YÜKSEL DURGUT | YORUM
Devrim televizyonda gösterilmeyecek ….
Devrim tekrarlanmayacak, kardeşlerim ….
Devrim canlı olacak….
1970 yılında, Amerikan Sivil Haklar Hareketi’nin ardından, Afro-Amerikan şair Gil Scott Heron insanları sokaklara çağıran bu sözleri kaleme aldı.
Onun bu efsanevi sözleri yazmasına Jim Crow ilham vermişti. Jim Crow, 1877’den 1960’ların ortasına kadar ‘ırksal kast sisteminin’ adıydı. Katı siyah karşıtı yasadan daha fazlası ve bir yaşam biçimiydi. Siyah karşıtı ırkçılığın meşrulaştırılmasını temsil ediyordu.
Birçok Hıristiyan papaz o dönemde, beyazların seçilmiş insanlar olduğunu, siyahların hizmetçi olmak üzere lanetlendiğini ve Tanrı’nın ırk ayrımını desteklediğini ilan ediyorlardı. Gazete ve dergiler siyahlardan ‘zenci, zenciler’ olarak bahsediyordu. Çocuk oyunlarında siyahlar aşağı varlıklar olarak tasvir ediliyordu.
Gil Scott Heron’un güçlü şekilde dile getirdiği ‘Siyahların kendi kaderlerini tayin etme hareketi’ medya tarafından ambargoya uğramıştı. Günün medyası, beyazların üstünlüğü üzerine kuruluydu ve ırk ayrımına dayanıyordu; bu da Siyahların ayaklanmasına ve Heron’un deyişiyle “devrim” için tek çıkış noktası olarak sokaklara çıkmalarına neden olmuştu.
“The Revolution Will Not Be Televised” Gil Scott-Heron tarafından yazılmış hicivli bir şiirdir. Scott-Heron bu şiiri ilk olarak 1970 yılında çıkardığı albümü için kaydetmiştir. Şarkının adı 1960’larda ABD’deki Siyah Güç hareketleri arasında popüler bir slogandı. Şarkının sözlerinde, Devrim’in nasıl gerçekleşmemesi gerektiğine örnek olarak televizyon dizilerinden, reklamların sloganlarından, haber ve eğlence programlarının oyuncularından bahsederek, bunlara gönderme yapmaktaydı.
Dünya artık 50 yıl önce siyah-beyaz çatışmalarının yaşandığı dönemlerdeki gibi değil. Sosyal medyanın ortaya çıkışı ve gelişmesi, sokaklara çıkmak için yeni sanal platformlar sağladı. Bu dijital mecralar, sokak protestolarının ve tabana dayalı devrimlerin mümkün olmadığı otoriter ülkelerdeki ezilenler için hayati önem taşıyor.
‘Arap Baharı’ ayaklanmaları, sosyal medya zaman çizelgesinde, “Devrimin televizyonda yayınlandığının bir kanıtıdır.”
Bu senaryoyu tersine çevirmiş ve ardından da şehirlerin meydanlarında ortaya çıkan gösterilere güç kazandırmıştır.
Ancak başlatılan devrimlerin ucunda ‘baskı’ ve onun en dehşet verici boyutu olan ‘soykırım’ vardır. Yeni dünya düzeninde, sosyal medya platformları sadece soykırımların meşrulaştırıldığı değil, aynı zamanda dünyanın dehşetle izleyebileceği canlı katliamların yapıldığı yerler haline geldi.
Gazze’de yaşanan vahşet, dijital evrenimizi ve cep telefonu ekranlarımızı daha önceki tüm soykırımlardan daha fazla etkiledi. Hem geçmişteki soykırımlar hem de Gazze’deki dehşet verici olaylar yaşananların etkisine bir örnektir.
Gazze dünyanın ilk dijital soykırımıdır.
Yaşanan acıların ve can kayıplarının görüntülerinin anında ekranlarımıza aktarıldığı bir soykırım. Bebeklerin kanlı görüntüleri beğeniliyor ve paylaşılıyor, beyaz fosforla vücutları kömürleşmiş çocukların videoları bir parmak tıklamasıyla takipçilere iletiliyor. Bombalanan hastane ve okulların canlı yayın görüntüleri Instagram üzerinden canlı yayınlanırken, içme suyu sıkıntısı TikTok ile a dünyaya izletiliyor.
Gazze dünyanın ilk soykırımı da değil. Çin de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında eşzamanlı olarak yaşanan pek çok trajedi var. Yine de Gazze’ye odaklanan yoğun sosyal medya kullanımı ve Filistin halkına uygulanan vahşeti aktaran görüntü, video ve canlı yayın içeriklerinin çığ gibi büyümesi eşi benzeri görülmemiş bir düzeye ulaşmış durumda.
Gazze’deki soykırım sadece televizyonlarda yayınlanmıyor, aynı zamanda yaşananları an be an tecrübe ediyoruz. Yaklaşık 140 kilometrekarelik bölgeyi evleri olarak gören Filistinlilere uygulanan vahşeti hiçbir toplum daha önce yaşamadı. Bu yüzden de savaşı sansürsüz bir şekilde izliyoruz. Yaşananların en acısı ise; her geçen gün bizleri derinden etkilemesi gereken bu insanlık trajedisine karşı duyarsızlaşıyoruz.
Bu trajedi 10- 15 yıl önce Batılı gazetelerde yer alamayacak görüntüler. İnsanları dehşete düşürmesi gerekirken, bunun yerine hızla göz gezdirilen ve otomatiğe bağlanmış bir rutinle yayılıyor.
Bu durumu zorba ve baskıcı bir yönetim altında, temel hak ve özgürlükleri kısıtlanan ya da elinden alınan toplumların isimlendirildiği ‘distopik’ olarak tanımlamak hafif kalır. Bu yaşanan soykırım bizi bunun çok ötesine götürdü. Ama bunu izlemek yerine, biz de bunun bir parçası haline geldik.
Her tıklamada ve paylaşımda insanlığımızı tamamen tehlikeye atan dijital bir soykırımın sanal ortaklarıyız. Kıyamet senaryosunu geniş ekranlarda izlemek yerine, avuç içlerimize yerleştirilmiş ekranlarda can çekişen bir gerçekliğe tamamen dalmış durumdayız.
Sosyal medya üzerinden yayınlanan görüntüler dünya üzerinde ses getiriyor. Milyonlarca insan sokaklara dökülüyor, dayanışma içinde yürüyerek Filistin’e yönelik saldırıdan İsrail’in ve destekçisi ABD’nin sorumlu tutulmasını talep ediyor. Beyaz Saray’ın önünde gerçekleştirilen ABD tarihindeki en büyük Filistin yanlısı yürüyüşte protestocular, “Netanyahu, seni soykırımla suçluyoruz!” diyerek sloganlar atıyor.
Küresel tepkiler yoğunlaştıkça, özellikle ABD’li yetkililer “desteğin erozyona uğramasının” ve sivil kayıplara karşı tepkinin bir devrilme noktasına ulaşmasının uzun sürmeyeceğinden korkuyor.
Ölümün kıyısından dönmenin anlamsız olduğu ve hayatımızın rutin bir parçası haline gelen berbat dünya düzenine hapsolmuş durumdayız. İrademizi ve kararlılığımızı ortaya koyarak sesimizi yükseltmeye devam etmeli ve dünyayı şu anda yaşanan ve doğrudan Gazze’yi ilgilendiren acı ve travmanın çözümüne zorlamalıyız. Afro-Amerikan şair Gil Scott Heron’ın dediği gibi, “Devrim tekrarlanmayacak, kardeşlerim!”