YORUM | MEHMET TAHSİN
Yaklaşık 6 yıl oldu. 2014 yılı sonları veya 2015 yılı başlarıydı.
İstanbul’da bir özel hastane sahibi, sabahın erken saatinde avukatının kapısına dayanır. Perişan haldedir ve anlattıkları dehşet vericidir:
Kendisini devlet görevlisi olarak tanıtan bazı şahıslar, hastane sahibini bir otomobile bindirip İstanbul Akaretler’de bir binaya götürürler. Hakkında FETÖ’den soruşturma yürütüldüğünü, ancak 250 bin dolar ödeme yaparsa dosyasının kapatılacağını söylerler. İşin ciddiyetini göstermek için de önüne bir liste koyarlar. Listede tanıdığı iş adamları vardır ve herkesin adının karşısında bir rakam yazmaktadır. Hastane sahibinin adının olduğu yeri parmağıyla gösteren meçhul şahıs, aslında bir başka şey daha göstermektedir. Adının hemen altında avukatının da ismi bulunmakta ve onun karşısında da 250 bin dolar yazmaktadır.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Adamın alelacele avukatına koşturmasının nedeni, “Bunların niyeti ciddi. Ben parayı vereceğim ve kendini kurtaracağım; siz de ödeyin kendinizi kurtarın” demek suretiyle uyarmaktı! Avukatı ne kadar “yapma etme” dese de ikna edemedi, para meçhul şahıslara teslim edilip dosya kapandı.
Aynı tarihlerde benzer bir vakaya bizzat şahit oldum.
14 Aralık 2014’te uydurma bir gerekçeyle Zaman Gazetesi basılarak Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı gözaltına alınmış, Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü binasına götürülmüştü.
Henüz ne ile suçlandığı ne kendisine ne de avukatlarına söylenmemişken eşinin telefonu çalıyor. Telefondaki meçhul şahıs, “Biz Ankara’dan arıyoruz. Eşinizin haksız yere gözaltında olduğunu biliyoruz. Muhtemelen de tutuklanacak. Bunun olmaması için size yardım etmek istiyoruz. Ancak bir miktar maliyeti olacak,” diyor.
Arayan numarayı o gün bir şikâyet dilekçesiyle savcılığa bildirdiğimizi hatırlıyorum ama sonuç alamadığımızı söylemeye bilmem gerek var mı? Sonradan öğrendik ki aynı telefon o gün gözaltına alınan başkalarına da gitmiş.
Bu yazıyı yazmamın nedeni, 10 gün önce Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından gözaltına alınan ve halen de gözaltında tutulan avukat yakınlarına da aynı teklifler yapıldığının ortaya çıkması. Genç meslektaşlarımızdan Avukat Enes Kabadayı’nın yazdıklarına göre gözaltındakilerin yakınları telefonla aranıyor, “yakınınız kesin olarak tutuklanacak, savunmalarının bir önemi yok, biz yardım etmek istiyoruz ancak bunun bir karşılığı var” deniyor.
Ne gözaltındakilerin ne de avukatlarının gizlilik kararı olduğu için ulaşamadığı soruşturma dosyasına, arayan meçhul şahısların en ince detayına vakıf olması dikkat çekiyor.
Bir aralar kendisini emniyet görevlisi veya savcı olarak tanıtan dolandırıcılarının en yaygın taktiği, “Banka hesabınızdan bilginiz dışında PKK’ya para aktarılmış, sizin örgüte yardım ettiğiniz görünüyor. Biz sizi biliyoruz, elbette farkında değilsiniz ama bize yardımcı olursanız büyük bir çeteyi çökertmiş olacağız” diyerek vatandaşı adeta hipnotize ederek parasını almaktı. Kimler düşmedi ki bu tuzağa… Ünlü profesörler, rektörler, bakanlar futbolcular, iş adamları…
Dolandırıcılar şimdilerde taktik değiştirmişler, PKK’nın yerini “FETÖ” almış.
Biri sizi telefonla arayıp, “adınıza bir telefon hattı alınmış, bu telefonla internet bankacılığıyla soygun yapılmış, FETÖ’ye para aktarılmış” dediğinde elinizin ayağınızın kesilmemesi çok zor.
Birkaç gün önce gazeteci Taha Akyol ve oğlunun bu yöntemle dolandırıcılara 43 bin dolar kaptırdığını haberlerde okuduk. Taha Akyol, “öyle bilgiler veriyor ki bu bilgileri sıradan insanların bilmesi mümkün değil” diyerek kendisini arayanların gerçekten devlet görevlileri olduğuna inandığını söylüyor.
Medyaya yansıyan olan bitenin ne kadarıdır kestirmek zor. Ama bu haliyle bile her hafta bir yerlerde devlet görevlilerinin bazen savcı bazen polis veya bazen de asker kisvesiyle uyuşturucu ticaretinden adam kaçırmaya, şantajdan gaspa, rüşvetle adliyede iş bitirmeden, cinayete kadar pek çok suça karıştıklarının haberlerini duyuyoruz.
Daha birkaç hafta önce Arjantin’de yakalanıp cezaevine konulan bir organize suç şebekesi liderinin rüşvet, adam kaçırma, şantaj ve cinayet gibi suçları kapsayan kan dondurucu itiraflarına rağmen iktidarın polis ve yargısı hala üç maymunu oynamaya devam ediyor.
Ülkenin içişleri bakanı, 18 yıldır yönettikleri ülkenin güvensiz bir ülke olduğunu itiraf ettiği gibi, verdiği kararlar nedeniyle yüksek yargıya atarlanıyor, tehditler savuruyor. Güvenlik bürokrasisinin en tepesindeki böyle olursa altındakilerin neler yapabileceğini varın siz hesap edin.
Geçen ay Batman’da gözaltına alınan tecavüz zanlısı bir uzman çavuşa İçişleri Bakanı Süleyman Soylu sahip çıktı ve kaçma şüphesi çok diyerek serbest bırakılmasına neden oldu. Kendisini bu yüzden eleştiren Milletvekili Barış Atay’ı, sosyal medyada tehdit etmekte sakınca görmedi. Bu tehditten kısa süre sonra Barış Atay’a Kadıköy’de üç kişinin saldırdığı haberi geldi.
Kimdi bu adamlar? Barış Atay’ın nerde olduğunu nereden biliyorlardı? Polise verdikleri ilk ifadede tesadüfen orada olduklarını söylüyorlar.
Tr724 yazarı Adem Yavuz Arslan’a göre emniyet içinde bir çete, devletin teknik imkanlarını kullanılmak suretiyle hedefteki isimlerin cep telefonları takip ediyor, nerede olduklarını biliyor. Sonra birileri oraya yönlendiriliyor. Sanki tesadüfen karşılaşmışlar gibi bir hır gür çıkıyor ve hedef şahıs hakkında gereği yapılıyor. Saldırganlar bir süre cezaevinde misafir edildikten sonra en uygun zamanda tekrar özgürlüklerine kavuşuyor ve yeni göreve kadar aramızda dolaşmaya devam ediyorlar.
Özellikle 15 Temmuz’dan sonra emniyet ve yargı içinde gerekli “temizlik” yapıldıktan sonra işler daha da kolaylaştı. Devlet içinde yuvalanmış çeteler ancak devlet kurumlarının bilebileceği bilgileri paraya tahvil etme işini daha ileri boyutlara taşıdılar. Bütün bir ülke bölge bölge, şehir şehir parsellendi, yargı ve emniyet atamaları bu hesaplara göre yapılmakta. Yandaş gazeteciler, AKP teşkilatları, yargı ve emniyet mensuplarının içinde olduğu çeteler ülkeyi yangın yerine çevirmiş durumda.
Yöntem çok basit ve şu dönemde oldukça işe yarıyor. Hedef şahıs seçiliyor, hakkında FETÖ’den soruşturma olduğu kendisine sızdırılıyor ve münasip bir bedel karşılığında dosya ortadan kaldırılıyor. Buna karşı gelen olursa adliye devreye giriyor ve o şahsın malvarlığı bir günde kayyıma devrediliyor. Bunun Kayseri versiyonunu daha önce bu köşede gündeme getirmiştim.
Bu örneklerden anlaşılan o ki çetelerle mücadele etmesi gereken devlet bizzat kendisi çok tehlikeli bir çete haline gelmiş. Ülkenin özgür ve güvenli bir ülke olmadığı bizzat içişleri bakanı tarafından kayıtlara geçirilmiş.
Peki bunları neden yazıyorum? Ne faydası var? Bu suçları pervasızca işleyenler yaptıkları her şeyin kayıtlara geçtiğini bilsinler diye elbette. İktidar yasa çıkararak “unutulma hakkı” diyerek işledikleri suçları hafızalarımızdan silmek istiyor olsa da unutturmamaya kararlıyız. Bu yüzden yazmaya devam edeceğiz.