayan bir medeniyetin bu gibi isleri sertifikalara baglamasi kendi kendiyle celismek olur.
    Dolayisiyla bunlar bu isi gönüllü olarak veya dinin bir geregi olarak yapan insanlara düsüyor. Bu konu bizi cok ilgilendiriyor aslinda. Ne var ki biz Bediüzzaman´in tarikatle ilgili sözlerini cok yanlis yorumladik. HE´nin Kalbin Zümrüt Tepelerinde´sini belli insanlar icin yazdigi yönündeki tezvirati memnuniyetle yerine getirdik ve kemale ermeyi ve bunu sertifikalandirmayi bi kenara attik.
    Geldigimiz nokta itibariyle dünya nüfusunun ekserisinin tedaviye ihtiyaci var. Yüzlerce yillik tarihimizden devraldigimiz kötü huylarimiz, aliskanliklarimiz var. Cocuklukta edindigimiz kisisel bozukluklarimiz var. Yetiskinlikte maruz kaldigimiz travmalarimiz var. Herkesin ama herkesin. 8 milyar insanin hepsinin.
    Biz tarikatlerin insani kamil ögretisini bir kenara atamayiz, kalbin zümrüt tepelerine everest tepesi muamelesi cekemeyiz, psikoterapiyi delilerin tedavisi olarak göremeyiz. Bu ikisini sadece meczetmekle degil ayni zamanda 8 milyar insanin her birine hitap edecek sekilde kurumsallastirmakla mükellefiz. Buna mecburuz.
    Yillarca Sems-Mevlana bulusmasindan bahseden bizler, hedefi büyütmek ve Yunus Emre ile Freud´u, Mevlana ile Jung´u bulusturmak, bu cok ama cok zor görevi yerine getirmek zorundayiz. Bunu yapacak büyük kafalarin yetismesini saglamazsak 8 milyar insanin önemli bir kismi daha da pisiriklasirken, diger önemli bir kismi daha da canavarlasacak.
    Herkes kodlamanin okullarda mecburi ders olarak okutulmasini istiyor, cok dogru. Insan-i kamil olmak da artik herkesin kabul ettigi bir deger olarak öne cikmak durumunda.
    Insanoglu kendini sadece okul siralarinda, askerlikte ve ehliyet sinavlarinda ölcüyor. Bu daha fazla devam edemez. Kendi sesi, karakteri olmayan, bedeniyle birlikte ruhuna da bakmayan, bir mürsit psikoterapist karisimi bir kocu olmayan insan en ufak bir rüzgarda deist de olur, ateist de olur. Bu bakimdan artik eski tarz rehberler yerine belki de böyle koclarimizin olmasi lazim. Öyle koclar ki, sadece belli kesim insanlar degil, bütün dünya kendine kolaylikla uyarlayabilsin.

    • Hocam bir metafor olarak kullandım bu misali. Hayattaki birçok konuda, bilhassa birbiri üzerine eklenerek gelişen konularda kullandığım bir metafor.
      Benzer başka örnekler de kullanılabilir. Zira bu benzerlikler sayesinde problem olan yerlerin kesfedilmesi kolaylasabilir.
      Bir bebek önce oturur, sonra yerde sürünür, sonra emekler, sonra yürür, ondan sonra koşar.
      Yetişkin bir insandan örnek verelim. Tayland dilinde yazılmış bir kitap okumayı istediğinizi varsayın misal. Kitabın alfabesi de dili de her şeyi farklı. Lakin içinde bazı resimler var. Bu kitabı elinize aldığınızda sadece resimlere bakarak bir fikir edinebilir misiniz? Belki kabaca bir fikir sahibi olabilir insan. Kitap bitkiler hakkında, yemekler hakkında vb gibi genel bir kanaate sahip olabilir. Bu kanaati oluştururken resimlerden algilayabildigi kısıtlı informasyonu kendi “hayal gücü” ile birleştirerek kanaatini “büyütedebilir”. Peki bu kitabı adam akıllı okumadan sahip olduğu ve hayali ile zenginleştirilmiş bu kanaati gerçeği yansıtır mi? Kitap hakkında gerçek bilgiye sahip olabilmek için bir dili yeni öğrenen bir çocuk gibi önce o Tayland dilinin alfabesini, sonra yavaş yavaş o dilin kendisini, okumasını anlamasını o dil ile düşünmesini öğrenmesi gerekir ki o kitabı gerçek manada okuyup kitabın hakiki bilgisine ulasabilsin. Eğer insan bunu yapmak yerine sadece hayalinde kurduğu ön yargılarla sahip olduğu kanaat ile karar verecek olursa bu doğru bir karar olur mu? Doğru karara ulasabilmek için resimlerden edindiği kısıtli informasyonla kendi kurguladığı ön yargılari yıkıp en baştan ise koyulması gerekir.
      Benzer durum bir binanın duvarları için de geçerli. Taşlar asgidan yukariya doğru, üzerine sırayla eklenerek dizilir. Bu dizilim hendese, ölçüm ve ciddi bir hesap gerektirir. Eğer ki taşlar dikkatsizce dizildi ise herhangi bir sallantı durumunda duvar zarar görecektir. Bu şekilde zarar görmüş bir duvarı dışarıdan destek müdahalelere korumak veya sağlamlaştırmak ne derece mümkün olabilir?
      Bu metaforlarin kişilik gelişiminden hayat anlayışına, inanc sisteminden düşünme metodolojisine birçok duruma uyduğu kanatindeyim. Duvardaki her bir taş, bir bilgi ve informasyon olarak değerlendirilebilir, veya her bir bilgi kitap metaforundaki bir harf ile sembolize edilebilir. Sonuç itibariyle eğer bir yerde uyumsuzluk, çelişki gibi durumlar varsa sonradan yapılan itme çekme tarzı küçük müdahaleler başka yerlerde bozulmalara sebep olabilir. Bu nedenle her şeye en baştan yeniden başlamak, başlamadan önce de temel sistematiği, planlamalari yapmak daha sağlıklı sonuç verecektir. Söz konusu inanç ise, benim inanç sistemimde neleri kırmızı çizgi yapacağımı, neyi sorgulanmaz doğru kabul edeceğimi baştan belirlemem gerekir.
      Şehadet alemi ve gayb alemi, somut ve soyut kavramlar içerisinde bilgiye nasıl ulaşacağımı baştan belirlemem gerekir. Duvarın hangi seviyesinde hangi tür hangi kalitede taşlar kullanmam gerektiğini belirlemek gibi. Sonrasinda bu sistematik üzerine taşları en baştan teker teker örecek olursam duvar düzgün olur.

      Örneklerdireyim.

      Bir insan müslim ise eğer, gayb alemi ile ilgili bilgi sadece Allah’ın (CC) yanındadır şeklinde iman etmesi gerekir.

      وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
      Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. (Gaybı) O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Herhangi bir yaprak düşmüş olsa mutlaka onu bilir. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık Kitap’ta yazılıdır. (6/En’âm, 59)

      وَيَقُولُونَ لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۚ فَقُلْ اِنَّمَا الْغَيْبُ لِلّٰهِ فَانْتَظِرُواۚ اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ۟
      “Ona Rabbinden bir ayet/mucize indirilmesi gerekmez miydi?” diyorlar. De ki: “Gaybın (bilgisi) yalnızca Allah’a aittir. (Ne zaman ve kime ayet/mucize vereceğini bir tek O bilir.) Bekleyin (bakalım)! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
      (10/Yûnus, 20)

      Allah (CC) peygamberlerine bunu ilan etmelerini emretmiştir.

      قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
      De ki: “Ben kendime, Allah’ın dilemesi dışında ne fayda ne de zarar verme gücüne sahibim. Şayet gaybı biliyor olsaydım, hayrı çoğaltırdım/daha fazla mal toplardım ve hiçbir kötülük bana dokunmazdı. Ben, yalnızca inanan bir topluluk için uyarıcı ve müjdeciyim.”
      (7/A’râf, 188) Burada hitap edilen peygamber Rasulullah(sav)dir.

      وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْرًاۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
      “Ben, size Allah’ın hazinelerinin yanımda olduğunu söylemiyorum. Gaybı da bilmem. Size melek olduğumu da söylemiyorum. Ayrıca gözlerinizin hor görüp aşağıladığı (fakir müminlere, sırf sizi razı etmek adına) ‘Allah bunlara bir hayır vermeyecektir.’ diyemem. Nefislerinde olanı en iyi Allah bilir. (Bunları söylersem) şüphesiz ki o zaman zalimlerden olurum.”
      (11/Hûd, 31) Bu ayetteki peygamber Nuh(as)dir.

      Peki insanoğlu gayb alemi ile ilgili soyut alemle ilgili bilgiyi nasıl öğrenebilir? Melekleri, ahireti, cenneti, cehennemi, Allah’ı(CC) nasıl kavrayabilir veya anlayabilir?

      مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
      Allah pis ile temizi birbirinden ayırmadan, siz müminleri bulunduğunuz hâl üzere öylece bırakacak değildir. Allah sizi gayba muttali kılacak da değildir. Fakat Allah (gaybı bildirmek için) resûllerden dilediğini seçer. Allah’a ve resûllerine iman edin. Şayet iman eder ve sakınıp korkarsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.
      (3/Âl-i İmran, 179)

      Adem(as)dan Rasulullah(sav)’e kadar gayb alemi ile ilgili bilgi resuller aracılığıyla insana iletilmiştir. Gaybdan bize bilgi getire(bile)cek ve getirmiş en son insan Rasulullah’tır, sallallahu aleyhi ve sellem.

      Şimdi bir insan bu temel kaideye iman ederse bunun üzerine bilmediği ve bilmesinin mümkün olamayacağı konularda fikir sahibi, inanç sahibi olursa ne olur? Farkında olarak veya olmayarak kendisi ile çelişmeye başlamış taşları yanlış koymaya başlamış olur. Zira devreye hayal gücü, kuruntu ve zannlar girmeye başlamıştır.

      وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَنًّاۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
      Onların çoğu yalnızca zanna uyar. Doğrusu zan, (hak gibi kesin bilgiye/vahye dayanmaz. Bu sebeple de) hakkın yerine geçmez/hakkın verdiği (mutmainliği) sağlamaz. Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını bilir.
      (10/Yûnus, 36)

      Allah (CC), insanoğlunu meşgul eden tüm sorulara vahiy aracılığıyla cevap vermiştir. Niçin yaratıldığımız, dünya hayatını nasıl adil ve huzurlu kılacağımız, neyin erdem ve fazilet olduğu, hakkın ve batılın mahiyeti, ölüm ve ötesine dair merak edilenler… hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak şekilde açıklanmıştır. Yani tarih boyunca insanlığın peşinden koştuğu hakikat/hikmet/erdem İslam’da belirlidir ve vahyin dışında aranmaz. Vahyin dışına taşan tüm hakikat arama faaliyetleri zanna uymadır ve Allah (cc), vahyin karşısına konmuş zannı yermiştir. Sahiplerinin bu arayışa felsefe, atalara uyma, gelenek, ilham, salih rüya, seyr-i sûluk… isimlerini vermesi, onu zan/hevaya uyma/tahminle iş yapma olmaktan çıkarmaz.

      Misal bir insan elinde hiçbir delil yokken meleklerin kaç tane kanadı vardır gibi bir konuda akıl yürütebilir mi? Peki kıyamet ne zaman kopacak konusunda? Ya da Allah’ın(CC) zaman ve mekandan münezzeh olup olmadığı konusunda? Bu gibi konularda akıl yürütme mümkün müdür tüm bu ayetlere rağmen? Yukarıda örneğini verdiğim ayetlere, ki başka ayetler de var, ve konuyla alakalı onlarca hadise karşın bu yapılarsa eğer, bunun adı ne olur? Bu ayetlere karşı gelen insanın halen mümin ve müslim olduğunu öne sürmek bile başlı başına büyük bir çelişki olmaz mı?

      İnsanların en hayırlıları olarak nitelendirilen Ashab-ı Kiram, Tabiin ve Tebe-i Tabiin gayb alemi ile ilgili tek bir “yorum” dahi yapmamis, hep Kur’an ve Sünnet ile bildirilen ile sınırlı kalmış, Allah(CC) ve Resulü(sav) en bilendir deyip kendilerine ait en ufak bir söz dahi söylememişlerdir. Şehadet alemi denilen somut olaylarla alakalı olarak ise, ihtiyac durumunda, icma, kıyas, istinbat, içtihat gibi yolları kullanmışlardır. Kur’an ve Sünnet incelendiğinde her daim karşımıza çıkan manzara gayb alemi ve şehadet alemine yaklasimdaki bu temel farktır.

      Sonraki dönemlerde Yunan felsefesinin çevirileri sonrası ögrenilen Aristo mantığından hareketle yapılan akıl yürütmeleri Kur’an mahluk mudur tartışmasına yol açmış, bu durum Allah(CC) “haşa” her yerde hazır ve nazır gibi yeni küfürlerle devam etmiş, Hint-İran dinlerinden esinlenilen tasavvuf anlayışı ile Allah’ın(subhanehu ve teâlâ) Zat-ı Subhanisi hakkında “haşa ve kella” maddi alemin önünde arkasında içinde dışında gibi küfürler birbirini kovalamış, sonrasında da enelhak küfrü ile doruk noktasına varmıştır.

      Görüldüğü üzere bir yerde yanlış konulan tek bir taş sonrasında tüm duvarın yamuk bir şekilde inşa edilmesi sonucunu doğuruyor. Böyle bir duvarın krizlere, sallantılara, depremlere ne kadar dayanacagi ortadadır. Bu nedenle çözüm gerekirse taşları teker teker bozup duvarı en baştan düzgün örmektir.

      وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
      İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Onun dışındaki yollara uymayın. Yoksa sizi (Allah’ın dosdoğru olan) yolundan saptırırlar. Korkup sakınasınız diye bunu size emretti.
      (6/En’âm Suresi, 153)(İbni Mesud (ra) anlatıyor: “Bir gün Allah Resûlü (sav) eliyle bir çizgi çizdi sonra dedi ki: ‘Bu Allah’ın (cc) istikamet üzere olan yoludur.’ Sonra o çizginin sağına ve soluna bazı çizgiler çizdi. Sonra dedi ki: ‘Bunlar, her birinin başında o yola davet eden birer şeytanın bulunduğu yollardır.’ Sonra Allah Resûlü (sav) bu ayeti okudu.” (Darimi, 202; Ahmed, 4437)
      Kur’ân ve sahih Sünnet, hak yolun bir tane olduğunu, onun da vahiyle açıklandığını (2/Bakara, 38), bunun dışında kalan tüm yolların sapıklık olduğunu (10/Yûnus, 32), farklı yollara sapanların hakikatte hevalarına uyduğunu açıklamıştır (45/Câsiye, 18). )

      Rabbim hepimizi Kur’an ve Sünnet yoluna hidayet etsin, sırat müstakim üzere eylesin ve bu iman ile kabre girmeyi nasip etsin.

  7. Eyup Bey, Ilgi gosterip, ciddi zaman ayirarak cok detayli cevap verdiginiz icin cok tesekkur ederim. Cok Sagolun. Ilminizin bereketlenerek artmasini dilerim.

  8. Eyup bey, cevabınızı birkaç kez okudum. Çok önemli ve istifade edici bu açıklamanız için teşekkür ederim.
    “Söz konusu inanç ise, benim inanç sistemimde neleri kırmızı çizgi yapacağımı, neyi sorgulanmaz doğru kabul edeceğimi baştan belirlemem gerekir” diyerek örnek olarak yorumunuzu “gayb alemi ile ilgili bilgi sadece Allah’ın (CC) yanındadır şeklinde iman etmesi gerekir” şeklinde açıkladınız.
    Sizin çalışmalarınız ve okunmalarınız neticesinde inanç sisteminizde başka neler kırmızı çizgileriniz, başka hangi konuları sorgulanmaz doğru kabul ediyorsunuz?

    • Hocam sadece Kur’an ve Sünnet.
      Kur’an’ı cüzler, hatimler bitirmek amacıyla okumak için okumak yerine her ayeti kelime kelime anlamaya gayret ediyorum. Bunun için lazım oldukca Arapça bilgisi edinmeye çalışıyorum. Ayetlere nasıl anlam veriliyor, kelimenin hangi anlamı veya anlamları var, Kuran’da başka nerede geçmiş ve hangi anlamlarda kullanılmış. Taberi Tefsiri ve İbn-i Kesir tefsiri kullandığım iki önemli kaynak. Bu kitapların en güzel özellikleri ayetleri öncelikle Kuran’daki diğer ayetlerle, sonra hadislerle sonra da Sahabe ve Tabiin dönemi âlimlerinin nasıl anladıkları ve anlattiklari ile irdeliyor olmaları. Kendi görüşlerini ayrı olarak ifade etmeleri. Bir yerde karşıma çıkan ve tam anlamadığım bir şey oldu mu, onu Buhari ve Müslim başta olmak üzere hadis kaynaklarından da araştırıyorum. Hadis konusunda rivayet silsilesi nasıl, kopukluk var mı, raviler saki mi gibi hadis usulüne yönelik kavramlar var. Hadis nasıl sınıflandırılır, hangi durumda sahih, hangi durumda zayıf, hangi durumda uydurmadır, bunların kriterleri neler. Bunları irdeliyorum. Bu konularda icma var mı, ihtilaf var mı, ihtilaf varsa kimler hangi gerekçelerle ihtilaf etmiş kısmına dikkat etmeye çalışıyorum. Eğer mümkünse bu ayet veya açıklayıcı hadiste ortamda bulunan kişiler, raviler kimler, bu insanlar nasıl insanlar, bu insanların hayatlarını okuyorum. Yaşanan bir olay varsa nerede yaşanmış ve risaletin hangi döneminde hangi yılda yaşanmış, yıl bilinemiyorsa hangi olaydan önce hangi olaydan sonra yaşanmış, mümkünse bunu öğrenmeye çalışıyorum. Eskiden elimde basılı daha fazla kitap varken bazen kitapları yere sacmis oluyordum, şimdi ise genellikle bilgisayarda onlarca açık pencere oluyor. [Dipnot: Kur’an ayetleri yazılı olan bir kağıdı yere koymamak gibi bir belki hüsnü niyetle ortaya konmuş ama özünde batıl bir inanç var ya bizim toplumun kültüründe, Aişe(rah) validemizden birden fazla rivayet var ayetlerin yazılı olduğu derileri kemikleri yaprakları başlarına koydukları yastıkların altına, duvardaki deliklere sakladiklarina dair. Mühim olan ayetlerin kalbe yazılı olması, ve o ayetlerin hayata yansimasi]
      Hasılı bir seyi iyice oturtmadan idrak etmeden başka bir şeye geçmemeye çalışıyorum. Bazen öyle oluyor ki tek bir ayet ile başlayıp onun için saatlerce hadis siyer sahabe hayatı tabakat okumuş halde buluyorum kendimi. Kötü bir benzetme olabilir belki ama her şeye bir araştırmacı gazeteci veya dedektif misali yaklaşmaya çalışıyorum. Allah(CC) ve Resulünden(sav) olan bir şey varsa sorgusuz sualsiz bu günün şartları ile örgülenip şekillenmiş mantığıma uysa da uymasa da kayıtsız şartsız kabul ediyorum. Kafa yormuyorum. Eski Yunanca kelime olan “dogma” kavramı Türkçede aşağılayıcı bir anlam kaymasına uğramış, kötü çağrışımları olsa da Yunanca terminoloji açısından sorgusuz sualsiz kabul etmeyi karşılayan tek bir kelime. Türkçedeki anlamıyla değil de eski yunancadaki anlamıyla kullanabilirsiniz isterseniz bu durumu betimlemek icin. Zira bilimin sınıra gelen noktalarında da benzer zorunlu kabuller var. Bilimle ilgili sınırlarınızı zorlamak isterseniz Almanca veya İngilizce güzel kaynaklar bulabilirsiniz internette. Türkçe birşeyler yok.

      Hasılı inanç dünyasında benim tek zorunlu ve sorgusuz sualsiz kabulüm Kuran ve Sünnet. Diğer tabiriyle nass. Tagutun biri (RTE) sayesinde bu kelime de anlam kaymasına uğradı ya Türkiye toplumunda, ne desem bilemiyorum.

      Örneklerdireyim.

      Miraç hadisesi. İnsanın kafasini karıştırabilir, ki Mekke döneminde başlangıçta bazı sahabelerin bile karistirmis, lakin doğru olanın Ebubekir-i Sıddık(ra) yaklaşımı olduğu anlaşılmış, sonrasında da diğer sahabeler de bunu idrak ederek, Rasulullah’in(sav) karşısındaki hemen her sözlerini Allah(CC) ve Resulü(sav) en bilendir şeklinde bitirmeye başlamış. Bir şey “akılla bilinecek durumda değilse”, ziraat, ticaret vb günlük hayata yönelik, sosyal ve/veya somut yönleri olan kavramlardan degilse, ve bunun üzerine Allah(CC) ya da Rasulullah(sav) tarafından beyan edildiyse bu şey hakkında yorum yapmadan düşünmeden kabul ediyorum.

      Misal, Allah’ın(CC) iki eli vardır ikisi de sağ elidir şeklinde sahih bir hadis var. Bir sürü insan buna benzer mutesabih kavramlari kendilerince anlamaya girişmiş, güya tefsir etmiş ve işte bu noktada gaybi Allah’tan(CC) başka kimsenin bilemeyeceği yukarıdaki yazıda yazdığım ayetlerle çelişmeye başlamış. Sahabe ve Tabiin döneminde bu kavramlar yorumsuz şekilde kabul edilmis, Rasulullah(sav) nasıl dediyse öyledir denmiş ve susulmus. Allah(CC) yarattıklarına benzemez de bir hadis. İki eli vardır ve ikisi de sağ elidir de bir hadis. Bu iki el Allah’ın(CC) Rahman ve Rahim olmasıdır demenin hiçbir anlamı yok zira Rasulullah(sav) bunu açıklamamış. Benim yapmam gereken şey, benim aklım daha maddi alemin sınırlarını bile kavramaktan aciz, Allah(CC) hakkında “haşa” mutlak manada kavramak gibi bir durum nasıl mümkün olsun, Rasulullah(sav) ne dediyse ve nasıl dediyse öyledir, ben bilemem, Allah(CC) ve Resulü(sav) bilir demekten ibarettir.
      Allah’ın(CC) arşa istiva etmiş olması, her gece dünya semasina inmesi, hayat, ilim, basir gibi sıfatlarının olması, ilk dönemlerde hiç üzerinde tartışma konusu olmamışken, felsefenin “karıştırılması” ile birlikte herhangi bir delile dayanmadan tamamen varsayım ve cikarimlarla aciklanmaya çalışılmış. Oysa ilk dönemlerde bu kavramlar hakkında Allah’ın (CC) şanına nasıl yakisiyorsa öyledir denmiş ve ötesine gecilmemistir.

      Şahsi kanaatimce (Rasulullah (sav) dışında her insanın yorumu, görüşü, kanaati sorgulanip eleştirilebilir, ki sorgulamak da gerekir) insanoğlunu en çok özgür kılan seylerden birisi bazı şeyleri bilemeyeceğini bilip de bilmiyorum diyebilmesi.
      İman etmenin en önemli gereği ise bilinmeyen ve bilinmesi mümkün olmayan her şeyi ancak Allah’ın(CC) bilecegini ve bildirdigi kadarıyla resullerinin bilecegini kabul etmektir. Kuran’da geçen akletmez misiniz ifadelerinin bulunduğu ayetlere bakacak olursanız insana hep somut kavramlar üzerinde tefekkür etmesi işaret edilmistir. İnsan aklı somut olanı, fiziksel olanı anlayabilir. Somuta dayali olarak gelişen soyut kavramları da bir noktaya kadar anlayabilir. Lakin somut ile bağlantısı olmayan melek gibi, ahiret gibi, Allah’ın (CC) Zat-ı Subhanisi gibi kavramları akıl ile anlamaya çalışmak bile başlı başına çelişkidir.

      Şunu da unutmamak lazım ki, bu din yaklaşık olarak 23 yıllık bir sürede nazil oldu. Sadece Bakara suresini 12 yılda ezberlemis bir Hz. Ebubekir(ra) var ve bu insan Rasulullah’tan(sav) sonra insanların en hayırlısı. Öyle ise benim acele etmeden, sabırla, sağlam ama emniyetli bir şekilde dinimi ilmek ilmek dokumam lazım, bu amaçla yaşamam lazım. 23 yıllık bir film çekmek mümkün mü? Günümüz şartlarında bile mümkün değil, lakin benim olabildiğince elimden geldiğince sanki o kutlu atmosferde Rasulullah(sav)’in yanı başında tıpkı bir Abdullah İbn-i Mesud(ra) gibi, bir Abdullah İbn-i Ömer(ra) gibi inen her ayete, yaşanan ve ders alınması gereken her olaya, Rasulullah(sav)in ağzından çıkan her söze ve insanlar arasındaki davranışlarına şahit oluyormuscasina üç boyutlu olarak “kavramaya gayret etmem” lazım. Kavramak kesinlikle ve kesinlikle mümkün değil, zira o ortamda değiliz, lakin gayret etmek lazım. Her şeye mümkün olduğu ölçüde üç boyutlu 5N1K yaklaşımı ile yaklaşmak duvarı sağlam örmeyi sağlayabilir.

  9. Eyup Hocam, Islami, Kurani anlamadaki muazzam gayretinize hayran oldum. Maşallah. Bizimle de paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Benim gibi birçok insanın gayretini kamçılayacağından eminim. Sansürsüz , olduğu gibi bu değerli ve farklı yorumları bize ulaştırdığı için TR724 Yöneticilerine ve kıymetli yazarlarına da teşekkür ediyorum. Yorumlarınızı büyük bir zevkle ilgiyle takip ermeye devam edeceğim. Saygılar.

  10. Ahmet Kurucanin yazilarini okuyup Ataist olmamak cok zor. Bir biri ile celiakili ayetleri vs cok güzel ortaya koyuyor ve bu kitap Allah dan degil dedirtiyor.

    Kâfirler için hazırlanan, yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının.) [Bekara 24]

    (Âyetlerimizi yalanlayan kâfirler, Cehennemliktir, orada ebedi kalırlar.) [Bekara 39]

    (İnkârcının [kâfirin] az bir süre rızkını verir, sonra onu Cehennem azabına maruz bırakırım. Orası ne kötü yerdir.) [Bekara 126]

    (Allah’tan kork denilince işlediği günahlar sebebiyle daha çok gurura kapılan kimseye, Cehennem yetişir. Ne kötü yataktır orası.) [Bekara 206]

    (İnkârcıların [kâfirlerin] dostları tâğuttur, onları aydınlıktan karanlığa sokar. İşte bunlar Cehennemliktir, orada ebedi kalırlar.) [Bekara 257]

    ([Mubah bilip] tekrar faizcilik yapanlar Cehennemliktir, orada temelli kalırlar.) [Bekara 275]

    (İnkârcıların [kâfirlerin] malları da, evlatları da Allah indinde bir fayda sağlamaz [onları cezadan kurtaramaz.] Onlar Cehennem yakıtıdır.) [Al-i İmran 10]

    (İnkârcılara de ki: Mağlup olacak ve Cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir yerdir!) [Al-i İmran 12]

    (Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Ona ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalblerine korku salacağız. Gidecekleri yer de Cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!) [Al-i İmran 151]

    (İnkârcıların diyar diyar [refah içinde] gezip dolaşmaları seni [ümmetini] aldatmasın! Bu [tez gelip geçen] az bir menfaattir, sonunda onların varacakları yer Cehennemdir. Orası ne kötü yerdir!) [Al-i İmran 196, 197]

    (Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları yarın [elbette] ateşe sokacağız.) [Nisa 56]

    (Bir mümini [mümin olduğu için] kasten öldürenin cezası, içinde ebedi kalacağı Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.) [Nisa 93]

    (İşte onların [Allah’ı bırakıp şeytanı dost edenlerin] yeri Cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamazlar.) [Nisa 121]

    (İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, Cehennemliktir.) [Maide 86]

    (Âyetlerimizi yalanlayıp büyüklük taslayanlar, Cehennemliktir, orada temelli kalırlar.) [Araf 36]

    (Kâfirlikte ısrar edenler Cehenneme toplanacaktır.) [Enfal 36]

    (Müşriklerin, Allah’ın mescitlerini imar etmeye yetkileri yoktur. [Beğendikleri] bütün işleri boşa gidecek; ebedi olarak ateşte kalacaklardır.) [Tevbe 17]

    (Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.) [Tevbe 49]

    (Şu gerçeği anlamıyorlar mı: Allah’a ve Resulüne karşı gelene muhakkak içinde ebedi kalınacak Cehennem ateşi vardır.) [Tevbe 63]

    (Allah, erkek kadın münafık ve kâfirlere ebedi kalacakları Cehennem ateşini hazırladı. O ateş onlara yeter. Allah onlara lanet etti. Onlara bitmez tükenmez bir azap vardır.) [Tevbe 68]

    (Müşriklerin Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akrabaları bile olsa, artık onlar için, Peygamber de, müminler de istigfar edemezler.) [Tevbe 113]

    (Şakiler [azaba maruz kalanlar] ateştedir, orada feci şekilde inleyip, solurlar.) [Hud 106]

    (Şaşacaksan, onların, “Biz toprak olduktan sonra mı yeniden yaratılacağız?” demelerine şaşmak gerekir. İşte onlar Rablerini inkâr edenler, boyunlarına demir halka vurulanlardır. Onlar Cehennemliktir, orada temelli kalırlar.) [Rad 5]

    (Sağlam söz verdikten sonra Allah’a verdiği sözde durmayanlara, Allah’ın emrettiği bağları koparanlara [akrabalık bağlarını kesenlere] ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara lanet olsun, kötü yurt, [Cehennem] onlaradır.) [Rad 25]

    (Allah’ın nimetine nankörlük eden ve kavimlerini helâk yurduna [Cehenneme] sürükleyen [müşrikler] ler, oraya girecektir. Orası ne kötü bir karargahtır.) [İbrahim 28, 29]

    (Biz Cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık.) [Kehf 102]

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin