YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Türkiye siyasal geleneğinde eski partisinden ayrılıp yeni parti kuranlara sıklıkla rastlanır. Cumhuriyetin ilk partisi – ve uzunca yıllar tek partisi! – Cumhuriyet Halk Partisiydi (CHP). Çok partili yaşama geçince içinden merkez sağa meyleden Demokrat Parti’yi (DP) doğurdu. DP, tek parti CHP döneminin siyasi kültürünü kusunca otoriterleşti.
Ardından darbe oldu, DP kapatıldı. Peşinden Adalet Partisi (AP) piyasaya çıktı ve DP’nin mirasına talip oldu. Başında gevrek İç Anadolu aksanıyla konuşan, zeki ve teknokrat mühendis Süleyman Demirel olan merkez sağın kapsayıcı partisi artık AP’ydi. Bu arada Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi merkez sağın daha sağındaki nasyonalist tabana talip oldu. Kısa sürede parti 1960 darbesinin lider kadrosundan Albay Alparslan Türkeş’in kontrolüne geçti, adı da Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) dönüştürüldü.
Uç sağın dinci kulvarına da meclise 1969 yılında giren Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli Nizam Partisi (MNP) yerleşti. Parti kuruluşundan bir yıl kadar sonra Anayasa Mahkemesi’nce laiklik karşıtı olduğu gerekçesiyle kapatıldı, ardından hemen bir yıl kadar sonra, 1972 yılında Milli Selamet Partisi (MSP) kuruldu. MNP tam kadro MSP olmuştu. Sonra 1980 darbesi sonucunda tüm siyasal partiler lağvedildi.
Darbeciler mühendisliğe kalktı, o parti yasak, bu serbest derken, AP içindeki teknokrat ekibin parlayan yıldızı Turgut Özal Anavatan Partisi’ni kurdu. Kimsenin – özellikle de darbecilerin – beklemediği bir başarıyla, 1982 yılındaki ilk darbe sonrası seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Merkez sağı ve MHP-MSP uç sağ akımlarını birleştirme iddiasıyla, Türkiye siyasetine reformcu ve neoliberal bir rüzgârla girdi. Özelleştirmeler, devletin piyasa ekonomisine müdahil olmaması, görece özgürlüklerin – mesela federasyonun, Kürt meselesinin, İkinci Cumhuriyetin vs. birçok uç konunun – gündeme geldiği bir tür Amerikanlaşma eğilimi baş gösterdi.
Fakat siyasi yasakların kalkması ve yasaklı politikacıların (Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan) siyasete geri dönmelerine kapının aralanması konusundaki referandumda Özal hiç de özgürlükçü hareket etmedi. Yasaklardan yana tavır aldı. Yine de yasaklar kalktı. Demirel Doğru Yol Partisi (DYP) ile DP-AP geleneğinin devamını getirmek istiyordu. Mesele şu ki Özal’ın ANAP’ının tabanı ile aynı tabana oynamakta olduğundan, artık Türkiye siyasetinde iki merkez sağ parti olacaktı. Bu, oyların bölünmesi demekti. Bu arada siyasete yeniden giren Türkeş’in MHP’si ve Erbakan’ın MNP-MSP’sinin yeni versiyonu olan Refah Partisi (RP), merkez sağın bölünmesi ile beraber artık merkeze oynamaya başlıyorlardı.
Bu arada aynısı, 1982 yılında kapatılan, genel başkanı İsmet İnönü’nün oğlu olan Erdal İnönü olan ve CHP yerine kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile eski CHP lideri Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit tarafından kurulan Demokratik Sol Parti’nin (DSP) başına geliyordu. Böylece ortanın solu (ya da merkez sol) da iki partiye bölünmüş oluyordu.
Böylece Türkiye siyasetinin koordinatları allak bullak oldu. İki merkez sağ, iki merkez sol, toplam dört merkez parti kendi aralarında bir türlü birleşemez ve merkez sağ blok ve merkez sol blok oluşturamazken, hızla erimeye başladılar. Halk, bu kardeş partiler arasındaki rekabeti cezalandırıyordu. Ayrıca Türk sağı ve Türk solu, Soğuk Savaş sonrasında İslamcı ve Türkçü ideolojilerin etkisi altına girdi ve MHP-RP tabanlarına şirin görünüp oylarını çalmak için Batı tipi sağ ve sol merkez rolünü tasfiye etti. Böylece Türkiye giderek daha fazla evrensel sol ve evrensel merkez sağ evriminden koptu ve Ortadoğululaşmaya başladı.
1990’lı yıllarda Erbakan’ın RP’si bir yükselme eğilimine girdi. 1980-1982 döneminde darbeci generallerin sol akımları bitirmek için endoktrine ettikleri resmi ideoloji Türk-İslam Sentezi, meyvelerini vermeye başlamıştı. Merkez sağ küçüldü, DYP-ANAP giderek eridi, tabanları RP saflarına geçti. RP, 1991 seçimlerinde meclise 62 vekil sokmayı başardı. 1996 yılında ise Tansu Çiller’in genel başkan olduğu DYP ile koalisyon kurdu, artık Necmettin Erbakan başbakan olmuştu. 28 Şubat postmodern darbesi ile beraber, derin devlet bir kez daha siyasal DNA kodlaması yapmaya kalktı, ama 1000 yıl sürecek dedikleri süreç, Batı Çalışma Grubu denen askeri cunta ile beraber kısa zamanda tarihin tozlu sayfaları arasına karıştı.
Milli Görüş denen MNP-MSP-RP İslamcı hareketi, bu mağduriyetten sonra yepyeni bir denize yelken açacaktı. Kapatılan RP yerine kurulan Fazilet Partisi (FP) de 2001 yılında RP’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapatılınca, yaşlı kadro artık kontrolü kaybetti. Kendilerine yenilikçiler diyen daha dinamik ve hırslı bir grup, kendi partilerini kurmak üzere yola çıkacaktı. Liderleri eski RP İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve onunla beraber kendilerini ağır toplar olarak gören Abdullah Gül, Bülent Arınç, Melih Gökçek gibi İslamcı takımın yıldız oyuncularıydı. Terk edilen Erbakan, yanında kadim dostu ve dava arkadaşı sadık Recai Kutan ile beraber Saadet Partisi’ni kurdular. Ayrılan ekip ise Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti veya AKP) kurdu. AKP, artık boş kalan merkez sağın da, İslamcı kanadın da tek adresi olmuştu.
Adalet ve Kalkınma Partisi, iki dönemde incelenebilir. Birinci dönem, AB reformları ve demokratikleşme ile Kürt politikasında liberalleşme dönemi olan Ak Parti Dönemi (2002-2013), ikinci dönem otoriterleşme eğiliminin başladığı, Gezi Parkı ve 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının başladığı 2013 sonrası AKP.
Birincisi çok sesli ve evrensel insan hakları ve demokratik normların görece benimsendiği bir reform dönemidir, ikincisi ise yolsuzluğa, suça, ceberutlaşmaya ve tek adam kültüne giden yolda bir tür otoriter parti yönetimidir.
17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları ile 15 Temmuz 2016 kontrollü askeri darbe girişimi arası dönem, AKP derin devlete entegre olmuş, uyguladığı Kürt açılımı politikasından 180 derece çark etmiş, gerçekleştirilen AB uyum yasalarının sağladığı iğne ile kazılan demokratikleşme sürecini bir çırpıda sıfırlamıştır. Bu arada daha önceden işbirliği yaptığı Gülen Cemaati’ne, liberallere, Kürtlere, solculara ve tüm AB’ci lobilere ve sivil toplum örgütlerine savaş açmıştır. Kendi avukatlığını ve şampiyonluğunu yaptığı Ergenekon davalarından, “Milli Orduya Kumpas” çalımıyla sıyrılmış, özünü ve aslını inkâr etmiştir. Esasında tam da bu bukalemun özelliği Milli Görüş İslamcılarının bir numaralı taktiğidir: takıyye.
Bugün gelinen noktada, AKP artık ömrünü tüketirken, bu bölünerek çoğalan tek hücreli Milli Görüş yapısı ve takıyyeci İslamcı fırıldaklar, yeni partiler kurarak, tıpkı batan gemiyi terk eden fareler gibi, filikalara doluşmuş durumdalar. Bu partilerden birincisi, Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi (GP). Diğeri ise Ali Babacan’ın kurduğu Deva Partisi (DP).
Her iki genel başkan da, sanki daha önce AKP sıralarında yolsuzluklara, zulümlere, devletin çürümesine, 17 Aralık ve 15 Temmuz süreçlerine, KHK’lara, işkencelere, tenkile göz yummamışlar ve destek vermemişler gibi meydanda konuşup duruyorlar. Burnu iyi koku alan ve olacakları gören bu iki zekâ küpü İslamcı, İslamcılık ideolojisinin farklı tonları olarak, “hangimiz daha demokratız” ve “hangimiz daha kullanışlıyız” yarışmasında, görücüye çıkmış, rol bekleyen figüran gibi hevesle demokrasi, hukuk ve özgürlük nutukları atıyorlar.
“Dün dündür, bugün bugündür” felsefesinin geçer akça olduğu bir diyardır, Ortadoğu. Bir de denize düşenin yılana sarıldığı! Toplumsal hafızanın kevgir gibi olduğu, lider odaklı, “ilm-i siyaset” denen takıyye ve nabza göre şerbet verme türü Oryantal dansın her figürünün ustalıkla uygulandığı, kıvırtan rakkasların siyasi arenası! Bu işlerin en iyi mutfağı, şüphesiz Milli Görüş ekolüdür. Erbakan’ın öğrenciler, Erdoğan’ın askerleri! Devanız buysa eğer sizin, ben almayayım arkadaşlar!
İnanılmaz tabirler:
“… takıyyeci İslamcı fırıldaklar, yeni partiler kurarak, tıpkı batan gemiyi terk eden fareler gibi, filikalara doluşmuş durumdalar.”
“Burnu iyi koku alan ve olacakları gören bu iki zekâ küpü İslamcı, …”
“… görücüye çıkmış, rol bekleyen figüran gibi …”
“… oryantal dansın her figürünün ustalıkla uygulandığı, kıvırtan rakkasların siyasi arenası!”
Birincisinin içinden “takıyyeci … fırıldaklar” tabirini ayrıca alıyorum.
Bir yazıya bu kadar orijinal tabir sığıştırılır mı? Maşâallah…
Okurken yazıyı millete oynanan oyun ve tuzaklardan midem bulandı…. Duygu, düşünceleri korana olmuş bir hasta gibi tad ve koku alma niteliğini yitiren bu halka ne demeli bilemiyorum. Coronanın aşısı bulundu diyorkar, acaba politik/siyası bu virüsler için bir aşiyi bu toplum bulabilecek mi.. heyhat! Benim ümidim yok… yakın zamanda mümkün görmüyorum…
Super bir yazı olmus, ekleyecek bir sey bulamıyorum, ama yinede ne anladıgımı yazayım. İşleri milleti aldatıp suistimal etmek olanlar ( Rahmetli ozal ecevit ve demireli ayırarak yazıyorum ) mızrak cuvala sıgmayıp foyaları meydana cıkınca kendi iclerinden enikleyen ( ingilizcede spin off deniyor galiba) yavrularına bayragı devretmek uzere sahneyi terk ediyorlar. Biz ( biz kerizler ) de yemeye devam ediyoruz tabi….Hani su eminonu meydanında bul karayı al parayı oyunundakiler gibi….Allah milletimizi bu sahtekarlardan kurtarsın….
Toplum adına, ahlak adına her şeyi kirlettikleri gibi, kelimelerin-kavramların da içini boşalttılar malesef. Her alanda çürüyen bir toplum….