Devlet, resmi tarih ve “FETÖ” diskuru üçgeni karşısında Gülen Hareketi’nin tutumu ne olmalı?

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Çok karmaşık bir olgu olan resmi tarih ve diskur konusuna Gülen Hareketi perspektifinden yaklaşıp, kimilerinin hoşuna gitmemesi pahasına bir eleştiride bulunmak istiyorum. Çünkü Gülen Hareketi’ne karşıymış gibi tasarlanan “FETÖ” söylemi esasında ondan çok daha geniş kapsamlı olarak aletselleştirilmekte ve zulme meşruiyet devşirmede kullanılmakta. Bu bağlamda Gülen Hareketi’nin devlete ve resmi tarihine yönelik tutumu da ister istemez sadece kendisiyle gönül birlikteliği olan kitleleri ilgilendirmiyor, aynı zamanda olmadıkları halde Gülen Hareketi’yle “irtibatlı ve iltisaklı” olarak damgalanan ve “”FETÖ’cü” ilan edilen kitleleri de ilgilendiriyor. 

Bu konu yakın zamanda yine gündeme geldi. HDP milletvekili Garo Paylan geçtiğimiz günlerde rejim diskurunun temeli olan “FETÖ” söylemini kullanınca tepki aldı. Paylan’ın soykırımdan hayatta kalan nesillerin torunu bir Ermeni olarak bugün sosyal soykırıma uğratılan bir hedef kitleye karşı bu söylemi kullanması düşündürücü elbette. Ve bu, doğal olarak rejimin diskurunu kullanmak demek ve bu da rejimin değirmenine su taşıyor, rejimin kendisini yeniden üretmesine olanak veriyor. Özellikle de muhalefet için. Fakat bunun ötesinde bazı gerçekleri tespit etmek gerekli. 

Rejim diskuru rejimi bir arada tutuyor. Bazılarının sandığının aksine, rejimi bir arada tutan Erdoğan değil, rejim diskuru. Rejim diskurunun yerleşmesinde Erdoğan’ın karizmatik etkisi tartışılmaz bir etken elbette. Fakat rejimin güç paydaşları arasındaki anti-Gülen Hareketi konsensüsü göz ardı edilmemeli. Hatta rahatlıkla rejim paydaşlarının bir arada bulunmalarının en temel nedenlerinden birisinin Gülen Hareketi karşıtlığı olduğu ileri sürülebilir. Rejim paydaşlarının dışında aynı şeyi muhalefet partileri için de söylemek mümkün; şöyle ki CHP tabanı başta olmak üzere, İYİP, DEVA ve diğer küçük partilerde Gülen Hareketi’ne yönelik algılar iktidar mümessillerinden farklı değil. Buna HDP’yi de ekleyebiliriz. Selahattin Demirtaş da daha önce Gülen Hareketi’ni suçlayıcı ifadelerde bulunmuştu. Demek ki Paylan’ın ifadelerine çok şaşırmamak gerekiyor. Ulusalcılardan Kürt siyasi hareketine, Ülkücü kesimden İslamcılara, Avrasyacı Rusya muhiplerinden diğer Türk solu uzantılarına kadar hemen tüm toplumsal kesimler Gülen Hareketi’ne karşı “FETÖ” soykırım söylemini kullanıyor. Bu bir durum tespitidir. Sahada karşılığı olan durum budur. 

Şu gerçek tüm yalınlığıyla karşımızda duruyor: rejim diskuru resmi tarihe eklemlendi. Türkiye, kurulduğundan beri resmi tarih üzerinden kitlelerin kimliğini ve algılarını inşa ede gelen bir devlet. Ermeni Soykırımı’ndan Dersim Katliamı’na, Varlık Vergisi’nden 6/7 Eylül Pogromu’na, İzmir’in kurtuluşu sonrası Rumların ve diğer azınlıkların başına gelenlerden Pontus ve Süryani Katliamlarına, Orta Asya miti ve yapay olarak inşa edilen etnik Türk kimliğinden Kürtlere yönelik asimilasyoncu politikalara dek, aklınıza gelebilecek her türlü olayda devletin pozisyonu ve takındığı tavır resmi tarih olarak empoze edildi ve topluma dayatıldı. Türkiye halkının sosyal genleri bu şekilde manipüle edildi ve devletlû bir ana akım ideal vatandaş inşa edildi. Devletin ana akım diskurundan sapanlar kriminalize edildi, dışlandı, takibata maruz bırakıldı. Bu metot şu an itibarıyla “FETÖ” rejim diskuruna uygulanıyor. Nasıl ki Çanakkale Savaşı ustalıkla Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndaki genişlemeci kontekstinden Kurtuluş Savaşı anlatısına eklemlendi ve resmi tarihin bir parçası haline getirildi, 15 Temmuz 2016 kontrollü darbe girişimi de aynı şekilde resmi tarihe dâhil edilerek o devletlû paradigmanın ayrılmaz bir parçası oldu. 17 Aralık 2013 “sivil darbe girişimi” ve “paralel devlet yapılanması” diskuru, 15 Temmuz 2016 “FETÖ darbe kalkışması” diskuru ve akabinde “FETÖ” kapsamında yapılan cadı avı, aynı bütünün parçalarıdır. 

Diğer bir tespit de şudur: rejim diskuru toplumda kabul gördü. Gayet başarılı bir biçimde toplumun algıları inşa edildi. Görsel ve yazılı medya, akademi, sosyal medya, eğitim sistemi, adalet mekanizması, siyaset alanı, spor camiası, sanat camiası, sivil toplum ve aklınıza gelebilecek bütün toplumsal ve politik alanlar, diskuru kabullendiler. Diskuru reddedenlerin diskur çerçevesinde damgalandıkları gerçeği, bu kabullenmenin sopasıdır. Havucu ise, rejime dâhil olmak, rejimin nimetlerinden yararlanmak, makbul ve kabul edilebilir olmaktır. Bunların dışında, herhangi bir cezalandırma-ödüllendirme mekanizmasından bağımsız olarak, rıza ilkesi doğrultusunda rejim diskurunu kabullenmeye yönelik bir temayül var. Kamuoyu oluşturmak, kamu diplomasisi ve propaganda, tekrar, manipülasyon, Gülen Hareketi’ne karşı birikmiş genel bir olumsuz algıyla birleşince, “FETÖ” söyleminin genel kabul görmesi şaşırtıcı değil. 

Bu tür diskur inşası denemelerinde inşa sürecinin zamana yayılması ve uzun bir süre toplumun bu endoktrinasyona maruz bırakılması kilit önemde olur. Rejim diskuru sonrası köprünün altından çok sular aktı. 2013’de “paralel devlet yapılanması” diskuru toplumca kabul gördü. Bu rejimin mümessillerini umutlandırdı ve heyecanlandırdı. 17 Aralık 2013 yolsuzlukları gibi küresel ölçekte tanık olunan en büyük yolsuzluklardan biri bile sümenaltı edilebilmişti. Dahası derin devlet yapıları Gülen Hareketi’nin bitirilmesi için Erdoğan ve AKP’ye destek vermişlerdi. Erdoğan böylelikle derin yapılarla ve MHP’yle kurduğu koalisyonu sağlam bir temele oturtmuştu. Bu koalisyonu daha da sağlamlaştırmak için Kürtlerle yürütülen Çözüm Süreci iptal edildi ve MHP ile derin yapılar daha fazla memnun edildi. İster istemez Batı yönelimli dış politika terk edilerek Rusya, Çin ve İran eksenine yaklaşıldı. Böylece normatif yükümlülükler bertaraf edildi. Türkiye küme düşürüldü, ama iktidar sahipleri rahatladılar. Bu ortamda anti-Batı’cı retoriğe ek malzeme olarak, Batı’nın maşası olan “FETÖ” söylemi toplumsal bilinçaltına yerleştirildi. Bugün bu operasyonun son derece başarılı olduğunu tespit ve ifade etmek zorundayım. 

Şimdi esas mesele şudur: rejim diskuru değişir mi? Umudunuzu kırmak istemem, ama bu olasılık çok düşük. Devlet bu söylemi değiştirmeye kalkarsa, bugün bu söyleme destek verenler hata yaptıklarını kabul etmek zorunda kalacaklar. Buna ihtimal vermiyorum. 17 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 anlatılarının değişmesi zor görünüyor. Bunlar değişmeden rejim diskurunun ortadan kalkması için düğmeye basılması olanaksız. Dahası, ihtimal az da olsa, diyelim ki düğmeye basıldı. Yerleşmiş bu diskurun halk bazında ortadan kalkması on yılları bulur. 

Diğer bir sorun şu: Erdoğan seçimle veya doğal yollarla gider ve yerine muhalif bir lider gelirse, rejim diskurunun değişmesi daha da zor olur. Çünkü yumuşak geçiş, önceki dönemin kabulünü ve meşrulaştırılmasını içerir. Yeni gelen lider ve ekibi, kendinden önceki dönemi tümüyle reddedemez. Bunu yaparlarsa toplumu kutuplaştırmaktan ve kendi meşruiyetlerinin altını oymaktan çekinirler. Kaldı ki Gülen Hareketi konusunda algıları, hareketi meşruiyet alanına geri getirecek bir kararı vermelerini de olanaksız kılıyor. İhtimal son derece küçük, ama diyelim ki bunu yapmaya kalktılar, bunu taban kabul etmez. Çünkü Gülen Hareketi cadı avında tümüyle şeytanlaştırıldı. Bu algının değişmesi neredeyse olanaksız! 

Dahası her geçen gün geri dönüş daha zorlaşıyor. Daha önce devletin diskur oturtma çalışmaları nasıl başarıya ulaştıysa, bu operasyon da başarılı oldu. Toplumda Gülen Hareketi dışından tek tük eleştirel ses çıktığında, bu sesler topluca yargısız infaza maruz bırakılıyor, kripto “FETÖ’cü” ilan ediliyor. Yapılanların haksızlığını gören bazı sol eğilimli aydınlarsa diskuru eleştirirken, “ama Cemaat de şunu yaptı, bunu yaptı” diyerek latent biçimde diskur korosuna destek veriyorlar. Böylece kendilerini kısmen temize çıkartırlarken, devletin de sinir uçlarına dokunmamış oluyorlar. 

Türkiye’de rejim değişikliği rejim diskuru değişmedikçe mümkün olmayacak. Türk devletinin tüm resmi tarihini sorgulamanın zamanı geldi. Ancak Gülen Hareketi’ndeki birçok kişi, yine paradoksal biçimde, kendilerini günah keçisi yapan diskura karşı çıkarken, kendileri dışındakileri etkileyen resmi tarih ön kabullerini sorgulamamaya devam ediyor. Bunda kanımca Gülen Hareketi’nin geleneksel olarak “Türk milliyetçisi” ve “devletlû” bir pozisyon almış olması rol oynuyor. Örneğin Ermeni Soykırımı, Rum Soykırımı, Süryani Soykırımı, Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül Pogromu gibi örneklerde Gülen Hareketi tabanı ve hatta gördüğüm kadarıyla Cemaat’in “karar alıcıları” devletlû pozisyonlarını terk etmemiş durumda. Devleti kutsayan ve resmi tarihini kabullenen bir grup, kendisiyle alakalı olduğunda bu resmi tarihten şikâyet ediyor. Bu büyük bir çelişki ve Gülen Hareketi’nin başına gelenlerin tarafsız kişilerce eleştirilmesini de zorlaştırıyor. Dolayısıyla diskurun değişmemesine ironik olarak Gülen Hareketi de dolaylı olarak destek oluyor. 

“Önce söz vardı”. Söz, tüm sosyal varlıkları inşa eder. Diskur olmadan rejim olmaz. Mevcut resmi tarihin adamakıllı sorgulanması ve yapısöküme tabi tutulması gereklidir. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. “….. Ancak Gülen Hareketi’ndeki birçok kişi, yine paradoksal biçimde, kendilerini günah keçisi yapan diskura karşı çıkarken, kendileri dışındakileri etkileyen resmi tarih ön kabullerini sorgulamamaya devam ediyor…..”

    “… Gülen Hareketi tabanı ve hatta gördüğüm kadarıyla Cemaat’in “karar alıcıları” devletlû pozisyonlarını terk etmemiş durumda….”

    “…. Şimdi esas mesele şudur: rejim diskuru değişir mi? Umudunuzu kırmak istemem, ama bu olasılık çok düşük….. ”

    “…. hemen tüm toplumsal kesimler Gülen Hareketi’ne karşı “FETÖ” soykırım söylemini kullanıyor….. ”

    15 Temmuz a. Kadar neredeyse Gülen hareketinin tamamı RESMİ DİSKURU kullanıyorlardı. Kürt sorunu konusunda tamamen böyleydi. REJİMİN dilini kullanırlar. Bu yüzden bir kürt bütünüyle kürtlük hislerinden kendini soyutlamadıkça 15 Temmuz öncesi Cemaatın kapısından içeri giremezdi. Kaç defa kaç şekilde 15 Temmuz öncesi kurumlarına girmek istedim, içeride bunu algıladım. Hatta yüzüme karşı sözler duydum, cevap dahi veremedim.

    Son dönemde Kürtlere karşı resmi DİSKURU bırakanlar çoğaldı. Ve artık devleti kutsayan söylemleri yok.

    İnançlı bir Kürt olarak 15 Temmuzun, kürt meselesinde RESMİ DİSKURU kabullenen cemaata bir tokat olduğunu düşünüyor ve böyle inanıyorum.

    Fetö söylemi biter mi, evet biter. Nasıl mı?

    15 Temmuz kumpasını kuranları sorgulamak ve sonunda tutuklayıp içeri atmakla mümkündür. Düşünün sadece en baştaki on kişi 15 Temmuzu kendilerinin kurguladığını itiraf etmeleri ve cemaate iftira attıklarını söylemeleriyle BİRDEN her şey aniden deyişebilir..

    Bunun için hükümet değişmeli.

    Peker den tutun Kürtlere kadar geniş bir toplum kesimi bu Fetö diskurunun zülmü altında mağduriyet yaşıyor..

    Değişecek..
    Değişmelidir..

  2. Süper (!)
    Devlet, resmi tarih ve “FETÖ” diskuru üçgeni karşısında Gülen Hareketi’nin tutumu ne olmalı?
    Gülen Hareketi içinde, Dersim Katliamı’na, Varlık Vergisi’nden 6/7 Eylül Pogromu’na, Süryani Katliamlarına, Kürtlere yönelik asimilasyoncu politikalara dek, aklınıza gelebilecek her türlü olayda devletin pozisyonu ve takındığı tavır resmi tarih olarak empoze edilen ve topluma dayatılan resmi diskura destek mahiyetini taşıyan bir tek Abi/Abla var ve biz göremiyorsak, lütfen sağa sola çekmeden “şöyle diyor” denilsin bilelim.
    “Ermenilere soykırım yapıldı”, “Türklerin Orta Asya’dan geldiği bir mittir” dersek kurtulacağız öyle mi?
    Not: “Ermenilere soykırım yapıldı” yazılarınıza karşılık, “Ermenilere karşı, suçlu suçsuz ayırt etmeden yapılan zulümdü ama soykırım değildi. Dediğiniz gibi 1.500.000 Ermeni öldürülmedi. Prof’sunuz; bilimin gereğini yapıp bilimsel doğruları yazın” vb. diyen yorumculara “sizi insan bile kabul etmiyorum” şeklindeki açıklamalarınız halen makalelerinizin altında duruyor.

  3. Resmi tarihin sorgulanması kişilerde yıkıma neden olur. Kazık yemiş gibi hissedilir. Devlete güven sarsılır. Bu süreçler kişi bazında psikoterapi eşliğinde yapılır. Bunu kabul eden kişiye terapi uygulanır. Yani gerçeklerle yüzleşmeye hazır insanlar yardım alabilir.

    Diskur bir savunma mekanizmasıdır. Kendi suçları ile yüzleşmemek için. Ben Devletin işlediği suçlarda pişmanlık duyduğunu düşünmüyorum. Çünkü suç işlemeye devam ediyor.

    Savunma kalkarsa yani insanların topluca birbirini kandırmadı kalkınca dayanılmaz bir yüzleşme yaşanır. Kimse buna hazır değil. Kişinin kendisinin suçunu psikoterapi sürecinde itiraf etmesi beklenir. Ve bu tek tek birey bazında yapılmalıdır.

    Diskur aslında parçalıdır. Türklere Cemastin PKK lı olduğu söylenir, Kürtlere KCK dolayısıyla ve dersaneler dolayısıyla asimilasyoncu olduğu söylenir. CHP lilere irtica olduğu, müslümanlara papaz olduğu söylenir. Toplum kamplara bölünerek idare ediliyor. Yani birlik yoktur toplumda. O yüzden diskurda pkk lı cemaatin adı fetödür, asimilasyoncu cemaatin adı fetödür, irticanın adı fetödür, papazın adı fetödür.

  4. Yani kişiye senin Devletin suçlu dediğinizde kavga çıkartır çünkü kabullenemez, yıkılır. Eğer kalabalıklarsa sana saldırırlar. Bu saldırılar Diskurdaki saldırılara benzer.

    İnsana önce Devletin kutsal olduğu öğretilir. Sonra linçler peşinden gelir. İnsanlar kendileri ile yüzleşmeye hazır değildir. Bu yüzden gerçeği söyleyen kişiyi susturmak için linç ederler. Bu sayede Devletin gözüne girer, aferini hak eder.

  5. Yanı diyorsunuzki sayın Efe hocam, bu olmayacak duaya amin demek, boşa kürek çekmek ve yaz ortasında biten asma kabağı istemek gibi bişey, valla bende aynı düşünüyorum ama insan o devlet denen aygıtın diskuru altında ezilen mazlumlara üzüldüğü için de hepten ümitsiz düşmemesi gerek diyorum!..

  6. “”Bunda kanımca Gülen Hareketi’nin geleneksel olarak “Türk milliyetçisi” ve “devletlû” bir pozisyon almış olması rol oynuyor. Örneğin Ermeni Soykırımı, Rum Soykırımı, Süryani Soykırımı, Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül Pogromu gibi örneklerde Gülen Hareketi tabanı ve hatta gördüğüm kadarıyla Cemaat’in “karar alıcıları” devletlû pozisyonlarını terk etmemiş durumda””. Son durumda kanınca bu ifadelerin bir geçerliliğin olmadığıdır. Harekete gönül veren insanların (neredeyse tamamı diyebilirim) devletin geçmişte her alanda soykırım yaptîğını, geçmişle ilgili konuşulan tamamına yakinin doğru olduğu, son olarak cemaatin bu zülme maruz kaldiğini ifsde ediyorlar. Güncelde Gülen cemaatine yapilanlar kanimca işin içine ganimet karıştiği için çözümün çok zor olduğunu, yenmiş mal-mülklerin kimden alinabileceğinin belli olmadiğidir. Düşünün STV binasini yiktilar yerine belki baska bisey yaptilar.

  7. Muhterem Mehmet Efe Çaman Hocam.
    Bu sefer kaleminize degil Yureginize helal olsun. Tebrik ve tesekkurler. Allah her daim yar ve yardimciniz olsun.
    Lakin Muhterem Hocam, haddimize olmadan, hatirlatalim: “Meyve veren agaci taslarlar…” veya “dogruyu soyleyeni yedi koyden kovarlar…” Saglicakla kalin Muhterem Hocam.

  8. Şunu da belirtmek isterim yazdıklarınız hep ilgimi çekti ve okuyorum evet gerçekten irdelenmesi gereken konulara değiniyorsunuz evet sorun devletlerin yapısal sistem sorunudur. Devlet denen organ insanların kolay yönetilmesini ister. Bunun için düşük profil devletin işine gelir. Ama şöylede düşünürseniz islamda da mezhepler fetvalarında hep en düşük profile göre yorumlarının sınırını çizerki halkanın çapı geniş olsun. Devrinin ilerisinde görüş sahibi olan herkes her dönemde zulme mağruz kalmıştır. Aslına bakarsanız pratikte şöyle basit bir bakışında realitesi var. Anadolu halkı sahip olduğu milli manevi değerler ile osmanlı son dönemi de dahil olmak üzere cumhuriyetten sonra da sürekli sistem dışına itilmiştir. Şimdi bu itilmişliğin bu dışlanmışlığın hele hele siyasal islamcılar tarafından yerelden genele efsaneleşen hikayeleri ile bu kitle ikiyüzyılın üzerinde üzerinde bir zamandır öc alma duygusu ile beslenmiş özelliklede çile konusu din olunca aslında motivasyon da o kadar güçlü olmuş. Lakin gerçekten çile çeken insanlar dikkatimi çekmiş genellikle şehadet veya ciddi tecritle karşı karşıya kalmıştır. Konu yalan dünyaysa şehadet ve çile mükafattır. Akabinde çekilen bu çilelere sahip çıkan grup topluluk kitle cemaat tarikat ne derseniz deyin bu gerçek çile çekenlerin manevi mirası üzerine oturmuş ve sistemden bunun maddi dünyalık menfaat karşılığını beklemiştir. İşte yok efendim bizler bu ülkeyi kurtardık yok efendim bizler olmasaydık ülke batardı falan falan. Yok şimdiye kadar siz yediniz biraz da biz yiyelim. Yok benim dedem kore gazisi. Yok cumhuriyeti biz kurduk edebiyatı. Yok ülkücüler olmasaymış türkiyede islam korunmazmış. Aleviler acayip zulüm görmüş müş. Yok kürtler acayip zulüm görmüş. Abooo. İnanın anadoluyu gezelim köyüne hanesine kadar herkesin devletten alacağı vardır. Bu konuların hepsinde kesinlikle mağdur olmuş ölmüş insanlar vardır lakin onlar öldü gitti şu fani dünyadan ama geride kalanlar bu gidenlerin fikir ve öğretilerini anlatacaklarına, sürekli devletten alacağı olduğu kabulü üzerine devlete çöreklenmiş ve köşebaşlarını ele geçirmişler kaymağını yiyorlar. Sene 2022 aynı değil mi. Herkes ülkeyi paylaşamıyor. Neden menfaat para iktidar.

    Ancak dinimiz öc almayı önermez aksine affetmeyi tavsiye eder ve yoluna bakmayı bildiği gibi yaşamayı, dinin öğretilerini anlatmayı emreder. Zaten çekilenlerin karşılığı olan menfaatlerin kaydının tutulduğunu bilir dindar insan. Diyetini ona zaten en büyük değil tek büyük devlet olan Rabbi ödeyecektir fazlasıyla.

    Eee tüm bu öc alma güdüsünü saklamış birikmiş kitlelerin önündeki en büyük engel kimdi sizce. Evet hizmet din kardeşim diye herkesi hoş gördü. İnsan diye herkesle iletişim kurdu ilişkiler geliştirdi. Devletle uyumlu göründü neden her seferinde kurumlarını devlete verebileceğini söyleyebilecek erkeklikte hangi kurum grup millet ırk oluşum vardır. Bu samimiyetin göstergesi devleti ele geçirme gibi bir niyetinin olmadığının ispatıdır. Tamda bu durumda herkesin gözünde devleti ele geçirdiler denilen dönemde devlet her yönden meyve veriyordu. Ee noldu ortada bir meyve oluştu çile ve kanla yoğrulmuş tüm bir milletin birlikte yiyeceği. Ama bir şey unutuldu devletten öc almak isteyen tüm cenahlar, iktidarından muhalefetine solcusundan sağcısına lazından kürdüne alevisinden sünnisine tarikatçısından ergenekoncusuna hırsızından mafyasına sanatçısından akademisyenine herkes pusuda bekiliyordu cemaat bu meyveyi yer mi yemez mi. Baktılar cemaat tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan bu meyveyi yemez anladılar. Noldu ortada muazzam büyüklükte bir pasta var ve etraf aç sırtlan kitlelerle dolu. Sizde bu sırtlanlara aman dikkat edin yetimin hakkı var onlara dağıtalım diyorsunuz. Hahahaha buna dayanabilecek bir kitle tanımıyorum. Önce sizi terörist ilan ederler sonra bütün suçları üstünüze atarlar sonra bunu tüm dünyaya inandırmaya çalışırlar. Bunuda kim yapar biliyormusunuz, müslüman münafıklar. Müslüman olmayan veya inanmayan böyle hikayelere ihtiyaç duymaz. Ganimet yiyin yiyin. Şükretmek gerekir böyle grupların içinde olmamaya. Şimdi kim kaybetti sizce. Yani şunu anlayalım din ve dolayısı ile Allah onun yolunda olan kişi ve kurumları korur ve yüceltir. Geride kalanlar şu üç günlük dünyada oyalanır durur küçük menfaat ve hesapların peşinde. Devletler yıkılır kurulur insanlar doğar insanlar ölür. Tarihler yazılır falan falan. Sonu hep menfaat savaşı. Bırakın onlar birbirlerini yesinler. Bu dünya kimseye kalmamış. Her nefis ölümü tadacaktır.

  9. Artik tek merkezden yonetilen (veya yonetiliyormus gibi yapilan) bir organizasyon olmadigi icin boyle bir aksiyonu da ancak akli basinda olan, kendi kendine dusunup ders cikarabilen magdurlardan bekleyebiliriz.

    Keske birileri (zaten fiiliyatta olmayan) merkezi yonetimininin fesih edildigini ilan etse de herkes bir uyansa 🙂

  10. Gulen hareketi mensuplarının devlete bakış açısı bence bu süreçte derinden etkilendi ve değişti. Gülenistler artık çoğu itibari ile devleti kutsayan tarafta değil. Rumlara Ermenilere Kürtlere yapılan zulümlerin geç de olsa farkına vardılar ve artık sorguluyorlar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin