YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez tarafından kaleme alınan “Crónica de una muerte anunciada” adlı eserden daha önce bahsetmiştim. “Kırmızı Pazartesi” şeklinde Türkçeye çevrilen kitap “işleneceği herkes tarafından bilindiği halde hiç kimsenin engel olmadığı bir cinayet” hakkında. Kitabın okuyan kişide bıraktığı ilk his “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinin zamanla toplumsal duyarsızlaşmaya neden olacağıdır.
Son birkaç günde bazı devlet kurumlarının ‘tetikçi gazeteciler’ üzerinden gazeteci Cevheri Güven’e yönelik saldırısı ve Mahir Ünal’ın AKP genel başkanvekili sıfatıyla yaptığı “dezenformasyon yasası” açıklaması Marquez’in kitabını yeniden hatırlattı. Bu sefer oluşturduğu his ise “önyargılardan beslenen suskunluk sadece kişiye değil topluma da zarar veriyor” şeklinde oldu.
Gazeteci Güven hem iktidar hem de muhalefetten vicdanı körelmemiş kişilerin ulaştırdığı bilgiler üzerinden ülkedeki mafyatik yapıyı basitçe, herkesin anlayabileceği şekilde izah ederken kamuoyundaki sessizlik oldukça ilginçti. “Vicdanı korku ve menfaat arasında sıkışmış sıradan vatandaş”tan bir şey beklemek zaten hata olur, ama mesleğine, kendisine ya da ülkesine azıcık saygısı olan gazetecilerin ya da muhalif politik aktörlerin derin suskunluğunu nasıl izah edeceğiz? Türkiye’de binlerce hukuksuzluk ve mağduriyet yaşanıyor olmasına rağmen suskunluğun genel bir hal almasına ne diyeceğiz?
İşte tam da bu suskunluğun üzerine geldi Mahir Ünal’ın açıklaması. Ünal, yeni yasama yılında TBMM Genel Kurulunun ilk gündem maddesinin ‘dezenformasyon yasası’ olacağını söyledi. Cevheri Güven’e yönelik saldırı ve yaklaşan seçimler öncesi kamuoyuna yönelik manipülasyonlar dikkate alındığında bahse konu teklifin “sansür yasası” olacağı şüphesiz.
Mahir Ünal sıradan bir isim değil, AKP’nin seçim stratejisini belirleyen ekip içerisinde yer alıyor. AKP’nin sitesinde yer alan özgeçmişine göre sadece Türkiye’de değil Irak, Malezya, Kıbrıs, Lübnan, Mısır gibi birçok ülkede seçim kampanyalarında da görev almış bir isim. Anlaşılıyor ki Ünal’ın açıkladığı ‘sansür yasası’ yani susturma seçim stratejisinin bir parçası.
Erdoğan Rejimi ve derin ortaklarının sosyal medyaya yönelik hazırlığı aslında yeni değil. 2014 yılı Mart ayında Başbakan Erdoğan AKP’nin Bursa mitinginde “uluslararası komploların işin içinde olduğu… tivitır mivitır hepsinin kökünü kazıyacakları” mesajını vermişti. Normal şartlarda Erdoğan’dan beklenen sosyal medyaya yönelik müdahale konusunda oldukça “yerli ve milli bir duruş” göstererek kararlı ve hızlı olmasıydı. Ancak “Fetö Nefret Söylemi”nin dağıtımı ve 15 Temmuz Kumpasında sosyal medyanın işlevselliği işleri değiştirdi. Rejim ve derin ortakları kamuoyunun manipüle edilerek 15 Temmuz Cadı Avının zihinsel altyapısının oluşturulmasında sosyal medyayı tepe tepe kullandı, devletin örtülü örtüsüz ödenekleri seferber edildi ve hatta devletin kurumları birer manipülasyon merkezine dönüştü. Bu amaçlarına da bir dönem ulaştılar.
Ne zamanki 15 Temmuz Kumpası ve Cadı Avıyla ilgili cılız da olsa muhalif sesler ortaya çıkmaya başladı, önce 2019 yılında RTÜK torba yasasıyla sonra 2022’de Sosyal Medya Yasası ile iktidarın müdahale süreçleri yeniden hızlandı. Bu da yetmemiş olacak ki önce İletişim Başkanlığı bünyesinde ‘Dezenformasyonla Mücadele Başkanlığı’ kuruldu ve “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak lanse edilen bir teklif kamuoyu gündemine taşındı. Mahir Ünal üzerinden kamuoyu gündemine taşınan yasa teklifiyle de yeni bir müdahale sürecinin startı verilmiş oldu.
Özetle, siyasi iktidarın suçlarını ve manipülasyonlarını afişe eden herkesin “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma”dan suçlanacağı ve haklarında “bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası” isteneceği müjdesini verdi! Bu yasayla iktidarın suçlarını konuşmanın ne kadar tehlikeli olacağı, dolayısıyla susmaları gerektiği mesajı hem kamuoyuna hem de muhalif siyasi aktörlere verilmeye çalışılacak.
Dezenformasyonla Mücadele Yasası, Meclis’in açıldığı ilk gün politik aktörlerin önüne gelecek ve “önyargılardan beslenen suskunluğun bir toplumda neye neden olacağı”nı hep birlikte göreceğiz. O günden sonra da “hakikate savaş açanların yenilecekleri” mesajını zihinlerimize kazıyan Cevheri Güven değil, siyasi iktidar, onun derin ortakları, vicdanı korkuyla menfaat arasında sıkışan sıradan vatandaşlar ve muhalif politik aktörler susmak zorunda kalacaklar.
İnsanlar suskunluğu meselenin hala .etö olduğunu düşünerek devam ettiriyorlar. İnsanlar kendilerinden o kadar kopmuş ki kendisini birebir ilgilendiren konuları hala .etö ye yıkma kolaycılığına kaçıyor. Yani tarihin bir anında saplanıp kalmış. Meseleyi hala 15 temmuz üzerinden okuyor. Kendini .etö yerine vatansever olarak konumlandırıyor. Bu pozisyonunu terk etmek istemiyor ve yaşanılmış bir olayı zamanda durdurarak bir fotoğrafa çeviriyor.
Yani kendini dondurmuş durumda. Hatta artık hiç umursamıyor bile. Bu umursamazlık .etö meselesi değil, kendi meselesi. Ne kadar çaresizler ki meselenin kendi olduğunu görmek istemediğinden yüzleşmekten kaçıyor. Adeta kendisinden kaçıyor. O 15 temmuzda demokrasi bayramı kutlayan biridir. Ama bu kaçış çok pahalıya mal olacak. Suriye de Sünni Müslümanların başına ne geldiyse, nasıl bir tuzak kurulduysa benzeri yakında kendini yok sayan Müslümanların başına gelecek. Zaten hep yok sayılmışlardı, şimdi kendi kendini yok sayıyorlar.
Kapanan Meclis sanki kendi Meclisi değilmiş gibi davranan insanlar Meclis bombalandı diye nasıl bombalarlar diye Meclisi cezalandırmış sapkın tipler. Meclisin bombalanması sanki suçmuş gibi faturayı Meclise kestiler. İnsanlar bu sırada hayatta ve yaşıyorlardı, nefes alıyorlardı. Bu insanlar bu sansür yasasının kime hizmet ettiğini bilmeden aynı Meclisin fesih edilmesi gibi destekleyecektir. Çünkü kendisi .etö değil ya niye korksun ki? Halbuki nasıl korkuyorlar. Korkudan itiraz edemiyorlar, 15 demokrasi ve Meclissizlik bayramı kutluyorlar.
Sanki bütün mesele .etö yü ilgilendiriyormuş gibi, sanki sansür .etö nün derdiymiş gibi davranıyorlar. Ben ne itiraz edeceğim, ben .etö müyüm? Sanki itiraz etmek günah gibi, lanetlenmek gibi. Asıl bunlar bu yasadan sonra lanetlenecekler. Çünkü bu yasağın seçimle alakası yok. Başlayan olaylarla alakalıdır.
Işidi cihatçı müslümanlar içine yedirecekler ve Siyonist Kürdistan a, Kürtlere gönderecekler. Kürtün yıllar sonra eylem yapması tartışılmasın diye yasak geliyor. Önce Cübbeli hain çok dedi, temizlik şart dedi ve bunların hepsi havada kaldı ama tek bir somut örnek Siyonist Kürdistan dedi. Yani asıl hedefi arada sıkıştırdı çakal. Peşinden PKK eylem yaptı ve mıknatısın kutupları yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Müslümanlar kanlı olaylar sonrası kendilerini Işid olarak bulurlarsa şaşırmasınlar. Ben olsam bu saatten sonra Tayyip e asla güvenmezdim. En büyük satışı topu hep .etö ye atanlar görecek.
Olaylar 15 temmuzun daha kanlısı olabilir ve bunu karartarak yani karanlıkta yapacaklar. Bütün hikayeyi kendi kanalları üzerinden aktaracaklar. Mesela belki Kürtlere de farklı hikaye anlatılacak. Yani ikili bir hikaye anlatılacağı için ortamın üzerini örtüyorlar. Çok normal bir davranış. Hırsız da karanlığı sever. Bazı hayvanlar da karanlıkta avlanırlar. Uyumayı sevenler de karanlığı sever. Bu sayede kendi gerçeklerinden kaçmış olur. Ama ateş düştüğü yeri yakar. Sonra kapı kapı hukuk aramasın.