YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Bir devlet düşünün toplumun bölünüp kamplara ayrılmasını, sürekli birbiriyle çatışmasını istesin; bu amaçla da cinayetler işleyip provokasyonlar organize etsin. Laik-dindar kamplaşmasını derinleştirmek için laikliğin sembol isimlerini Turan Dursun’u, Bahriye Üçok’u, Muammer Aksoy’u su-i kast düzenletip öldürtsün. Toplumsal birliği Madımak’ta ateşe versin. Kirli ilişkilerine ulaşan Uğur Mumcu’yu öldürtüp dindarların üzerine atsın, böylece laik kesimin öfke ve nefreti derinleşsin, toplumsal ayrışma daha da kökleşsin.
Kürtler bu ülkeden nefret etsin diye yapabileceği bütün kötülüğü, zulmü, infazı gözünü kırpmadan yapsın, milyonlarca insanı ruhen bu ülkeden koparsın.
Her an her dakika böyle bir devletin nezareti altında yaşıyor olmamıza rağmen Nusret Demiral’ın ölümü bize bu devleti bir kere daha hatırlattı. Hani Tuncay Opçin’in o dönemde işlenen cinayetlerin emrini bizzat veren kişi diye ismini zikrettiği Nusret Demiral.
Bülent Korucu’nun “Temizlikçi” yazısında da anlatıldığı gibi cinayetlerin ve 1990’lı yıllardaki bütün kirli olayları örtbas edip gerçek katillere ulaşılmasını engelleyen Nusret Demiral.
Onun ölümünün bir kere daha hatırlattığı 90’lı yıllardaki bu devlet politikası hiçbir zaman dönemsel bir tavır olmadı. Maalesef bugün de aynı devletin tasallutu altındayız.
Bizim ülkemizde toplumsal kötülüğü körüklemek için her şeyi yapan garip bir devlet var. Bölen, parçalayan, kamplara ayıran, kötülüğe yol veren ve ülkenin sürekli çatışma halinde kalmasını isteyen, istemekle de kalmayıp bunun için her şeyi yapan derin bir devlet!
Yani daha net söylemek gerekirse Türkiye’nin bir devlet sorunu vardır ve bu sorun, ülkedeki en temel sorundur. Devlet sorunu çözülmedikçe AKP sonrasında da ülkenin aynı fasit daire içinde devri daim yapması kaçınılmazdır.
Böyle bir devletin tasallutu altındaki bir ülkede “milletin mayası bozuk olduğu için ülke bu halde” diyerek bütün faturayı topluma yüklemenin yanlış ve kolaycı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. İnsanlar devlet gücünü kullanan kirli bir yapının tutsağından başka bir şey değildir zira.
Bunu söylerken toplumu her şeyiyle aklamıyorum; ancak iyiliğin, ahlakın, etik değerlerin, adil olmanın öğretilebilir bir şey olduğuna inanıyorum. Medeniyet bunların öğrenilmesi, medeni bir devletin de buna rehberlik etmesidir.
Bütün muhalifler, AKP’yi gerekçe göstererek bu topraklardaki her şeye dair çok ağır cümleler kuruyor, bu toplumun ne denli ikiyüzlü, ne denli güvenilmez ve cahil olduğunu anlatıyor. Sosyal medyada nereden geldiği kim olduğu belli olmayan diyaloglar da bu cehalete delil olarak ortaya konuluyor.
Sürekli milleti aşağılayan bu tavır AKP’nin ahlaksız yönetimine siyasi bir gerekçe sunmaktan başka bir işe yaramıyor.
İnsanın doğası Amerika’da, Avrupa’da, dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynı özellikleri taşıyor. Ülkeler arasındaki fark, iyinin ve erdemin öğrenilmiş ya da öğrenilmemiş olmasından kaynaklanıyor.
Mesela yüz elli, iki yüz yıl önce Paris, Sefiller romanına konu olan, açlığın, yoksulluğun, cehaletin kol gezdiği kötü bir şehirdi. Tıpkı Barselona gibi…
İnsanın, tıpkı Sefiller’de anlatıldığı gibi kötülükten iyiliğe, haksızlıktan adil olmaya, sahtelikten hakikate, geceden gündüze, ihtirastan vicdana, çürümüşlükten hayata, canavarlıktan vazifeye, cehennemden cennete, hiçlikten Allah’a doğru bir yürüyüşü mümkündür. Başlangıçta canavarken meleğe dönüşebilir. Yapılması gereken şey erdemin, iyiliğin, ahlakın önünü açmak ve devlet gücünü bunun hizmetine sunmaktır. Tekrar ediyorum iyilik ve ahlak insanlar tarafından öğrenilebilir bir şeydir.
Bizim sorunumuz işte tam burada başlıyor. Bizdeki devlet bu döngünün tersine çevrilmesi için elinden gelen her şeyi yapan kötü bir ruh adeta.
Mesela ABD de 70-80 yıl önce ülke gangsterlerin, soyguncuların, mafyanın kol gezdiği, ırkçılığın imtiyaz olduğu bir ülkeydi. Hatta 90’larda bile New York, çetelerin, uyuşturucu baronlarının tasallutu altındaydı. Ama iyiyi isteyen bir akıl bütün bunlarla baş edip güvenli ve saygın bir ülke haline getirdi. Bir devlet iradesi, bunun için sinemayı, medyayı, iletişim araçlarını kullanıp, iyileştirici yönlerinden sonuna kadar istifade etti. Kriminal işlere karışan devlet görevlilerini tespit edip cezalandırdı. Böylece kamu görevlileri en azından açıktan suça bulaşmaktan çekinir oldu.
Bizde ise sanki gizli bir el iyinin hakkından gelip kötü olanın, yanlışın önünü açıyor. Ne zaman devlet içindeki çetelerden, şebekelerden kurtulmak için harekete geçilse, aksi bir rüzgar ile işler ters yüz ediliyor. Bu AKP’nin de boyunu aşan, onun üzerinde bir gizli el. AKP kötülüğü temsil etmeye başladığından sonra önündeki bütün engellerin kaldırılması bile bu tezimi doğruluyor.
Türkiye’nin en temel sorunu devlet sorunudur. İyi olan her şeye karşı acımasız, cezalandırıcı ve zalim olan bu devlet, ıslah edilmediği müddetçe sorunlar hep devam edip gidecek, Ahmet Türk’ün söylediği gibi sadece sopa atan el değişecektir.
Muhalefet ederken sürekli olarak ülkedeki en kötü şeyi öne çıkarmak, bu toplumun ne denli beceriksiz, hırsız sever, cahil olduğunu söylemek bu kötülük isteyen ruhun ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor.
İyiliği sistematik olarak engelleyen ve kötülüğü organize eden devletten kurtulmak; diğergamlığın, erdemin, kardeşliğin önünü açmak için faziletleri öğretmek en önemli başlangıç olacaktır.
Kürt meselesine de bu açıdan yaklastirsaniz şehit aileleleri dahil kaybı olan herkesi bunun böyle olduğuna ikna edebilirseniz bütün problemleri cozme ihtimalimiz ortaya çıkar. Yarayı kasiyanlari bulmamız ve bertaraf etmemiz lazım.