YORUM | M. NEDİM HAZAR
Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü (IDEA), ‘daha fazla sayıda ülkenin otoriterliğe doğru kaydığını, tehdit altındaki yerleşik demokrasilerin sayısının da hiç bu kadar yüksek olmadığını’ açıkladı.
Stockholm merkezli hükümetler arası örgüt tarafından hazırlanan ‘Küresel Demokrasi Durumu 2021 – Pandemi Çağında Direnç Oluşturma’ isimli raporda ‘popülist siyaset, muhalifleri susturmak için Covid-19 salgını kısıtlamalarının kullanılması ve toplumları kutuplaştırmak için dezenformasyonun kullanılması’ başlıklarını sıralamış.
IDEA, ayrıca 1975’ten bu yana derlenen verilere dayanarak, demokrasinin durumuyla ilgili 2021 araştırmasında, “Her zamankinden daha fazla ülke ‘demokratik erozyondan’ mustarip” değerlendirmesinde bulunuyor.
Dünya Demokrasi Endeksinde Türkiye düşme liginde, dibe demir atmış durumda.
Aşağıda görseli olan amcayı muhtemelen tanımıyorsunuzdur. Ben tanımıyordum. Söyleyeyim; Macaristan Başbakanı Viktor Orban.
Orban’ın kişiliği ile Tayyip Erdoğan’ın kişiliği arasında muazzam bir benzerlik var.
Ve dahası Macaristan ile Türkiye’nin kaderi arasında da.
Örnek vereyim;
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi olmasına iki ülke karşı çıkıyor.
Birisi Türkiye…
Diğeri ise Macaristan.
Meclis’te yaptığı konuşmada “Diktatör diktatörün dostudur” deyimini hatırlatırcasına şöyle dedi:
“Türkiye’nin çekincelerine ilişkin olarak söylemek isterim ki, onlar da bizim müttefikimiz ve bu nedenle onların sesini duymamız gerekiyor.”
Aslında Orban’ın Erdoğan aşkından kaynaklanmıyor bu tutum.
Zaten bir cümle sonra çıkarmış ağzındaki baklayı:
“Komünizm döneminde on yıllar boyunca Moskova’nın hakimiyetinde olan ülkemizin İskandinav ülkelerinin NATO’ya katılım tekliflerini desteklemesi ahlaki bir yükümlülüktür” dedikten sonra ekledi:
“Ancak öncesinde bazı ciddi tartışmaların yapılması gerekiyor.”
Sonrası ipe un dizme çabaları…
Macaristan ile Türkiye arasındaki benzerlik, sadece otoriter liderlerinden kaynaklanmıyor.
Macaristan’daki son seçimlerde de tıpkı bizdeki gibi 6 siyasi parti Orban’a karşı bir masa kurdular ve ittifak oluşturdular.
İşin ilginç tarafı, tıpkı şu an ülkemizde muhalefetin içinde bulunduğu hava gibi uzun süre Macaristan’da bu ittifakın seçimi kesin kazanacağından bahsediliyordu.
Peki nasıl oldu da Macarlar sadist bir despotu seçtiler?
Biraz yakından bakalım.
Viktor Orban Macaristan’da iktidarı 2010 yılında ele geçirdi. Yani bizimkinden yaklaşık 8 yıl sonra.
Orada da gidişata dur demek isteyen apayrı görüşteki 6 parti bir araya geldi ve bir belediye başkanını aday gösterdiler. (Bizde Yavaş ya da İmamoğlu’nun adaylığı olsaydı tam uyumlu olacaktı!)
Onların da bir Muharrem İnce’si var mesela.
Memleket Partisi’ne çok benzeyen bir parti; Jobbik. (Jobbic)
Orban, muhalefeti zayıflatmak için Jobbik’e yol verdikçe verdi ve oy oranları bir ara yüzde 20’lere kadar ulaştı.
İşte bu Jobbik son seçimlerde 6’lı koalisyonu sırtından bıçakladı mesela.
Muharrem İnce’ye aşırı benzeyen liderleri Gabor Vona, seçimlerden sonra görevini yapmış olmanın verdiği rahatlıkla görevinden istifa etti.
Muhalefetin adayı Peter Marki-Zay, tıpkı Kılıçdaroğlu gibi arkasına müthiş bir rüzgar almıştı.
Ve anketler…
Hemen hepsi Orban’a pek şans tanımıyordu.
Peter Marki-Zay yenilgi sonrasında sanki kendi ülkesi için değil de Türkiye için konuşuyordu:
“Orban’ı yenmek istiyorsak Macaristan’da değiştirmemiz gereken üç şey var. Birincisi anayasa. Bu anayasa demokrasi için değil. Denge ve denetleme mekanizmaları yok. Orban’ın gücü üzerinde bir sınırlama yok. Yani geçen yıl seçimi kazanmış olsaydık bile, Orban daha sonraki bir tarihte, altı ay sonra parlamentoyu fesh edip yeni bir seçimle tekrar iktidara gelecek fırsatlara sahipti. Dolayısıyla bu anayasa Orban’ın iktidarda olmasının ve kalmasının nedenlerinden biri. İkinci husus ise seçim yasası. Dünyada pek çok farklı seçim kanunu var. Orban, sadece Fidesz tarafından kabul edilen, sadece Orban’ın partisi tarafından kabul edilen bir tane (seçim yasası) yarattı. Başka hiçbir parti bu seçim yasasını kabul etmedi. Bu, Fidesz’in her zaman kazanacağını garanti ediyor”
Hatırlıyor musunuz Bülent Arınç’ın “Yazı da gelse, tura da Tayyip Erdoğan kazanır” demesini.
Ve devam ediyor.
“Ellerindeki medya ile yalan, kara propagandayı dibine kadar kullandılar. Rus gazını keseceğimizi, hastaneleri kapatacağımızı, halkı Ukrayna’ya göndereceğimizi, emeklilerin maaşlarına el koyacağımızı ve daha bin tane yalan yaydılar ve buna halkı inandırdılar!”
Yani biz havuz medyası deyip aşağılıyoruz ama halkın nezdinde bir karşılığı olabiliyor pekala!
Ve yenik aday Marki-Zay altın değerinde bir de nasihatte bulunuyor. Hem de doğrudan Türkiye muhalefetine veriyor bu nasihati:
“Kamusal söylemi belirlemek, halkı bilgilendirmek, onları harekete geçirmek, halka indirmek…Aslında biz Macaristan’da seçim hileleriyle mücadelede çok başarılıyız. Orban’ın çok akıllıca davranarak Macaristan sınırları dışındaki neredeyse bir milyon kişiye oy hakkı verdi. Ben de Transilvanya’da, Romanya’da, Sırbistan’da, Almanya’da, Brüksel’de ve Londra’da kampanya yürüttüm. Macaristan dışındaki seçmenlere ulaşmaya çalıştık. Ama biliyorsunuz Fidesz küçük yerleşim bölgelerinde oldukça örgütlü bir parti ve bu seçmenlere kurumsal olarak erişebiliyordu. Bu küçük yerlerde belediye başkanları, sadece Fidesz’i desteklemeleri halinde mali yardım alıyorlar. Bu yüzden kapı kapı dolaşıyorlardı. Kapı kapı dolaşıp yanlış mesajlar, suçlamalar yayıyorlardı. Çok organize olmuşlardı”
“İşte muhalefetin de benzer şekilde organize olması gerekiyor. Kapı kapı dolaşmak zorundasınız. İnsanları ikna etmek ve çok etkili bir iletişim kurmak zorundasınız. Eğer bu durum anlaşılmazsa, mesaj yerine ulaşmayacaktır. Dolayısıyla, rejimin demokrasi olmasının onlar için neden daha iyi olacağını anlatmak için çok net bir pozisyona ihtiyaç var. Diktatörlerin manipülasyonlarından korkmayan sıradan insanlar özgürleşir. Ama gerçekten akıllı olmanız, sert olmanız ve kapı kapı dolaşarak insanlara gitmeniz, sosyal medyayı kullanmanız, bu insanları muhalefetin mesajlarını paylaşmaları için organize etmeniz gerekiyor. Umarım Türkiye’de Macaristan’da olduğundan daha az yıldırma, daha az göz korkutma vardır ve insanlar özgürlükleri için ayağa kalkarlar.”
Son cümlesindeki temenniye katılmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.