YORUM | VEYSEL AYHAN
-Bu yazı hayatını inanç parantezine almamış olanlar için bir anlam ifade etmeyecektir. Okumaları gereksizdir.-
Sinema filmleri bölümlerden oluşur. Karakterler ortaya çıkar, özellikleri vurgulanır, hikâye anlatımı başlar, olaylar düğümlenir ve filmin sonunda olay çözülür.
Bir filmin iki saat sürdüğünü düşünelim. Sadece bir kısmını seyretseniz olmaz. Son on beş dakikaya kadar seyredip bıraksanız hiç olmaz. Çünkü her filmin en önemli kısmı, merakın giderildiği kısım son on beş dakikadır. Senaryo yazarı anlatacağı hikâyeyi iki saat içinde örgüler. Son kısımda çözer. Bu sebeple de bir filmin tamamını seyretmeden değerlendirmek yanlış olur.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Aynı şey mini diziler için de geçerlidir. İkinci ve üçüncü bölümde hikâye bitmez.
Örnek vereyim. “Pi’nin Yaşamı”(Life of Pi) fevkalade bir hayat hikâyesidir. 2 saat sürer. Filmin son 20 dakikasını seyretmezseniz Pi’nin mücadelesinin sonucunu göremezsiniz. Sırtlan, zebra, orangutan ve Bengal kaplanının nelere tekabül ettiğini, neleri sembolize ettiğini anlayamazsınız. Hastanenin gizemini çözemezsiniz. Bu sebeple filmi eksik seyrettiğiniz için beyhude bir çabaya şahit olmuş olursunuz.
Bunları niye anlattım?
DÖRT ODA
İnsan hayatı tek bölümden oluşmaz. Bu “film” veya “mini dizi” dört bölümden oluşur.
Dört oda da diyebiliriz. Sırasıyla ziyaret ettiğimiz dört oda.
Her insan kendi filminin, kendi dizisinin baş rol oyuncusudur.
- BÖLÜM (Birinci Oda): Dünyaya gelmeden ruhlar aleminde yaşadığımız, belki de hür irademizle donanım seçimimizi yaptığımız ama şimdi hafızamızda olmayan bölüm. (Kâlû Belâ hayatı)
- BÖLÜM (İkinci Oda): Şu an yaşadığımız ve bitmeyecek sandığımız dünya hayatı.
- BÖLÜM (Üçüncü Oda): Hayatın hesabının verildiği, kabir ve haşri içeren mahkeme bölümü.
- BÖLÜM (Dördüncü Oda): Ödül veya ceza yeri.
Her insanın filmi bu dört bölümden oluşur. Filmin en önemli ve merak uyaran kısmı son iki bölümdür.
Ama insanların çoğu bu filmi sadece ikinci bölümden ibaret görür. Ona göre yaşar. Kalan 2 bölüme teorik olarak inansa da gerçekliğini hayatına yansıtmaz.
En büyük yanılgı dünya bölümünü filmin tamamı sanmaktır. İnsan bu zanla filmin sonunu dünyada görmek ister. Senaryonun sonunda olması gereken adalet, ceza ve mükafatın bu odada olmasını bekler. Filmin tamamı dünyada olup bitsin ister.
İNANÇ ZAYIF İSE…
Sıralı diğer iki odaya inancım zayıf ise dünyaya nasıl bakarım?
Mesela zalim bir hükümdarın saltanatını iyi bir şey sanırım. Eyvah! Ya, yaptıklarının karşılığını görmeden giderse, diye korkarım. Dünyada sürüm sürüm sürünsün isterim. Oysa dünyanın en ağır cezaları kabirde yaşanacak olanın yanında sivrisinek ısırığı gibi kalır.
Diğer iki odaya inancım zayıf ise saraylarda malikânelerde yaşamaya, lüks otomobillere, özel jetlere gıpta ederim. Güç ve iktidara önem veririm. Milyarlarca doları matah bir şey sanırım.
Paranın zaruri olandan fazlasının korkunç dert ve belalara hamile olduğunu anlamam.
Makamı vazgeçilmez bir şey sanırım. Kaybettiğimde üzülürüm. İçim kanar. Apoletlerimi hatırlayınca yutkunurum.
Servetim elimden alındığında feryat ederim.
Gençlik yıllarım haramilerce çalındığında gerçekte çalınmış sanırım. Zamanın zati değeri olduğunu vehmederim. Ebediyetle tazmin edileceğini düşünmem.
En büyük mahrumiyetin “Allah’ın huzuru”ndan gaflet olduğunu anlamam.
Pitbullar, çakallar üzerime saldırdığında bunlara takılırım. Gaflet eder onları muhatap alırım. İte köpeğe boşuna sövüp sayarım. Mülkün sahibinin izni olmadan yaprak kımıldamayacağını unuturum. Oysa yapmam gereken o mahlukata zerre kadar önem atfetmeden her şeyin gemini elinde tutana yönelmektir, O’na dert yanmaktır.
“Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olur” (Mesnevî-i Nuriye). Dünyada başarı kriteri olarak iktidar ve zenginlik alındığında yanıltıcı olur. İkinci odadaki (dünya) bir galibiyet veya sevince bakarak filmin sonunun da öyle olduğunu sanmak yanlış olur.
Filmin son bölümünde gülüyor olmanın yolu Yaratıcı’ya saygılı olmak, doğru ve dürüst yaşamak ve zulme bulaşmadan âdil olmaya gayret etmektir.
Eğer bu özellikler bende varsa dünyanın en fakir ve en mağlup insanı gibi görünsem bile bir önemi yok.
Dünyada başa gelenlerle filmin son bölümde bir kahraman olarak ipi göğüslemek kötü mü?
Kırk yaşında beni bulan bir kanser, tüm geçmişimi temizleyip direkt son odaya ulaştırıyorsa bu takdire kötü diyebilir miyim?
50 yaşıma geldiğimde yapacağım hatalarla, son iki bölümde kötü bir duruma düşeceksem 30 yaşında erkenden ölmem kötü mü?
Bir genç 18 yaşında çektikleriyle üçüncü bölümü yani hesap kısmını pas geçip direkt son odaya, mükafata erişiyorsa erken dünyadan ayrılmasıyla bir şey kaybetmiş olur mu?
Yaratıcıya isyanla geçecek, insanlara zulümle kirlenecek bir hayatı, daha az kul hakkı, daha az isyanla dolu kısa bir hayata değişmek mümkünse niye değişmemeyeyim?
Talihsizlik, genç ölmek veya erken ölmek değil, kötü yaşanan uzun ömürdür.
Diyelim ki sevdiğim bir insanla veya çocuklarımla 300 katlı bir gökdelene merdivenle tırmanıyorum. Bir görevli gelse “Sizden birine asansör kullanma piyangosu çıktı” dese ve sevdiğim birini asansörle direkt yukarı çıkarmayı teklif etse nasıl karşılarım?
Diğer iki odaya inancım zayıfsa buna isyan ederim. Hep beraber merdiven tırmanmayı tercih ederim. Ama yukarıda varılacak bir “oda” olduğuna inanıyorsam bilakis merdiven zahmetinden kurtulacak diye sevinirim.
Senaryoda tüm bölümlerde sevinç ve başarı aynı anda olmaz. “İlk gülen”ler sonda pek gülmez. İkinci odada makam, para ve şöhret içinde yüzüp diğer iki odada da bunu devam ettiren bir örnek bilmiyorum.
İktidar ve zenginlik sahibi bir işkenceci olmak, güçsüzleri ezmek bu bölümde karşılıksız kalıyor olabilir. Ama işkenceci son odada cehennemini inşa eden bir zavallıdır.
Yüksek kürsülerde bir el hareketiyle masumları zindanlara yollayan bir zavallı bu odada mutlu ve talihli görünebilir. Ama diğer iki odada yaşayacağı bahtsızlık neyle kıyaslanabilir ki!
Tüm bunları içselleştirmek Allah’a inancın kuvveti oranında, yakîn nispetindedir.
ZAMAN YANILGISI
Bir başka yanılgı bölümlerin uzunluğu ile ilgilidir.
Birinci odada (kâlû belâ hayatı) ne kadar kaldık bilmiyoruz.
İkinci odanın (dünya) duvarları aynadandır ve sonsuz genişlikte görünür. Oysa en dar oda dünyadır.
Üçüncü odadaki (haşir meydanı) kalış süremiz bu bölümdeki halimize bağlı. Dileyen göz açıp kapama hızıyla geçebilir.
Dördüncü oda (cennet-cehennem) sonsuz uzunlukta. Dünya yaşamı bin yıl bile sürse bu son odadaki sonsuz hayatın yanında hiçbir şey. Riyazî (matematiksel) olarak sıfır.
Nazar-ı ilahi veya kader mahrutî (kuş bakışı) bakar. Tüm bölümleri ve odaları birden ihata eder. Biz ise içinde bulunduğumuz ânın cüceleriyiz. Tüm bölümlere birden bakmayı başaramayız.
Eğer Yaratıcı’ya asi bir insan değilsek kader dünya hayatımızı son odaya göre kompoze eder. Bizi sevdiği ölçüde yükümüz ağırlaşır. Yok eğer biz her başına gelene feryat eden bir insansak bize “Ne halin varsa gör!” denebilir.
Şu an ikinci odadayız. Hayat devam ediyor. Ve ne mutlu ki henüz ölmedik. Düzelteceğimiz yanlışlar ve yapacağımız doğrular için hâlâ vakit var.
Ne güzel bir yazı…Kaleminize ,kalbinize sağlık. Temsiller mükemmel bir dürbün oldu benim için.
Kaderin cilvesine bak ki, insana aslini hatirlatan hakkaniyetli yazilarin orani, dini onemseyenlerin sitesinde bile, gorunur ışığın tum ışık spektrumuna orani gibi. Su hakikatler bu seneki sampiyon kadar, borsanin, para piyasasinin durumu kadar halen ilgimizi cekmiyorsa, Mahmut Akpinar’in dedigi gibi ‘biz zaten belamizi’ bulmusuz! 3. ve 4. odaya inanci kit ya da hakikatte nerdeyse hic olmayanlar sonra tutup bu ilahi inanc sisteminin temelini ve deger prensiplerini kendilerince daha ‘humanist’ gordukleri, kendilerice daha ‘dogru’ gordukleri her an degismeye mahkum ‘dar, bencil ve ahmakca’ yorumlarla degistirmeye kalkisiyorlar. Mâtteessuf ki, bu sitede yine dini konularda yazan bazi alim(!)ler bu seytani tuzagin ya aleti ya da kendisi oluyorlar; herseyi 2. odaya gore bicimlendirmek, anlamlandirmak istiyorlar. Ustad Hz.lerine atfen bir soz var: dunya hayati adina son nefeslerini alip verirken “imanla olmek ne kadar zor birseymis”! Tum hayati ‘iman’ hakikatleri uzerine kurulu bir ‘Bediuzzaman’ bunu soyleyen. Allah cc bizlere hakiki iman nasip etsin ve onda bizleri sabit kilsin insallah.
3 aydir burda bize zaten ne kadisi ne de seyhülislami kalan din üzerinden birilerine hos görünsün diye türlü elbiseler tasarlanmaya calisilirken yetim kalmisiz. Yazarimiz iyi ki tekrar geldi. Hepimiz iman elbisesini giysek zaten o din elbisesini cekirstirip durmazdik.
(Daha cok) iman (yazilari) isterük!
Celal abinin de dediği gibi, biz de isterük birde sözlerin tutulmasını isterük.
Yazarımızın kalemi cok güclü, teşbih ve tesbitler muhteşem ve yerli yerinde ancak ” yazıları okurken insan “son söz budur, aksini düsünen yoldan cıkmıstır tarzı bir sertlige rastliyor, H.E de ve Bediuzzamanda asla olmayan…
Son zamanlarda belli bir kesimi öylesine hedefe koyduk ki, sanki sadece onlar sorgulanacaklar, sanki cennet-cehennem sadece onlar icin var ve sanki bizler de magdur grup olarak her seyi halletmisiz. Bilemiyorum, Bediüzzaman, HE kendi dönemleri itibariyle daha ikna edici bir dil kullanmis olabilirler tabii.
Ama „Cehennem dahi lüzumsuz degil“ dedigimiz zaman hep zalimleri kastetmek gerekmiyor. Hepimiz bi sekilde baskalarina olmasa bile kendimize zulmedebiliyoruz. Bitakim temel bilgilere sahip olan insanlara belki de daha sert bir dil kullanmak gerekir. Ve belki de biz su an öyle bir zamandayiz.
Sahsen Seytan bana da bazen Kuranin dili ne kadar sert diyor. Bu dogru bile olsa celiski yok orda. Bizim bu odalar yolculugumuz bi kere cok ciddi bir yolculuk. 2. odaya geri dönme gibi bir sans yok. Simdi bakinca bu da sert. Öyleyse anlatimin da sert olmasinda hicbir mahzur yok, aksine gereklilik var.
Sirtimizdaki yük evet baya büyük. Ama Allah bu yükü bir filin, devenin üzerine yüklememis de benim üzerime yüklemis. Bu deger verilmeye muhatap olmak da ayri bi sey. O degeri istemeye talip olunca o yükü de istemis oluyoruz bi yerde.
Daglarin dahi kabul edemedigi o yuk, insana verilen ‘ene’ yukudur. Insan enesinin altinda ezilince, ondan herseye sahiplenen bir firavun cikar. Firavun, sadece Hz. Musa’nin (as) mucadele ettigi bir kral degildir; hepimizin icindeki, enenin, ‘nefis’ subesinin sahs-i manevisidir. Ustad Hz.lerinin tavsiyesine uyup o ucuz cam hukmundeki nefsini yere calip kirmassa insan, kiyas-i ilahi olarak verilen o cam parcasindaki gunesin isiltisini(aksini) kendinden bilip, ilahlik taslamaya kalkar. Is oraya varinca, Allah cc’in hukumlerine yorum yapmaya, kulp takmaya, egip bukmeye baslar: yok bu zamanda bu olur muymus, peygamber bu asirda gelseydi boyle soyler miymis, bence dinin ozu soyle olmaliydi vs. Hep, az sonra onu parcalayip icinden cikacak olan kufur ‘alien’(canavar)inin homurtari bunlar. Neydi bize tavsiye edilen: ‘Isittik ve itaat ettik’! Rabbim, bizleri hakiki mu’min olmakla sereflendirsin.
Yazıya değil de yorumlara yorum yapıyorum;bu kadar naif,ince ruhlu bir yazarın yazısında(yazilarında) sertliği nerede buldunuz gerçekten hayret ediyorum. Daha yumuşak nasıl yazılabilir ,tahayyül edemiyorum.